Kadına Şiddetin Önlenmesinde Aile İle Terapötik Çalışma

Özet

Ülkemiz ’de son yıllarda kadına yönelik şiddet hızla artış eğiliminde olduğu gözlemlenmektedir. Kadına Cinayetleri Durduracağız Platformu, 2012 ye ait yayınladığı rapora göre ilk altı ayda 92 kadın erkekler tarafından öldürüldüğünü belirlemiştir. Kadına yönelik şiddetin önlemesinde kadın, aile sistemi içinde ela alınmalıdır. Kadının kişisel, duygusal ve sosyal gelişimini destekleyici rehberlik, danışmanlık ve terapi hizmetlerine yer verilmelidir. Böylece kadının, aile ve toplumsal yaşam içinde gelişimi desteklenir.

Aile terapisinin amacı, özel bir grup oluşturan aile üyelerinin, her birinin ruhsal sağlıklarını düzenlemek ve heyecansal bozukluklarını iyileştirmek ve aile sisteminin işlerliğini sağlamaktır. Ülkemizde aile terapisi uygulamaları gelişmekte olup, ailenin tedavi sürecine katılmasıyla uygulanan tedavi uygulamalarında verimlilik artmaktadır. Uygulamada aile yaşam evrelerinde meydana gelen değişim terapistlerle birlikte ele alınarak, aile terapisiyle çiftlere kriz yönetim becerileri geliştirilir, iç görü ve farkındalık kazandırılır. Aile Terapi uygulamasıyla çiftlerin uygun davranışlar belirlemesi, iç görü ve farkındalık’larının arttırılması, eşlerin tedavi sürece katılımını sağlayarak ailenin tedavi gücü harekete geçirilir. Kadına Şiddetin önlenmesinde ailelere, her yaşam evrelerinde eğitim, danışmalık ve terapi hizmetlerine önem verilmeli, aile kurumunu oluşturan üyeler desteklenmelidir. Aile danışma ve toplum merkezleri yaygınlaştırılmalıdır.

Anahtar Kelimeler; Kadına Yönelik Şiddet, Aile Terapisi, Şiddetin Önlenmesi

Giriş

Ülkemizde hızlı toplumsal değişim yaşanmaktadır. Her değişim, beraberinde kimlik ve kişilik çatışmasını getirir. Günümüzde kendine yabancılaşmış birey, kimlik ve kişilik erozyonuna uğramış bunalımlı bir insandır. Bireylerin gelişim, kişilik ve uyum sorunları beraberinde sosyal sorunlara neden olur. Sosyal sorunlar toplumsal/kültürel çatışma ve sosyal çözülmeye yol açarak bir yandan refah düzeyi yüksek bir toplum içinde giderek artan problemli kişiler üretmektedir. Böylece toplumsal yapımızda kendi kendine gelişmekte olduğu “modern alt kültür kavramı”  bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır.

Modern alt kültür, toplumun genel ve çoğunluktaki kültürel değerlerinden farklı uçta çatışmalı öfkeli yabancılaşmış ve yozlaşmış bir kültürü ifade eder. Farklı değerlerden ziyade değerlerden yoksunluğu belirtir ve günümüzde giderek büyümektedir. Madde ve uyuşturucu bağımlılığı, şiddet, fuhuş, anti- sosyal davranışlar, kural tanımazlık gibi özellikleriyle giderek yaygınlaşan bir modern alt kültür özellikleri oluşturur. (Kılıçarslan, 2010)İç göçle birlikte oluşan yeni şehir merkezleri barınma, eğitim, sağlık ve işsizlik sorunları aile kurumunu olumsuz etkilemiştir. Üretim araçlarında farklılaşma vekarı-koca arasındaki rol paylaşımı değişmesine paralel aile içi çatışmalar artmış beraberinde boşanmalara yol açmıştır.

Aile Yaşam Döngüsü

Bireyler, çocukluktan itibaren yaşlık dönemlerine kadar aile içersinde ilişkilerinde, fiziksel durumlarında ve ruhsal süreçlerinde çeşitli aşamalardan geçerler. İnsanın yaşam evresi çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılıkla oluşması gibi ailelerinde yaşamları çeşitli dönemlerden oluşur. Bu değişimler aile içi ilişkilerinde gözlemlenebildiği gibi aile dışı ilişkilerinde oluşur. Böylece her ailenin yaşamının, ilişkilerinin ve iletişiminin evreleri vardır.

Ailedeki yaşam süreci, beraberinde değişimi de getirir, değişim bireylerin duygu, düşünce ve davranış düzeyinde etkilenmesine yol açmaktadır. Evreler, bireylerin yeni ilişki süreçlerle karşı karşıya kalmasına yol açmakta beraberinde uyum sorununu, yeni tutum ve davranış becerileri geliştirmeleri ya da değişimi yönetememesi durumunda çatışma ve kriz ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Aile içinden geçtiği bu evreler, aile yaşam döngüsü olarak kavramsallaştırılmıştır. Aile yaşam döngüsü aileyi zaman içinde değişen bir sistem olarak kurgular ve ailenin bu değişim süreci içinde geçirdiği evreleri tanımlar. (Goldenber&Goldenberg 1990)

Aile yaşam döngüsü,   profesyonel uzman ve danışmanlara aile içi sorunların belirlenmesinde, müdahale tekniklerin ve yararlı yaklaşımlar planlanmasında faydalı bir kuramdır. Aile ve çiftlerle çalışan profesyoneller, aile üyelerinin ilişkilerinde yaşanan sorunlarla çalışırken aile içi iletişimde çatışmaya neden olan faktörlerin belirlenmesinde ailenin yaşam evrelerinden yararlanırlar.

