İşletme Körlüğü Hakkında Dinlencelik

“Kimin kalbinde kapı açılırsa gönül gökünde yüzlerce güneş görür. Fakat iki parmağını iki gözünün üstüne koy; bir şey görebilir misin? İnsaf et. Sen görmesen de dünya yok değildir. Kusur ancak şom nefsin parmağında. Kendine gel! Gözünden parmağını kaldır da ne istiyorsan gör.”(Celaleddin Rumi). [1]

Okuldayken Yönetim derslerinde hem konuların bol teorik olması hem de dersi anlatan hocalarımızın o kadife ses tonunun etkisiyle ders esnasında biz öğrencilere bir hararet çökerdi ki sormayın. Ya uyuklardık ya da başka alemlere dalıp giderdik. Elbette ön saflarda, öğrencinin aklını ve şanını muhafaza ve müdafaayla vazifeli -namı diğer çalışkan öğrenci- arkadaşlarımız bir katip edasıyla harıl harıl yazadururlardı. Sınav zamanı onların emekleri de bize çalışma notu olarak fotokobi yığınlarıyla dönerdi. Bu döngü içerisinde sınavdan sınava yüzünü açtığımız yönetim organizasyon kitaplarından ve iş-ekonomi yayınlarından hayal meyal hatırladığım; yönetim stratejilerine, organizasyon modellerine ait literatürde ballandıra ballandırıla anlatılan ve neredeyse cümle iş dünyasının ağzında sakız olan kavramlar vardı. O dönemlerde -gerçek hayatta bir işletmenin tozunu yutmamış çaylaklar olarak- bu kadar bol laf kalabalığının ve bunca yönetim kavramının neye yaradığını pek anlamazdık. Belki de bu kavramları “iç ve ya dış mihraklar” biz öğrencilere eziyet olsun diye uydurmuştu ve de bunlar hakkında kalın ve boğucu kitaplar yazdırmış da olabilirlerdi. Ancak günün birinde bir işletmenin kapısından içeri bir emekçi olarak girdiğim de anladım ki bazı kavramlar gerçekten iş aleminin olmazsa olmazları imiş. Hele de çalıştığı yerde yaşadığın kaosa veryansın edip bazı amirlerine karşı okkalı bir çift laf haykırmak isteyen ya da bir türlü laf anlamayan astlarından bazısının yakasına yapışıp şöyle bir fırça atası olanlar en sonunda anlıyor ki İşletme kültürü, organizasyon şuuru, iş felsefesi, işveren-işçi ilişkileri üzerinde epey düşünülmesi gereken konularmış.  İşte, işletme körlüğü kavramı da bu elzem konulardan biridir. Peki nedir işletme körlüğü?

Kavram olarak İşletme Körlüğü: İşletmenin geleceğinde ortaya çıkabilmesi kuvvetle muhtemel tehditlere ve fırsatlara ilişkin ön sinyallerin algılanmasını engelleyen yönetim tarzıdaki, iş ahlakındaki ve ya kurum kültürlerindeki bozukluklardır. Az önce net olarak ifade edemediğim bu konuyu biraz daha açalım. Sözün özü işletmenin yöneticilerinin işletmenin içinde bulunduğu ya da bir süre sonra karşılaşacağı durumun farkına varamamasıdır. Buna atalet mi dersiniz, yoksa  “bunlara iyi oluyor, olsa olsa bu ilahi adalettir”  mi dersiniz, ya da rehavet mi dersiniz bilmem ama eğer ki bir işletme kör olmuşsa artık bir ayağı çukurda gibi bir şeydir.

Peki ne oluyor da işletme önünü göremez hale geliyor? Şimdi de işletme körlüğüne sebep olan birkaç durumdan bahsedelim.

