Yirmi yaşlarında Karadeniz kıyıcığında bir köyün beş sınıflı tek derslikli okulunda başıma öğretmenlik yapmaktaydım. Evli değildim. Gecelerimi gaz lambasının ışığında kitaplar okuyarak, pilli radyomu dinleyerek ve ikinci gün vereceğim derslerin hazırlığını yaparak geçiriyordum. Ama gündüzler bitmiyordu. Beş saat dersten sonra uzun bir süre kalıyordu.
Deniz kıyısındaki bu balıkçı köyünde bir marangoz vardı. Marangozun o günün ve köyün koşullarına göre iyi sayılabilecek bir işliği, işliğinde yeterince araç gereci, hızarı bulunuyordu. İkindi üzeri öğrencileri evlerine yolladıktan sonra doğru oraya giderdim. Nedeni, bir kez marangoz, güzel konuşan, doğru bir adamdı; ikincisi, benim tahta işlerine tutkum vardı. Hem marangoz Kerem’le konuşuyor hem de eşya kutusu, çerçeve gibi şeyler yapıyordum. Marangoz Kerem, kendine yoldaş olduğuma hem seviniyor hem de bana yardım ediyordu.
Marangoz Kerem, okuma ve yazmayı kendi kendine öğrenmişti. Güzel düşünen, yeni düşüncelere açık biriydi. Bana dünya olaylarını, özellikle tarihsel konuları sorardı. arada bir, “Hep ben öğretecek değilim, sen de öğret bir şeyler” diyerek bana takılır, beni onurlandırmak isterdi. Sonra eklerdi: “Sana öğrettiğim tahta işleri çok önemli değil, yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz olaylardan ders çıkarmak önemli. Yalnız, öğrencilere öğretmelisin, bilmeyenlere de yardımcı olmalısın!”
Yüzüme gülümseyerek bakar, sorular sormaya başlardı: Dünyanın oluşumu, ülkeler arasındaki savaşlar, bölüşüm kavgaları… En çok da İkinci Dünya Savaşı’ yla ilgili sorular. Aramızda otuz yaş vardı. O ellisinde, ben yirmimdeydim. İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde ben on yaşında bir çocuk, o otuzunda bir insandı.
…
Dokuz on kişi bir kayığı omuzlamış geliyordu. Onlara baktı şaşkın şaşkın. Gelenler işliğin önünde kayığı omuzlarından indirdiler Biri, “Kerem Usta, bu kayığı enlemesine ortadan hızarla kes!” dedi. Kerem Usta iyice şaşalamıştı. “Delirdin mi sen?” dedi. Bir başkası, “Evet, keseceksin!” dedi sertçe. Kerem Usta “Kesemem” dedi. İkisi de üsteledi: “Paranı alacaksın, niçin kesmiyorsun?” diye. Kerem Usta, “Bakın” diyerek söze başladı: “Konuyu biliyorum. Duydum. Ata andacı, ata kalıtı kayık sizin düşündüğünüz gibi, ortadan ikiye bölünerek bölüşülmes. Kayığın ederinin yarısını biriniz öder. Kayığı da alır! Kayığı ortadan ikiye kesmekle ne kazanacaksınız? Öfkeyle kalkan, zararla oturur demişler. Siz bunu yapıyorsunuz. Yapmayın!” İkisi de “Keseceksin!” diye diretti. Biri, daha çok sinirliydi, ekledi: “Emeğini almayacak mısın? Sen emeğinin karşılığını al! Akıl ver demeye gelmedik buraya.” Öbürleri sessizdiler. Biri , “Biz çok uğraştık anlaştıramadık. İki kardeş de diretti” dedi. Bir başkası, “Baltayla keseceklerdi. Bari tavuk kümesi yapın. Ata andacı, ata kalıtı evinizin önündeki tavukları barındırsın, deyince baltayla kesmekten, parçalamaktan vazgeçtiler de getirdik” dedi. Kerem Usta, iki kardeşe döndü: “Temel Reis, Salih Reis! Yapmayın. Ayıp!” der demez, ikisi de birden “Kerem, senden öğüt almaya gelmedik?” dedi. Biri işliğin önündeki baltayı aldı eline, kayığa indiriyordu ki, kayığı getirenler, güçlükle engel oldular. Bunun üzerine Kerem Usta, “peki!” dedi, umarsız.
Gök mavisine boyanmış güzelim kayığın hızarda ikiye bölünmesini bir iç sızısıyla izledim. Kesim işi bittikten sonra, getirenler, ,iki parçayı omuzlayıp uzaklaştılar…
Kerem Usta, acı acı gülümsedi ve bana ,”İyi ki bir şey söylemedin, seni sözleriyle kırarlardı” dedi.
“Biraz önceki söylevinde, kavgalara engel olmalısın diyordun?”
“Bunlar, inat mı inatlar! Bunlar apayrı insanlar! Bu köyde birkaç yıl kalırsan öğrenirsin….”
Batmakta olan güneşe bakıyor, konuşmuyordum. Kerem Usta, “İkindi oldu. İşliği kapatayım. İkimiz de üzüldük ve yorulduk. Kahvede birer kahve içelim” dedi.
…
O yıldan bu yanan tam otuz beş yıl geçti. Ne zaman kalıt paylaşımına rastlamış, duymuş, yaşamışsam Temel Reis’le Salih Reis Kardeşlerin ata kalıtı, gök mavisi güzelim kayığı hızarda ortadan keserek paylaşmalarını anımsarım üzüntüyle…
Behzat Ay- Kalıt Paylaşımı
(TDK Yayınları)