Aile İçi İletişim Çatışmaları

Aile içi ilişkilerde uyum ve işbirliği sorunları, sevgiyi, saygıyı ortadan kaldırmakta iletişim çatışmalarına yol açmaktadır. Üretim araçlarında farklılaşma kadın ve koca arasındaki rol paylaşımını değiştirmiş ilişkilerde yaşanan çatışmalar yönetilmediği için krize dönüşerek aileler parçalanmıştır. Ailelerin yapısal sorunlarında en çok çocuklar etkilenerek çocukların temel ihtiyaçlarının karşılanmaması gerekli ilgi sevgi ve şefkat gösterilmemesinin yanı sıra fena muamele, fiziksel ve cinsel istismar çocuklara yönelik şiddet kapsamında yer alır. Çatışma yapısı gereği her iki tarafa zarar vermektedir. Bireylerin duygusal, fiziksel örselenmesine yol açmaktadır. Çatışma ve şiddet, kocanın kadını küçümsemesi, özgüvenini yitirmesine yol açması, aşağılayıcı sözler söylemesi, kadını çocukları konusunda kendini suçlu hissetmesine yol açması, dayak yâda ölümle tehdit etme, terk etme tehdidi aile ya da arkadaşlarıyla görüşmesine izin vermemek şeklinde erkekten kadına yönelik şiddet gözlenebilir. Şiddetin egemen iletişime dönüşmesi kadının erkekten uzaklaşmasına ve içe kapanmasına yol açmaktadır. İlişkilere kendi dünyaları, algıları, düşünceleri ve beklentileri doğrultusunda bakmak kadını hayal kırıklığına sürükleyebilir. Beklentileri erkek tarafından karşılanmaması kadını erkekten uzaklaştırır. Erkeğin tepkisi öfke ve kızgınlık patlamaları şeklinde olabilir. Kendini değersiz ve önemsiz hissedebilir. Birbirini anlama çabası yerine birbirini yargılama ve suçlama eğilimi içerisinde olabilirler. (Kılıçarslan, 2010)

İstatistiklerle Kadına Şiddet

Genellikle kadın-erkek ilişkisindeki güç dengesizliği sonucu meydana gelen kadına yönelik şiddet, özel yaşam içinde gerçekleşmesi nedeniyle açığa çıkarılması zor bir toplumsal sorundur. Aile bireylerinin sosyal işlevselliğini ve yaşam kalitesini bozan şiddet, sonuçları itibariyle bireyde kalıcı etkiler oluşturmaktadır. Yeterli iletişim donanımına sahip olmayan, öfkesini kontrol edemeyen ve dürtüsel hareket eden aile bireyinin kendisinden daha zayıf diğer aile bireylerine uyguladığı her türlü fiziksel, psikolojik, sosyal, ekonomik, cinsel baskı ve zorlama aile içi şiddet olarak tanımlanmaktadır. Aile içinde çoğunlukla kadın ve çocukların şiddete maruz kaldıkları bilinmekle birlikte, yetersizlikleri nedeniyle aileyle birlikte yaşayan yaşlıların ya da engellilerin de şiddete uğradıkları tespit edilmektedir. Şiddetin her türlüsü mağdura acı vermekte ve yaralamaktadır. Fiziksel yaralanmaların etkisi kısa sürede iyileşse bile psikolojik incinmenin etkisi bazen bir ömür boyu sürebilmektedir. Özellikle cinsel saldırılarda mağdurun aldığı psikolojik ve sosyal yara bireyi intihara kadar götürebilmektedir.

Kadına yönelik şiddet coğrafi bölge, sosyo-ekonomik statü ve eğitim düzeyine bakılmaksızın tüm dünyada ve kültürlerde son derece yaygın görülen bir olaydır. 2013 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan kadına yönelik şiddetin küresel ve bölgesel yaygınlığıyla ilgili raporda küresel ölçekte tüm kadınların % 35’inin şiddete maruz kaldığı belirtilmiştir. Kadına yönelik şiddetin yaygın bir küresel sağlık sorunu olduğunun vurgulandığı raporda; hayatını kaybeden kadınların % 38’inin şiddet sonucu yakınları tarafından öldürüldüğü, şiddete uğrayan kadınların % 42’sinin ciddi anlamda yaralandığı tespit edilmiştir. Ayrıca şiddete maruz kalan kadınların şiddet mağduru olmayan kadınlara oranla depresyon yaşama, cinsel hastalığa maruz kalma ve alkol kullanma riskinin 1,5-2 kat daha fazla olduğu ortaya çıkmıştır (World Health Organization, 2013, s. 31).

Türkiye açısından kadına yönelik şiddet sorununun yaygınlığına baktığımızda gelişmekte olan ülkelere paralel bir durum sergilendiği görülmektedir. Göç sonucu kent nüfuslarının kontrolsüz bir şekilde artması, sosyal sorunların aile yapısında çözülmeler meydana getirmesi, işsizlik ve yoksulluk gibi etkenlerin psikolojik uyumu bozması gibi nedenlerle aile içi şiddet olaylarında artış gözlenmektedir. Her geçen gün şiddet ve töre cinayetleri nedeniyle pek çok kadın dramatik bir şekilde hayatını kaybetmektedir.

Ülkemiz ’de son yıllarda kadına yönelik şiddet hızla artış eğiliminde olduğu gözlenmektedir.  Kadına Cinayetleri Durduracağız Platformunun 2012 ye ait yayınladığı rapora göre ilk altı ayda 92 kadın erkekler tarafından öldürüldüğü belirlenmiştir. Rapora göre öldürülen kadınların 29′u boşanma, ayrılma, reddetme ve kıskançlık gibi sebeplerle öldürülürken 11′i işsizlik ve krizin tetiklemesiyle 8′i intihar veya intihar süsü verilerek 6′sı çocuğunu veya başka bir kadını korumak istediği için 3′ü aile meclisi kararıyla 2′si cinsiyet kimliği, 22si tecavüz sonrası öldürüldü. 2012 Eylül ayı itibariyle fiziksel ve duygusal şiddete uğrayan 5 bin 9 kadın İstanbul Barosu kadın hakları merkezine başvurduğu açıklanmıştır. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC), ILO, Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Konseyi ve Dünya Sağlık Örgütü verilerinden derlediği ”Kadına Karşı Şiddetin Gerçekleri Raporu”na göre, dünyada her üç kadından birinin, yaşamları boyunca en az bir kez fiziksel ya da cinsel saldırıya maruz kaldığı tahmin ediliyor.

Kadına Yönelik Şiddetin önlemesinde  kadını aile sistemi içinde ela alarak kişisel, duygusal ve sosyal gelişimini destekleyici rehberlik, danışmanlık ve terapi hizmetlerine yer vermeli böylece kadının aile ve toplumsal yaşam içinde gelişimi desteklenmelidir.

