Her kadında bu potansiyel vardır…Delirmeye görsün!
Elini beline almaya görüsün…Fırtına, sel, kasırga…Hepsi birden kopar. Yeter ki karar vermeye görsün.
Her kadın yakar! Her kadın yüz göz paralar. Öyle ya da böyle; analık iç güdüsü her dişiyi anne olsun olmasın dünyanın en güçlü yaratığı haline getirebilir. Ve işin tuhaf tarafı, siz bu felaketin gelişini bazen hissetmezsiniz bile.
Bazıları sinsice, kimisi açık açık, biri planlı programlı, diğeri aniden içten gelen bir duyguyla.
Ama bir kadın, bir adamı bitirmeye karar vermişse, o adam bitmiş demektir.
Acı mı? Acı…Ama gerçek mi? Hem de nasıl!
Tek şart; karar vermektir. Gerisi gerçekten de teferruat…
Peki bir kadını melekten şeytana çeviren bu durum neden kaynaklanır?
“Güven” …Güven duygusu yıpranmış zedelenmiş bir dişiye karşı temkinli olmakta fayda vardır. Zira o analık içgüdüsüyle yaratılmıştır; güven duygusu her şeyden önce gelir.
Tabi sadece iki cinsten ibaret olduğumuzdan ve karşı tarafın da erkek olması bu güven duygusunun tatmin edilmesinde bir hayli zorluk çıkarır.
Kadın nasıl ki “ana” olmaya programlıysa, erkek de her köşeye döl bırakmak güdüsüyle gelmiştir. Tabi kendi doğasının ve kadın doğasının farkında olmayan bir adam için, o köşe senin, bu köşe benim demeden “enerji harcamak, tohum ekmek” gayet doğalken, kadın yavrusu için seçim yapar. Erkek de seçim yaptığını zanneder ama seçilendir; farkında değildir.
Seçen seçileni her daim yönetir. Uzaktan ya da yakından fark etmez; seçen yönetir. Bu yönetim seçilen tarafından hissedilmediği gibi,ilahi olduğunu düşündüğüm bir şekilde tam tersiymiş gibi düşünülür. Yani erkek zanneder ki; kadını yönetiyor. Bu da aslında kadın için iyi bir şey tabi. Zaten kadın “he he” deyip geçiştirir çoğu zaman. “Tabi canım, sen bilirsin aşkkkkııımmm! Aa benim aslanım ister de ben yapmaz mıyım?” gibi klişe cümlelerle durumu idare eder. “Kadın milleti değil mi abi! hepsi aynı” diyerek dolanan erkek, “neden bu kadınların hepsi aynıdır” diye düşünse de, kursa da, kafayı yiyip, beynindeki bütün çalışan hücreleri konuya amade etse de; cevabı bulamaz. Bulur gibi olsa da, bulduğu cevabı kabul edemediğinden, başladığı noktaya geri döner. Sonuç genellikle aynıdır: “Of yoruldum abi!”
Yorulur erkek…Yoruldukça azalır, azalır, azalır, harcadığı enerjiyle doğru orantılı da eriyip gider en nihayetinde…Ve işin en fenası, çoğu gitmeden kadının doğasını anlamamış olarak Hakk’ın rahmetine kavuşur…
Eh sadece düşünerek; yani sadece mantık ve zihinle bir yere kadar tabii…
Kadın hisleri, yüreği, beyni, zihni…bütün işe yarayacak özelliklerini doğal bir şekilde kullanmaya hazır bir şekilde gelmiştir.
İşin vahşi doğası budur. Bu istisnasız değildir. Sadece “gerçek aşk” halinde durum değişir. Çünkü o şuursuzluk halidir; şuursuzluk halinde de kendi doğasını unutan ve seve seve yok edebilen kadın; aşk uğruna kendi de dahil olmak üzere diğer her şeyi harcayabilir. Yeter ki aşk gerçek, aşk katıksız, aşk karşılıklı olsun…
Peki ya aşk karşılıklı değil mi? Aşk gerçek değil mi? Aşk sandığı şey hormonal bir atak mı? O vakit kadın doğasına döner…Analığı ya da gururu öndedir; aşk meşk hikaye…
Kadını kötüleştiren, ve melek özelliklerini şeytana çevirebilen adamlar ne olduğunu anladıklarında genellikle iş işten geçmiş olur. Güven duygusu bitmiş bir kadın için “aşk” bitmiştir. Sevgi de bitmiştir. Aslında o adamla arasındaki her şey bitmiştir. Sadece rolünü iyi yapıyordur o kadar. Bu acıdır evet; ama gerçeğin ta kendisidir işte.
Kadın asla affetmez…Affettiğini söyleyebilir, hatta bazen buna kendisi de deli gibi inanmak ister; ama güven o bedenden çıkmıştır artık. Geri dönüşü yoktur. Bu andan itibaren de köşedeki koltuğunda, yatak odasında, mutfağında veya misafirlerin arasında bütün zarafetiyle yaşıyor gibi yapsa da ve ömrü boyunca da yaşayacak olsa bile çoktan gitmiştir…
Öne çıkan görsel: http://fineartamerica.com