Istanbul sözleşmesinin kaldırılması sonrası cinsel suçlara yaklaşıma ilişkin deneyimlerimizi ve karşılaştığımız problemleri aktarmaya çalışacağız.
Kanunlarımız ve içtihatlarımız dünyanın bir çok medeni ülkesiyle yarışacak ciddiyete , kaliteye ve aynı zamanda eksikliğe sahip durumda peki sorun nedir? sorun maalesef ki kanun uygulayıcıların yaptığı eksikliklerden kaynaklanmaktadır. Kanun uygulayıcıların için de üzülerek biz avukatlar da bulunmaktadır. Avukatlık mesleğinde haksızlıklar karşısında direnen ve savunma makamının hakkını veren meslektaşlarımızı ayrı tutuyorum. İşini layıkıyla yapan hakim ve savcılarımızda tabiki bulunuyor. Ancak İstanbul Sözleşmesi sonrası yaşanan sıkıntıları gördükçe hukukçu kimliğimi sorgulamaya başladığımı belirtmeliyim. Cinsel suçlarda diğer suçlara oranla iftira ve gerçek olmayan beyanlar oldukça fazla olduğunu gözlemlemiştik. İstanbul Sözleşmesini tekrar tartışılır hale getiren noktalardan birisi de iftiralar olmuştu. Kamu vicdanını etkileyen ve medyaya yansıyan vakıalar karşısında insanlar kendilerinin güvende olmadığı bir beyanla cezaevine girebileceği düşüncesiyle yani hukuk güvenliği ilkesinden endişe duymaktaydı. Aslında İstanbul Sözleşmesi öncesi de sonrası da yaşanan olumsuz vakıalarda uygulama noktasında yaşanan sıkıntılardan kaynaklanmaktaydı.
İstanbul Sözleşmesi öncesi kadının ve çocuğun beyanı esastır anlayışı ile sadece tek bir beyanla başka hiçbir delil olmadan faile ceza verilirdi. Şimdi ise failin beyanı dışında bir başka somut delil olmadığı gerekçesiyle dava açılmıyor. Bu böyle olmamalı.. Yani ortayı bulacak bir ayar bir türlü bulamıyoruz. Kantarın topuzunu kaçırdığımız için de maalesef adalet sistemi sorgular hale geliyoruz.
Bakırköy adliyesinde bir soruşturma dosyamda aile içi cinsel şiddete maruz kalmış hatta kendisiyle birlikte bir başka çocuğunda şiddete maruz kaldığına yönelik şikayetimiz sonrası iddia makamı beyan dışında bir başka somut delil olmamasını gerekçe göstererek davayı bile açmayarak takipsizlik kararı verdi. Halbuki dosya içinde müvekkilimin psikolojik durumun yaşanan cinsel saldırılardan bozulduğu, failin tutarsız beyanı, husumet olmadığına ilişkin durumlar vs. hiçbiri göz önüne alınmadı. Ama ne tesadüfdür mi aynı savcının bir başka dosyada objektif olarak bakıldığında soyut delil dışında başka delil bulunmadan davayı açtığına da şahit oldum. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, İstanbul Sözleşmesi kalktıktan sonra mağdurun beyanının somut bir delil olduğuna yönelik açıklaması vardı. Kendisi aynı zamanda bir avukat olduğundan bu konudaki düşüncesi gayet doğruydu. Mağdurun şikayetinin içeriği ve ifadeleri somut delildir. Özellikle hakim ve savcı o ifadelere itibar edilip edilmemesine ilişkin beyanları değerlendirebilecek tecrübede ve yetkinlikte olmaları sebebiyle o ifadeler soruşturmanın temelini oluşturan en önemli somut delillerdir. Her soruşturma bir yapboz gibidir. Özellikle cinsel suçlar, gizlilik içinde işlenebilen suç tipleri olduğundan burada yapbozu tamamlayacak materyaller varsa iddia makamı davayı açmalıdır. Yapboz mahkemede tamamlandığında ise faile ceza verilecektir. İddia makamı beraatla sonuçlanacağını düşündüğü olay için takipsizlik kararı veririm diyemez. İddia makamı kendisini mahkeme yerine koyamaz. Bu sebeple bu tutarsız kararlar olduğu sürece İstanbul Sözleşmesi, Mars Sözleşmesi veya adına ne sözleşmesi derseniz diyebilirsiniz vicdanlar yaralanmaya devam eder ve adalet güven zedelenir.