2008 yılında Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün öncülüğünde gerçekleştirilen “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması” nın bulguları şiddetin türünü, yaygınlığını, etkilerini ve nedenlerini göstermesi açısından önemlidir. Araştırmaya göre; ülkemiz genelinde eşi veya eski eşi tarafından fiziksel şiddete maruz bırakılan kadınların oranı % 39’dur. Hayatının herhangi bir döneminde duygusal şiddet yaşayan kadınların oranı % 43,9’dur. Sadece cinsel şiddete maruz kalan kadınların oranı % 15,3’tür. Fiziksel veya cinsel şiddetin birlikte yaşanma yüzdesi % 41,9’dur. Kentte fiziksel şiddet oranı %38 iken, kırda % 43’tür. Yaşadıkları fiziksel şiddet sonucunda yaralanan kadınların oranı % 25’tir. En az bir kez fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmış kadınlardan eğitimi olmayanların oranı % 55,7, lise ve üzeri düzeyde eğitim alanların oranı ise % 27’dir. Yaşadıkları şiddeti kimseye anlatamayan kadınların oranı % 48,5’tir. Şiddet yaşayan kadınların sağlık sorunları yaşama, intihar etmeyi düşünme ya da deneme olasılıkları en az iki kat artmaktadır. Her 10 kadından 1’i gebeliği sırasında fiziksel şiddete maruz kalmıştır. Cinsel şiddet birçok durumda fiziksel şiddet ile birlikte yaşanmaktadır; kadınların % 42’si fiziksel veya cinsel şiddete maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Sadece eğitim düzeyi düşük olan kadınlar şiddete maruz kalmamaktadır. Eğitim düzeyi daha yüksek olan kadınlar arasında bile her 10 kadından 3’ü eşleri tarafından fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmıştır. Evlenmiş kadınların hayatındaki en yaygın şiddet, eşlerinden gördükleri şiddettir. Kadınların % 7’si çocukluklarında (15 yaşından önce) cinsel istismar yaşadıklarını belirtmişlerdir (KSGM, 2010).

Bianet, medyada yer bulan haberlerden derlediği istatistiklerle oluşturduğu aylık raporları birleştirdi ve 2013 yılında Türkiye’de erkeklerin kadınlara ve çocuklara uyguladığı şiddetin çetelesini çıkardı .

Erkekler 2013’te 214 kadın ve 10 çocuğu öldürdü, 167 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti/tecavüz girişiminde bulundu, 241 kadın ve kız çocuğuna şiddet uyguladı, 161 kadın ve kız çocuğuna cinsel tacizde bulundu.

Bianet’in derlemesine göre;

2013’te her 10 kadından biri şiddet gördüğü için kolluk kuvvetlerine, mülki amirlere ve savcılara defalarca şikayette bulunmasına ya da koruma tedbir kararı çıkartmasına rağmen ağır yaralandı.

Kadınlar en çok kocalarından şiddet gördü, yüzde 15’i boşanmak istedikleri için öldürüldü.

Tecavüzcülerin ise yüzde 52’si tanıdıkları erkeklerdi. Tecavüz vakalarının yüzde 36’sı kadınların evlerinde gerçekleşti.

Cinayet

Erkekler 2013’te 214 kadın ve 10 çocuğu öldürdü.

Kadınların yüzde 13,5’i şiddet gördükleri için şikayetçi olduğu ya da koruma tedbir kararı çıkarttığı halde öldürüldü: Öldürülen 13 kadının katilleri hakkında tedbir kararı sürüyordu; dört kadının katilleri hakkındaki koruma tedbir kararları cinayetin hemen öncesinde sona ermişti; 12 kadın ise katilleri hakkında defalarca şikayette bulunmuş ancak talepleri cevapsız kalmıştı.

Ayrıca dört erkek şiddet suçundan yattıkları cezaevinden izinli ya da denetimli serbestlik kapsamında çıkarak ya da tahliye edildikten hemen sonra cinayet işledi.

Kadınların yüzde 15’i boşanmak istedikleri için öldürüldü: boşanmak isteyen 32 kadın öldürüldü, 19 kadın şiddet gördü.

Kadınların yüzde 54’ü kocaları veya eski kocaları, yüzde 12’si sevgilileri, yüzde 18’i akrabası olan erkekler tarafından öldürüldü: 104 kadını kocaları, 12’sini eski kocaları, 25’ini sevgilileri, altısı eski sevgilileri, 10’u babaları, dokuzu damatları, 18’i akrabası olan diğer erkekler (kayın peder, dünür, ağabey, kardeş vs.), üçü birliktelik teklifini reddettiği erkekler, biri aile kararı, dördü arkadaşları, dördü nişanlısı, üçü tacizcisi, üçü hırsızlar, üçü tanımadığı erkekler, ikisi komşuları, ikisi kan davalı olduğu ailelerin erkekleri tarafından öldürüldü. Bir kadının ailesi, eski kocasının sevgilisini öldürdü. Dört kadının katilleri ise haber yayınlandığı tarihte kesinleşmemişti. (İkisinin birlikte yaşadığı ve cinayetten sonra ortadan kaybolan erkeklerden şüpheleniliyordu, iki trans kadının ise failleri hala meçhul).

Kadınların yüzde 54’ü ateşli silahlarla, yüzde 30’u bıçakla öldürüldü: 116 kadın ateşli silahlarla, 65 kadın bıçakla, 16 kadın boğularak, dokuz kadın darp edilerek, dördü işkenceyle, ikisi balkondan düşerek, biri yakılarak öldürüldü. İki kadının öldürülme şekli haberlerde yer almadı.

Cinayetlerin yüzde 10,7’sinde katiller intihar etti; yüzde 10,7’sinde katiller kolluk güçlerine teslim oldu: 23 erkek cinayetin ardından intihar etti; yedisi intihara teşebbüs etti; 23’ü cinayetin ardından kolluk kuvvetlerine teslim oldu.

Cinayetlerin dörtte biri Marmara, beşte biri Ege bölgelerinde yaşandı. Kadın katlinin en çok yaşandığı iller sırasıyla İstanbul (29), İzmir (18), Antalya (12), Ankara (9), Diyarbakır (9) ve Antep (9): 214 cinayet vakasının yüzde 25’i Marmara Bölgesi’nde, yüzde 20’si Ege, yüzde 15’i Akdeniz yüzde 13’ü Güneydoğu Anadolu, yüzde 11’i İç Anadolu, yüzde 8’i Karadeniz ve yüzde 8’i Doğu Anadolu bölgelerinde gerçekleşti.

