Kadın Figürüne Sanat Bakışı

Doğan bebeğin çığlığı da duvardaki graffiti de hayata karşı bir başkaldırı olarak görülebilir. İnsan, tarih boyunca birçok aracı protesto amacı olarak kullanmıştır ve bu araçlardan biri de sanat olmuştur.

Sanat ve onunla fikir beyan etmenin örneklerinden iki tanesi Titian’ın “Urbino Venüsü” adlı eseri ve Manet’in “Olympia” adlı eseri arasındaki rahatsız edici benzerliktir. 1538’de Floransa’da sergilenen Urbino Venüsü’nde masum bir kadın figürü ele alınmıştır. Venüs, Antik Yunan Mitolojisi’nde aşk tanrıçasına verilen isimdir. Manet’nin Olympia’sı ise yıllar sonra Titian’ın şaheseri ile neredeyse alay eder niteliğe sahip olduğundan ona verilen tepkiler bir hayli farklı olmuştur ve ekseriyetle eleştirilmiştir.

Eğer “Olympia”, bu kadar tepki uyandıran bir eserse neden sergiye kabul edildi?

Manet, varlıklı bir ailenin çocuğuydu ve bu da ona, sponsora ihtiyaç duymadan resim yapabilme özgürlüğünü tanıdı. Para ve açtığı kapılar, ne diyelim. ve Manet sanatı ile ilgili şöyle der: “Tek bir tutkum var! Kendime eşit kalmamak, aynı şeyi her gün yapmamak. Olayları yeni açılardan görmeye devam etmek istiyorum. İnsanların yeni bir nota duymasını sağlamak istiyorum.”

Manet’nin ortaya koyduğu bu şaheseri ve orjinalliğini tam tamına özümsemek için zamanın şartlarına göz atmak gerekir. Bunu, bir kitabı okumadan önce yazarın hayatını, aile yapısını, yaşadığı ülkeyi ve yazım zamanında yaşanan tarihi olayları araştırmaya benzetebiliriz.

Manet’nin zamanında sanatçılar, mümkün olduğunca doğal çizgiler kullanmaya, yani üç boyutlu derinlik, orantılı modelleme ve hassas formlarla boyamaya teşvik edilirdi. Resim türleri ayrıca bir hiyerarşi içinde yer alırdı. Tarihi ve mitolojik temalı resimler başarılı kabul edilir, ardından manzara resimleri gelir ve en altta natürmort resimler yer alırdı. Çıplak figürler, Titian’ın şaheseri “Urbino Venüsü”nde olduğu gibi mitolojik resimlerin altına girerdi. Bu resimde Venüs yatağa uzanmış, izleyiciye göz kapaklarının altından bakıyor, sol kolu kasık bölgesini nazikçe kavrıyor ve sağ eli bir demet çiçek tutuyor, yatağın dibinde ise uyuyan bir köpek yavrusu var.

Manet ise, Titian’ın “Urbino Venüsü”nü alıp, onun paradigmalarını aşarak “Olympia” yı resmetmiştir. İkisi arasındaki benzerliklere kör olmak zor, Olympia, Titian’ın Venüs’ü ile tam olarak aynı pozisyonda – sol eli cinsel organını neredeyse onu korurmuşçasına kapatıyor ve sağ kolunun büküldüğü açı Venüs’ünkiyle aynı. Uyuklayan bir köpek yavrusunun yerinde ise kara bir kedi miyavlıyor.

İki resim temelde aynı yapıyı paylaşsa da, Manet zamanın kabul gördüğü efsanevi çıplak figürün kanunlarını ihlal ediyor. Aydınlık ve karanlık arasındaki sert geçişler zamanın mükemmel tasavvurlarına karşı bir başkaldırı neredeyse. Konu burada çıplak, mitolojik bir figür değil, Manet bize 19. yüzyılın hayat kadınını sunuyor. Manet, “Urbino Venüsü” nü yeniden şekillendirerek, kadınların ve cinselliklerinin katı sınıflandırmasına “Olympia” ile adeta meydan okuyor.

Olympia’nın göğüsleri dolgun olsa da o kadar parlak resmedilmiştir ki meme uçları net olarak görünmez. Kadınları kıl yoksunu gösteren çağdaş ve mitolojik resimlerden farklı olarak, açık fırça darbeleri, Olympia’nın kıla sahip olduğunu ima eder. Bunların birleşimi, resme bakanı “kadınsı” özelliklere sahip “ideal” bir çıplaklık tasvirine bakmaktan alıkoyuyor.

Olympia resminde oturan kadının ellerinde görülen çiçekler, buketi hediye etmiş bir müşterinin varlığını da ima ediyor. İşte bu noktada Manet tartışmalı bir soruyu gündeme getiriyor: Müşteri kim? Görünmez olan ama varlığı ima edilen bir müşteri mi var ortada? Ya da daha rahatsız edici bir şekilde, çıplak vücuduna bakan ve onu çerçevenin ötesinden tüketen izleyici mi burada müşteri?

Manet’nin Olympia’sıyla ilgili en çarpıcı şey, bana kalırsa, izleyici ile kurduğu göz kontağıdır. Geleneksel kadın vücudu çizimlerinde, kadın genellikle izleyicinin keyfi için pasif bir nesnedir. Bu sebeple resme bakanlar, baktıklarıyla istedikleri kadar sarhoş olma özgürlüğüne sahiplerdir. Manet, bu özgürlüğü kâğıttan uçak yapıp Tartarus’a fırlatıyor. Titian’ın Venüs’ünün romantik bakışının aksine Olympia, doğrudan izleyiciye bakıyor ve ona bakan gözlere meydan okuyor. Pasif değil, asla. Olympia, erkeğin bakış açısını tersine çevirerek onun dengesini bozuyor. Çünkü o, cinsel fetişleştirmenin pasif bir nesnesi değil, iddialı ve güçlü bir kadın.

Emile Zola, “Olympia” için şöyle der: “Sanatçılarımız bize Venüs’ler verdiğinde doğayı düzeltip, yalan söylerler. Edouard Manet kendine, neden yalan söyleyeyim diye sordu, neden gerçeği söylemeyeyim. Bizi kaldırımda yürürken karşılaştığınız zamanımızın kızı Olympia ile tanıştırdı.”

Emile Zola’ya katılıyorum fakat ona şöyle karşılık vermek istiyorum, Olympia’da bir Venüstü zaten!

Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Diderot Etkisi: Tüketim Denen Put

Kaynakça