Kurumsallaşamama durumu: Bazen duyarsınız; “falanca ailenin şirketi kurumsallaşmaya çalışıyormuş, ama babaları ben işletmemi kimseye vermem diyormuş!”. Akabinde üst kuşak altı kuşak derken bir gürültü kopar gider. Elbette kurumsallaşma konusu zaten ayrı bir yazıya vesile olacak kadar mühimdir. Çünkü işletmeler üretim faktörlerinin (müteşebbis, emek, sermaye ve doğal kaynak) belirlenmiş bir amaca yönelik olarak sistemli ve planlı bir şekilde bir araya getirilerek mal veya hizmet üretimi yapılan ekonomik birimlerdir. Bu birimler hem organik hem mekanik bir yapıya sahiptir. Böyle bir birim, normal şartlarda işletmenin amaçlarına ulaşabilmesi için kendisini sürekli daha üretken, verimli ve gelişmiş kılmak isteyecektir. Ancak sürekli büyüyen bir işletme tek bir kişi veya sabit bir anlayış (aile) ile idare edilemez. Yönetimin kurumsal anlayışa sahip olmadığı bir işletmede işletme faaliyetlerinin, pazarlama stratejilerinin, bütçelemenin, muhasebe süreç ve verilerinin, finansal planlama ve analizlerinin karar alma süreçlerinde ne derece göz önüne alındığı tartışılır. Sadece kasaya giren para miktarını veya sadece ürettiği mal miktarını veya sadece pazar payını veya borsa tahtasındaki hisse değerini baz alıp diğer faktörler için de “Caterus Paribus” (diğerler şartlar sabit [2]) diyen bir anlayışın işletmeyi götüreceği yer iflas mahkemesidir.

Çember sendromu sorunu: Çoğunlukla makam ve yetki sahiplerinin etrafındaki bazı oluşumlar, alt kademde çalışan bazı vizyoner ve üretken personelin görüş ve düşüncelerinin karar mercilerine ulaşmasına engel olabilmektedir. Liderin veya karar vericilerin etrafındaki bu yapılanmayı çember sendromu olarak tanımlayan bu sorun, bazen yönetim körlüğüne de sebebiyet verebilir. [3]

Rutine bağlama Durumu: Bir çalışmada “Aşırı Yakınlık” olarak ifade edilmiş bu duruma göre, bir süre aynı üretim tekniğiyle üretim yapan bir işçinin, her zaman aynı tarzla çalışması (rutine bağlaması) sonucunda ortamda meydana çıkabilecek tehditlerin farkına varmamasına neden olabilir. [4] İşte bu olumsuz durum da  işletme körlüğüne bir örnektir denmiş (ben öyle anladım). Bu ifade olayı biraz daha iş güvenliği açısından ele almış ama ben biraz daha genişleteyim. Rutine bağlanma sorunu sadece üretimdeki işçilerde değil yönetimde de görülmesi kuvvetle muhtemel bir sabitlenmedir. Bu durumda kişiler rutinlere, alışkanlıklara öylesine bağımlı hale gelinir ki, sonuçta mantıken ele alınıp değerlendirilmesi beklenen en açık fırsatlar veya tehditler ya görülmez ya da görülse bile rutini bozmamak adına değerlendirilmeye alınmaz veya değerlendirilmede tereddüt edilir. Bu tereddütün sonucu da genellikle rutini bozmama yönünde karar alınır. [5] Hele de yıllarca aynı kadronun aynı tarzda çalıştığını düşünürseniz sorunun nasıl bir kemikleşmeye gidebileceğini tahmin edebilirsiniz. Aman “eski köye yeni adet getirme, gül gibi geçiniyoruz, salla başı al maaşını” mantığındaki yönetimler özellikle hızlı gelişen ve de değişkenliğin yüksek olduğu sektörlerde işletmenin duraklamasına veya gerilemesine neden olabilirler. Çünkü yıllarca aynı şekilde ve bakış açısıyla yönetilen bir işletme kendini yenileyemez, hareket kabiliyetini geliştiremez ve rekabet edemez bir duruma gelebilir.