Tecavüz

Erkekler 2013’te 167 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti/tecavüz girişiminde bulundu.

Kadınların yüzde 52’si tanıdıkları erkeklerce tecavüze uğradı: 22 kadına arkadaşları, 17 kadına akrabaları, 10 kadına iş dolayısıyla tanıdıkları erkekler, yedisine eski kocaları, yedisine eski sevgilileri, yedisine komşuları, altısına kocaları, üçüne doktorları, üçüne annelerinin ya da kızlarının sevgilileri, ikisine öğretmenleri tecavüz etti. Üç kadın tecavüze uğradıktan sonra fuhşa zorlandı.

Tecavüzlerin yüzde 36’sı kadınların evlerinde, yüzde 26’sı sokakta, yüzde 23’ü kadınların alıkonulduğu mekanlarda yaşandı: Erkekler 60 kadına evlerinde, 43 kadına sokakta, 38 kadına alıkonuldukları mekanlarda, 10 kadına zorla bindikleri araçta, 9 kadına kuaför, otel, muayenehane gibi hizmet alınan mekanlarda, dördüne işyerinde, ikisine okulda, birine asansörde tecavüz etti.

Tecavüzlerin yüzde 31’i Marmara, yüzde 23’ü Karadeniz’de gerçekleşti: 167 tecavüz vakasının yüzde 15’i Akdeniz, yüzde 14’ü Ege, yüzde 8i, Doğu Anadolu, yüzde 6’sı İç Anadolu, yüzde 3’ü Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşandı. En çok tecavüz vakası yaşanan iller İstanbul (31), Samsun (16) ve Antalya (11) oldu.

Şiddet – yaralama

Erkekler 2013’te 241 kadın ve kız çocuğuna şiddet uyguladı. Kadınların yüzde 8’i boşanmak istedikleri için ağır yaralandı.

Kadınların yüzde 10’u 6284 nolu yasa kapsamında yasal girişimlerde bulunduğu halde ağır yaralandı: Kadınlardan 16’sı koruma tedbir kararı çıkartmalarına ya da sığınmaevine yerleştirilmelerine rağmen, altısı kolluk kuvvetlerine, mülki amirlere ve savcılara defalarca şikayette bulunmalarına rağmen ağır yaralandı.

Bir erkek şiddet uyguladığı için dört ay kaldığı cezaevinden çıkar çıkmaz karısını yaraladı. Bir erkek bir ay içinde karısını dört kez darp etmesine, bir erkek öldürmeye teşebbüs ettiği halde ifadeleri alınıp serbest bırakıldı.

Kadınların yüzde 52’si kocalarından şiddet gördü: 126 kadını kocaları, 32 kadını akrabaları, 26 kadını eski kocaları, 19 kadını sevgilileri veya eski sevgilileri, ikisini komşuları, üçünü birliktelik teklifini reddettiği erkekler, üçünü arkadaşları, 30’unu tanımadıkları erkekler yaraladı.

Erkek şiddeti vakalarının 59’u darp ederek, yüzde 27’si bıçakla, yüzde 9’u silahla işlendi: Diğer yüzde 5’lik kısım balkondan atma, boğma, işkence, arabayla ezme ve yakma şeklinde.

Erkek şiddetinin en çok yaşandığı bölge Marmara, il ise Kocaeli oldu: 2013’te yaşanan erkek şiddeti vakalarının yüzde 33’ü Marmara, yüzde 17’si Akdeniz, yüzde 15’i Karadeniz, yüzde 13’ü İç Anadolu, yüzde 12’si Ege, yüzde 7’si Güneydoğu Anadolu, yüzde 3’ü Doğu Anadolu’da yaşandı.

Taciz

Erkekler 2013’te 161 kadın ve kız çocuğuna cinsel tacizde bulundu.

Kadınlar ve kız çocuklarının yüzde 64’ü tanıdıkları, yüzde 36’sı tanımadıkları erkeklerce taciz edildi. Tacizcilerin yüzde 23’ünü öğretmenler, yüzde 9’unu kendini din insanı olarak tanıtan kişiler oluşturdu: 37 kadın ve kız çocuğu öğretmenlerinin, 14’ü kendini din insanı olarak tanıtan kişilerin, 12’si okul çalışanlarının, 11’i polislerin, 10’u iş arkadaşlarının, beşi eski koca ve eski sevgililerinin, beşi akrabalarının, üçü komşularının, üçü sağlık çalışanlarının, ikisi arkadaşlarının, biri tecavüzcüsünün tacizine uğradı.

Taciz vakalarının yüzde 39’u sokakta, yüzde 32’si okulda, yüzde 7’si evde, yüzde 6’sı telefon ve internet aracılığıyla gerçekleşti: Diğer taciz olayları işyeri toplu taşıma, karakol gibi mekanlarda yaşandı.

En çok tacizin yaşandığı bölge Marmara, il ise İstanbul ve Antep oldu: 161 taciz vakasının yüzde 36’sı Marmara, yüzde 14’ü İç Anadolu, yüzde 12’si Karadeniz, yüzde 12’si Güneydoğu Anadolu, yüzde 10’u Ege, yüzde 9’u Akdeniz, yüzde 1’i Doğu Anadolu’da, yüzde 6’sı ise iletişim araçlarıyla gerçekleşti.

Kadına yönelik şiddet batıda daha yüksek

2013’te 71 ilde 783 erkek şiddeti, cinayet, cinayete teşebbüs, taciz, cinsel şiddet, tecavüz ve yaralama vakası basına yansıdı.

Erkek şiddeti en çok İstanbul (131), Kocaeli (52), Adana (45), İzmir (44) ve Konya’da (35) yaşandı.

783 vakanın yüzde 31’i Marmara, yüzde 15’i Ege, yüzde 15’i Akdeniz, yüzde 14’ü Karadeniz, yüzde 11’i İç Anadolu, yüzde 9’u Güneydoğu Anadolu, yüzde 5’i ise Doğu Anadolu’da yaşandı.

Bir Sistem Olarak Aile

Aile, içinde bulunduğu sosyo-kültürel çevreden beslenen yapısıyla açık bir sistemdir. Çevresinden kendisine aktarılanlardan uygun olanları kabul eder, benimser ve dinamik yapısı nedeniyle de çevresini etkiler. Sistem yaklaşımı açısından aile; çevresiyle ve birbirleriyle ilişki ve etkileşim içinde bulunan parçaların oluşturduğu dinamik bir bütün olarak değerlendirilmektedir. Yani toplum içinde yaşayan aile, kendi üyeleri ve dışındaki büyük sistemle karşılıklı bağlılıkları sayesinde bir bütün olarak ayakta kalır. Anne, baba, çocuk gibi alt sistemlerden oluşan her ailenin bir işlevi, amacı vardır ve aile bu amaç etrafında şekillenir. Ancak dış sistemlerden aktarılan olumsuz değerler ya da iç dinamiklerden kaynaklanan işlevsizlikler nedeniyle ailede uyum sorunları ortaya çıkmaktadır (Mavili Aktaş, 2004, s. 37).

Sistem yaklaşımında aileyle ilgili dört temel unsurun varlığından söz edilmektedir: Aile yapısı, etkileşim, yaşam döngüsü ve aile fonksiyonları. Ailenin yapısal ve fonksiyonel özelliklerinin yapılandırılmış ve esnek olması aile üyeleri arasındaki uyumu arttıran etkiye sahiptir. Katı ve düzensin bir yapılanma içinde olan ailelerin problemle karşılaşma olasılıkları daha yüksektir. Katı ailelerde roller sert biçimde belirlenir ve aile üyeleri gücü elinde bulunduran otorite figürü tarafından yönetilir. Kuralların belirlenmesinde aile üyelerinin görüşlerine başvurulmaz. Düzensiz ailelerde ise kuralların belirgin olmaması sık sık tartışmalara yol açar ve kararların çok azı ailede onay görür. Esnek ve yapılandırılmış ailelerde, kurallar karşılıklı görüş alış-verişi yapılarak belirlenir ve problemler demokratik bir tarzda tartışılır. Güç tarafsız ve dikkatli bir şekilde kullanılır. Çocukların istekleri ve ihtiyaçları dikkate alınır, anlayışa dayalı disiplin yöntemi uygulanır (Nazlı, 2001, s. 32).

Bir mikrosistem olarak ailenin yaşam döngüsünün evresini ve tüm aile üyelerinin bireysel gelişim evrelerini bilmek önem taşır. Sistemdeki her üyenin diğerlerini ve diğerlerinin de onu etkilemesi anlamına gelen döngüsellik ilkesi açısından aileye bakıldığında sorunun bireylerden değil, kişiler arasındaki ilişkilerden kaynaklandığı görülür. Dolayısıyla sorun veya belirti aile, yaşam döngüsündeki geçiş dönemlerine gereken uyarlamayı yapamadığında ortaya çıkar. Bu değişimlere evlilik, çocuk sahibi olma, boşanma, ölüm, göç, okul veya iş değişikliği, hastalık, kaza gibi örnekler verilebilir. Bu gibi değişiklikler yeni kurallar veya aile yapısı ile ilgili yeni anlaşmaları gerektirebilir  (Tüzer&Göka, 2002, s. 113).

Aile içi roller ve ilişkilerde değişimin yaşandığı, her dönemin kendine özgü iletişim biçimi ve çatışmalarının olduğu, evliliğin başlamasından eşlerin ölümüne kadar geçen aşamalı gelişim süreci aile yaşam döngüsü (family life cycle) olarak adlandırmaktadır. Döngünün her aşamasında aile çeşitli sorunlarla yüz yüze gelir ve yeni beceriler elde ederek gelişir. Ailenin bu yeni durumlara uyum sağlayamadığı dönemlerde kriz yaşanır (Carr, 2006, s. 5).

Zastrow ve KirstAshman (2007) geleneksel aile yaşam döngüsünü altı ana aşama halinde sınıflandırılarak kavramsallaştırmıştır. Her aşama aile üyeleri arasındaki ilişkiler ve bireysel statü değişiklikleri açısından duygusal geçişlerle gerçekleşmektedir. İstisnai durumlar dışında genel olarak her aile, aşağıda belirtilen genel aşamalardan geçerek değerlerini bir sonraki kuşaklara aktarmak suretiyle ömrünü tamamlamaktadır:

  1. Erkek ve kadının içinde doğup büyüdüğü aileden ayrılarak bağımsız bir birliktelik olan kendi ailesini oluşturmaya hazırlanması,
  2. Evlenme sonucu çift yaşamına geçiş ve bireyselliğe karşı yeni bir kimlik oluşturulması,
  3. Çocukların dünyaya gelmesi ve yetiştirilmesi,
  4. Bağımsızlık mücadelesi veren ergen çocukların sorunlarıyla uğraşma,
  5. Çocukların aile dışında yeni ilişkiler kurması, orta yaş krizi ve yaşın ilerlemesiyle birlikte sağlık sorunlarıyla başa çıkmaya çalışma,
  6. Yaşlılığa uyum sağlamaya çalışma ve ölüme hazırlanma (Zastrow & Kirst Ashman, 2007, s. 141).

Aile sisteminin bir diğer özelliği de dinamik etkileşim süreci içinde bir dengeye (homeostasis) sahip olmasıdır. Ailede istikrar aslında değişimden kaynaklanmaktadır. Özellikle hızlı değişimler yaşadığımız günümüzde, aileler kurallarını ve ilişkilerini yeniden düzenleyerek değişime uyum sağlamaya çalışmaktadırlar (Goldenberg & Goldenberg, 2008, s. 84). Her sistemde olduğu gibi aile de kendi kendini düzenleme eğilimi içindedir ve değişimler çoğu zaman dirençle karşılaşır. Dolayısıyla aile içinde sorunlu bir bireyi aileden soyutlayarak değiştirmeye çalıştığınızda, aile içi ilişki örüntüleri değişmeyeceğinden bireyin yeniden eski haline dönmesi kaçınılmaz olur  (Murdock, 2012, s. 408).