Geçmiş başarıların getirdiği rehavet durumu: İşletmenin geçmişte kazandığı başarıların verdiği özgüven ve bu başarılara ulaştıran stratejiler işletme için büyük kazanımlardır. Ancak hızla gelişen ve değişen bir piyasada her zaman aynı stratejilerle ilerleyemezsiniz. Sürekli piyasa koşullarına ve rekabet durumuna göre stratejilerini güncellemeyen bir işletmenin başarısını sürekli kılmak zorlaşır. Aşırı özgüvenin vereceği rehavetle birlikte işletme kendini sürekli dev aynasında görmeye devam ederse işletmenin rekabet yeteneği erimeye başlar. Geçmiş başarılarda büyük rol oynayan şirket yöneticilerinin işletmenin karşısına çıkan tüm sorunları geçmişteki başarı kriterleri ile çözümlemeye çalışmaları ve her konuda geçmiş tecrübelerini baz almaları halinde yeni fikirler ve stratejiler geliştiremeyeceklerdir. [6] Oysaki değişen çevre koşullarında geçmiş tecrübeler her zaman sağlıklı ve gerçekçi bir ölçü değildir.  Yine bu durum zamanla işletme içerisinde olması gereken değişimlere karşı direnç gösteren bir anlayışın yerleşmesine ve işletmenin atalet (başarının ataleti) düşmesine neden olacaktır. Yine aşırı güvenin verdiği o cesaretle işletme aşırı büyümeye başlar işletmenin kontrolü zorlaşır. Aşırı özgüven kimi durumlarda işletmenin kapasitesinin üzerinde farklı iş kollarında faaliyetlere girişmesine, yüksek yatırımlara yönelmesine, agresif pazarlama hamleleri yapmasına sebep olurken ancak bu esnada ortaya çıkabilecek mali açıkların ve idari zaafların fark edilmemesi riskiyle karşılaşır. Elbette bu hususta çok sayıda örnek vermek mümkündür.

Bu kadar laf etmek kolay diyeceksiniz belki de. Memlekette ağzı olan konuşuyor asıl iş çözüm bulmakta diye beni taşa da tutabilirsiniz. Peki öyle olsun haydi! Birkaç naçizane ve acemice tavsiyede bulanayım. Öncelikle hoşgörünüzü talep ederek söyleyeyim ki hani argo bir ifadede söylendiği gibi “antenleri açık tutmak” lazım. Yani işletmenin iç ve dış çevresinde cereyan eden hadiseleri takip ve analiz etmek gerekir. Böylece iyi veya kötü giden süreçleri, işletmenin önünde duran fırsat veya tehditleri yöneticiler önceden fark edebilir. Son sözler olarak da denetim kavramının önemine atıfta bulunuyorum. İç denetimin işletme yönetimine ayna tutarak, işletme körlüğü içerisinde görülmeyen birçok konuyu teşhis ederek çözüm yolları aranmasını sağlayabileceği iddia edilmektedir. [7] Buna ek olarak yönetimde şeffaflık, kurum kültürünün geliştirilmesi, işletme içi iletişim ağının geliştirilmesi, işletme vizyon ve misyonunun evrensel değerleri ve sosyal faydaları da içerdiğinin çalışanlara anlatılması, çalışanlarına özdenetimlerini yaptırabilecek seviyede insani değerleri aşılamayı başarabilmiş olmak lazım. Tabi son saydıklarımın mevcut iş aleminin bırakın hayalide olmasını akıllarının ucundan geçtiğini bile pek düşünmüyorum. Umarım yanılıyorumdur.

Şimdi yazının başında paylaştığım ve büyük düşünür Celaleddin Rumi’nin sözünü bir de şimdi okumanızı rica ederim. Biz göremiyoruz diye hakikatler yok değildir!

Sürçülisan ettikse ve bilmeden haddimizi aştıksa af ola.

Saygılarımla.