Şiddetinin psikolojik bir rahatsızlıktan mı yoksa güç gösterisinden mi kaynaklandığının tespit edilmesi önemlidir. Çünkü şiddetin bir güç gösterisi olarak uygulandığının anlaşılması sonrasında danışmanlık hizmetlerinin yanında hukuki mekanizmaların da devreye girmesi gerekmektedir. Şiddet davranışıyla güç ve kontrolün doğası arasındaki ilişkiyi açıklamak için suçlama, yalanlama ve aşağılama gibi sorumluluğun farklı boyutları üzerinde durulmaktadır. Aile yaşamında sıklıkla aşağılama ve yalanlamayı kullanan kişiler, eşlerine karşı şiddet davranışlarını inkâr etmekte ve bu davranışlarından sorumlu olmadıklarını iddia etmektedirler. Suçlama; şiddet sorumluluğunu kendisinin dışında bir kişiye ve bir şeye yükleme girişimi olarak tanımlanır. “Sen öyle yapmasaydın, bütün bunlar olmayacaktı…” gibi ifadelerle şiddet içeren davranışın nedeni karşı tarafa yüklenmeye çalışılmaktadır. Şiddet gibi yıkıcı davranışları sergileyen bireyler sorumluluğu üstlenme yerine genellikle aile üyelerini, kötü alışkanlıklarını, iş stresini, şeytanı, öfkelerini suçlarlar ve onların kurbanı olduğunu söylerler. Bu nedenle kavramsal olarak suçlama, eş suçlaması (mikro düzeyde), eşten başka bir şey veya başkasını suçlama (mezzo seviyesi) şeklinde ele alınmaktadır (Akın, Gülşen, Aşut, &Akca, 2012, s. 176).

İnsanların acı gerçeklerden kaçınmak için psikolojik bir mekanizma olarak kullandıkları inkâr, bireylerin şiddet içeren davranışlarını ortadan kaldırma girişimi olarak tanımlanmaktadır. Şiddet uygulayan çoğu erkek şiddet nedeniyle üzgün olduğunu belirterek, bir daha tekrarlanmayacağına dair sözler verir. Şiddet mağduru kadın şiddetin biteceğini düşünür ve dengesi bozulmuş aile sistemine geri döner. Şiddetin altında yatan nedenler ortadan kaldırılmadığı için çoğu zaman şiddet döngüsü yaşanmaya devam eder ve kronikleşir. Araştırmalara göre, şiddetin sorumluluğunu inkar eden kişilerin hukuki yaptırımlara ve terapi sürecine direnç gösterdikleri belirlenmiştir (Akın, Gülşen, Aşut, &Akca, 2012, s. 177).

Yeterince değer vermeme, hafife alma veya yaptığı şiddet davranışını önemsememe olarak tanımlanan aşağılama, mağdur kadının şiddeti dile getirmesini engelleyen temel nedenlerinden birisidir. Bazen kadının akraba çevresi de “kocandır, döver de, sever de” anlayışıyla yaklaşarak kadının yaşadığı şiddeti önemsizleştirme girişiminde bulunmaktadır. “Kol kırılır yen içinde kalır” gibi anlayışlar, şiddetin aile içinde gizli kalması gerektiğini öğreten bir değer olarak geleneksel toplum yapısında kabul görmektedir (Akın, Gülşen, Aşut, &Akca, 2012, s. 177).

Aile ve Evlilik Terapileri

Aile terapisinin amacı, özel bir grup oluşturan aile üyelerinin, her birinin ruhsal sağlıklarını düzenlemek ve heyecansal bozukluklarını iyileştirmek ve aile sisteminin işlerliğini sağlamaktır. Aile tedavisi, aile gruplarının tedavisidir. Tedavi ailelerin işleyiş biçimi, aile üyelerinin birbirleriyle ilişkilerini ve iletişimini ele alır. Aile tedavileri yaklaşım biçimleri ve temel aldıkları noktaların neler olduğuna göre farklılıklar gösterir.( Kerimoğlu, 1996) “Aile terapisi” , terapistle birlikte anne, baba ve çocukların ve ailedeki diğer kişilerin katıldığı grupça yapılan bir psikoterapi yaklaşımıdır. Aile üyelerinden bir veya bir kaçının tutum ve davranışlarının aile düzenlerini, ilişkilerini, geçimini bozacak ölçülere vardığı durumlarda, danışma ve terapi amacı ile yapılmaktadır (Özgüven, 2000) “Aile terapisi” , terapistle birlikte anne, baba ve çocukların ve ailedeki diğer kişilerin katıldığı grupça yapılan bir psikoterapi yaklaşımıdır. Aile üyelerinden bir veya bir kaçının tutum ve davranışlarının aile düzenlerini, ilişkilerini, geçimini bozacak ölçülere vardığı durumlarda, danışma ve terapi amacı ile yapılmaktadır. Aile terapisi, kapsam ve niteliği bakımından grup terapisi ve çocuk terapisi gibi diğer modern psikoterapi dallarına göre, onlardan farklı bir yöntemdir.(Kerimoğlu, 1996 ) Ackerman“aile terapisi”ni, eşlerden her birinin belirli hatalarını kapsaması, ailenin doğal bir grup olarak, aile üyeleri ilişkileri ve sorumlulukları ile bir “sistem” oluşturması gibi nitelikler ile “bireysel terapiden ve rastlantısal olarak bireylerin bir araya getirildiği “grup terapisinden” farklı ve daha avantajlı yaklaşım olduğu belirtilmektedir.(Ackerman,1966)

Aile ve Evlilik Terapisinde Amaçlar

Günümüzde aile ve evlilik terapisi alanında çok sayıda ekol vardır. Tümünü ortak kılan nokta, aile (ya da ailenin bir alt birimi, örneğin eşler ya da anne-çocuk) ile birey arasındaki ilişkileri ele almalarıdır. Terapistler, aile üyelerini bir araya getirip onların ortak meselelerini belirlemelerini, sorunlarını sıralamalarını, çözümleri için işbirliği yaparak çalışmalarını sağlamaya çalışırlar. Aile terapilerin ’deki ekollerin tümü bazı amaçlarda ortaktırlar.

NathanAckerman evlilik terapisinin amaçlarını şu şekilde tarif etmiştir:

Evlilik ile ilgili bozukluklarının terapisinin amaçları emosyonel sıkıntıyı ve yetersizliği azaltmak ve eşlerin her ikisinin birlikte ve bireysel olarak iyilik hallerini desteklemektir. Genel bir yol olarak, terapist sorun çözmeye yönelik ortak kaynakları güçlendirerek patojenik olanların yerine uygun denetim ve savunmaların geçmesini sağlayarak, hem emosyonel sarsıntının parçalayıcı etkilerine karşı bağışıklığı hem de ilişkilerin övücülüğünü arttırarak ve ilişkinin ve eşlerden her birinin büyümesini destekleyerek bu amaçlara doğru hareket eder.

Teraptik görevin bir bölümü evlilik içindeki her bir eşin kendi kişiliğinin psikodinamik yapısını anlamak için sorumluluk almaya ikna etmektir. Davranışlarının kişinin kendi yaşamındaki, diğer eşin yaşamındaki ve etrafındaki diğer insanların yaşamındaki etkilerinin sorumluluğu vurgulanır; ki bu çoğu zaman evlilik ile ilgili anlaşmazlığa yol açan sorunların derinlemesine anlaşılmasıyla sonuçlanır.

Evlilik terapisi hiçbir evliliğin devamı güvencesini vermez gerçektende belli bazı durumlarda eşlere bitirilmesi gereken sürdürülemez bir birliktelik içinde olduklarını gösterebilir. Bu durumlarda çift zor olan ayrılma ve boşanma süreci ile çalışmak için terapistlerle görüşmeye devam edebilir. Buna boşanma terapisi denmiştir.

Pratikte kadınların ekonomik durumlarının iyi olması boşanmayı daha kolay dillendirmelerine yol açmıştır. Çocuk sayısının azlığı veya hiç çocuk olmamasıda boşanma konusunun daha kolay gündeme gelmesini sağlamıştır.( Akdemir, A. Karaoğlan, A. Karakaş, G, 2006).

Sonuç ve Değerlendirme

Ülkemizde aile ve evlilikterapisi uygulamaları yeni gelişmekte olup, ailenin tedavi sürecine katılmasıyla uygulanan tedavi programlarında verimliliği artmaktadır.

Aile terapisi bireysel terapilerden farklı olarak aile sisteminin bütününe müdahale etmeyi ön gören yaklaşımı nedeniyle son yıllarda daha çok tercih edilir hale gelmiştir. Kentleşme ve modernleşme sonucu aile yapısında meydana gelen değişim geleneksel dayanışma mekanizmalarının etkisini azaltmış ve aileler dışarıdan müdahalelere ihtiyaç hissetmeye başlamışlardır. Toplumun refah düzeyinin yükselmesi, demokrasi ve özgürlük anlayışındaki değişimlerin aile içi ilişkilere yansıması gibi nedenlerle aileler daha açık sistemlere dönüşmektedir. Dinamik yapısı gereği sürekli değişen aile içi dengeleri istikrara kavuşturma adına, tüm üyelerinin katılımının sağlanacağı aile oturumlarında aile içi iletişim örüntüleri, rol dağılımları, kurallar, sorumluluklar ve güç dengeleri terapötik açıdan değerlendirilerek işlevselleştirilir.

Aile içi şiddet pek çok sorunda olduğu gibi eşler arası ilişkileri bozmakta, bireylerin ruh ve beden sağlığını olumsuz etkilemektedir. Şiddet, türüne ve yoğunluğuna göre her kadında farklı etki uyandırsa da başlangıçta şok ya da hissizlik şeklinde tepkiler ortaya çıkmakta, gelecekte de benzer durumların yaşanma ihtimali düşüncesiyle korku ve kaygı duyulmasına yol açmaktadır. Şiddet kadını baskılayan, bağımlı hale getiren, öz güveni zedeleyen ve benlik saygısını zayıflatan etkisi nedeniyle kabul edilemez bir eylemdir. Özellikle şiddetin bir ‘terbiye’ biçimi olarak algılanması ve sosyo-kültürel bir değer olarak gelecek nesillere aktarılması, Ülkemiz açısından üzerinde çalışılması gereken önemli bir sorundur. Bu nedenle aile terapisi yaklaşımı şiddetin tüm aile üyeleri üzerindeki etkisine eğilmesi nedeniyle devreye sokulması gereken önemli müdahale yöntemlerinden birisidir.

Kadına yönelik şiddetin birincil sorumluları erkekler olması nedeniyle şiddeti önleme çalışmaları mutlaka erkekleri de kapsamalıdır. Konu hakkında hassasiyet gösterilir ve bilgi verilirse toplumda pek çok erkek, aile içinde, toplumda ve karar verici çevrelerde kadına yönelik şiddetin son bulmasında etkili işbirliği yapacaklardır. Ancak erkekler kadına yönelik şiddetin önemi hakkında daha az bilgi ve farkındalığa sahip olma eğilimdedir (Körükcü, Öztunalı Kayır, & Kukulu, 2012, s. 401). Aile terapisine şiddet mağduru kadının yanında erkeğin de katılımı sağlanarak aile üyelerine karşı sergilediği olumsuz tutum ve davranışları hakkında iç görü kazanması sağlanmalı, sağlıklı iletişim becerileri geliştirmesi için desteklenmelidir.

Kadına ve çocuğa yönelik aile içi şiddet davranışı toplumsal cinsiyet rolleri açısından bakıldığında erkek egemenliğine dayalı geleneksel yaklaşımların ürünü olduğu görülmektedir. Gerçi her geleneksel yaşam tarzını benimseyen erkeğin şiddet uygulayacağı düşünülmemelidir. Modern yaşam tarzını benimsemiş entelektüel insanlar arasında da aile içi şiddet olaylarının varlığı bilinmektedir. Şiddet tek başına ataerkil yaşam tarzı ile açıklanabilecek bir olgu değildir. Şiddet uygulayan aile bireyinin öz geçmişi kişilik yapısı, psikolojik durumu, sosyal statüsü, ekonomik şartları gibi pek çok değişkenin şiddet davranışı sergilemede etken rol oynağı araştırma sonuçlarıyla ortaya konulmaktadır. Bu nedenle şiddet uygulayan bireylerin ruh sağlığı ile ilgili ciddi tahliller yapılmalı ve bağımlılık, stres, duygu durum ve kişilik bozukluğu gibi belirtiler varsa bunların tedavisi yoluna gidilmelidir. Ayrıca öfke kontrolü güçlüğü çeken eşler için öfke ve dürtü kontrolü eğitimleri almaları sağlanmalıdır.

Aile terapi süreçlerinde, aile içi ilişkilerde meydana gelen eşler arası iletişim kalıpları, eşlerin birbirlerine yaklaşımları terapistlerle birlikte değerlendirilir. Çiftlerin uygun tutum, davranışlar belirlemesinde, iç görü ve farkındalıklarının arttırılması ile eşlerin tedavi sürece katılımını sağlayarak ailenin tedavi gücü harekete geçirilmektedir. Aile içi ilişkiler ve eşler arası roller yeniden yapılandırılır. Aile bireylerinin kişilik özeliklerinde değişim yönetilerek aile yaşam evresinde eşler arası rollerinin uyumuna yardım edilir. Terapi sürecine her bir aile üyesininterapiyekatılımını sağlanarak açık, etkin, şeffaf iletişim ve etkileşim ortamı oluşur. Her bir üye sürece katılarak duygularını ve düşüncelerini güvenle ortaya koyar.

Aile terapisin ’de amaç, terapötik sürece her bir aile üyesinin aktif katılımını sağlamak, aile üyelerinin her birinin bütün içindeki yeri, rol ve fonksiyonlarını değerlendirmek, çözüm için kaynaklarını harekete geçirmektir. Ayrıca aile üyelerinin ayrı ayrı farklılıklarının ortaya çıkmasına yönelik müdahalelininyanı sıra farklılıklarının çatışmaya dönüştürmeden nasıl çözüm kaynağı olacağının belirlenmesini sağlamaktır. Amaçlanan hedeflere ulaştığı, değişimin gerçekleştiğine inandığı, her bir üyenin kendi iyi ve güvenli hissettiği bir süreçte aile terapisi sonlandırılır.(Kılıçarslan, F, 2007)Kadına Şiddetin önlenmesinde ailelere yaşam döngülerinde eğitim, danışmalık ve terapi hizmetlerine önem verilmeli, aile kurumunu oluşturan üyeler desteklenmelidir. Aile danışma ve toplum merkezleri yaygınlaştırılmalıdır.

Son yıllarda sosyal devlet anlayışında yaşanan değişim nedeniyle ülkemizde sosyal risklerin önlenmesine ve tedavi edilmesine yönelik kurumsal yapılanmalar gerçekleştirilmektedir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulmasıyla birlikte ailedeki sosyal risklere bütüncül bir açıdan yaklaşılarak sosyal hizmet sunumunun aile temelli gerçekleştirilmesi ön görülmüştür. Kadına yönelik şiddet konusunda ise yasal düzenlemeler ve kurumsal yapılanmalar daha çok şiddet mağduru kadının aileden uzaklaştırılması üzerine kurgulanmıştır. Riskli durumlarda kadının şiddet ortamından uzaklaştırılması ve güvenliğinin sağlanması son derece önemlidir. Ancak şiddeti ortaya çıkaran aile yapısı disiplinler arası yaklaşımla bütüncül bir şekilde ele alınmadığında aile parçalanmakta ve toplum zarar görmektedir. Bu nedenle ülkemizde yaygınlaştırılan Sosyal Hizmet Merkezleri’nde aile danışmanlığı ve terapisi birimi oluşturularak sosyal risk altında olan ailelere yönelik müdahale programları hazırlanmalıdır.

KAYNAKÇA

Ackerman, N.W. (1966) “ExpandingTheoryandPractice in familyTherapy” family Service Ascociation of America, New York Akdemir, A. Karaoğlan, A. Karakaş, G. ( 2006). Çift Terapisi, Psychiatry in Türkiye, Volume 8- Number 2

Akın, A., Gülşen, M., Aşut, S., & Akca, M. (2012). Yakın İlişkilerde Şiddet Sorumluluğu Ölçeği Türkçe Formunun Geçerlilik ve Güvenilirliği. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 12 (2), 175-184.

ASAGEM. (2010). Türkiye’de Aile Değerleri Araştırması. Ankara: Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü Yayınları.

Carr, A. (2006). Family Therapy: Concepts Process and Practice. England, Chichester: John Wiley & Sons.

Kerimoğlu, Efser, (1996). “Aile Tedavileri”, Ankara Üniversitesi Çocuk Psikiyatrisi Bilim Dalı Yayınları, Ankara

Kılıçarslan, F. (2007). “Madde Bağımlısı Ergenlerde Aile Terapileri ve Bir Olgu Sunumu” Bağımlılık Dergisi; Cilt 8, Sayı 1.

Kılıçarslan F, (2010). “Çocuk ve Aile Sorunlarının Terapi ile Tedavisi”, Nobel Yayıncılık, Ankara

Körükcü, Ö., Öztunalı Kayır, G., & Kukulu, K. (2012). Kadına Yönelik Şiddetin Sonlanmasında Erkek İşbirliği. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 4 (3), 396-413.

Goldenberg J; Goldenberg.H (1990)  TheExpandedFamily Life Cycle , 3rd ed. BOSTON; Allynand Bacon

Özgüven, İ. E, (2000). “Evlilik ve Aile Terapisi”, PDREM Yayınları, Ankara

Mavili Aktaş, A. (2013). Ben ve Ailem. Konya: Atlas Akademi.

Murdock, N. (2012). Psikolojik Danışma ve Psikoterapi Kuramları. (F. Akkoyun, Çev.) Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.

Nazlı, S. (2001). Aile Danışmanlığı. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.

Tüzer, V.,&Göka, E. (2002). Aile Terapisinin Klinik Psikiyatriye Katkısı. Yeni Symposium, 40(3), 111-117.

World Health Organization. (2013). Global and Regional Estimates of Violence Against Women: Prevalence and Health Effects of İntimate Partner Violence and Non-partner Sexual Violence. Geneva, Switzerland: WHO Document Production Services.

*Sosyal Hizmet Uzmanı, Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi

Yazışma adresi; Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, ATÜ Psikiyatri Poliklinikleri Zuhurat Baba Mah.

No; Bila BAKIRKÖY/ İSTANBUL TEL; 0212 409 15 15/1130