Kani Karaca: Görmez Bir Baritonun Musikiye Verdiği Esintiler

KANİ KARACA, SADECE SEÇKİN VE GÜR BARİTON SESİ İLE DEĞİL, ÇOK YÜKSEK BİR MERAK VE ŞEVK İLE YOLUNDA YÜRÜMÜŞ, KENDİNİ EĞİTMİŞ VE ALANINDAKİ TÜM İMKÂNLARI DEĞERLENDİRMİŞTİR.

Müzik, kendini anlatma konusunda, insanlık tarihinde temel ifade tarzlarından birisi olagelmiştir. Doğanın gücüyle başlayan inançlar giderek tek tanrılı dinlere doğru evrilse bile insanlığın gerek tanrı ve gerekse dinle kurduğu ilişkide müzik hep geniş bir yer tutmuştur.

Klasik Türk müziğinin çok güçlü geleneksel bir yapısı ve geniş bir repertuvarı vardır. Birçok ülkeden farklı olarak, İstanbul merkezli, farklı ve çeşidi bol bir kültürün yarattığı ortamda, özgün bir estetik ve üslup geliştirilmiştir. Dini musiki; cami musikisi ve tasavvuf musikisi diye iki ayrı çerçevede icra edilmiştir. Cami musikisi sadece insan sesine dayanmaktadır ve enstrüman eşliği yoktur. Ya Kuran-ı Kerim’in güzel ses ve musiki ile okunması ve icrasına dayanan tilavete ya da Peygamber’e övgü niteliğindeki, örneğin mevlit gibi bestelenmiş metinlerin güzel bir seda ile okunmasına dayanır. Ezan, sala, tekbir, teşbih, mahfil gibi sadece sese dayanan ama belli musiki kurallarının katı olarak kullanıldığı formlar cami musikisinin çeşitlerini oluşturur. Bu musiki, esas olarak salt sese dayandığı için musikinin kurallarına mümkün olduğunca riayet edilmeye çalışılmıştır. Özel sesi olan ve eğitimli kişiler, âdeta birer sanatçı gibi yetiştirilip kari, müezzin, hatip ve zakir olarak bu alanda görevlendirilmiştir.

Tasavvuf musikisi ise Tanrı’nın niteliğini ve kâinatın oluşumunu varlık birliği ile yani vahdet-i vücud anlayışı ile açıklayan dini ve felsefi akımlardan, bir bakıma Sufizm’den kaynaklanmış
bir müzik türüdür. Burada en önemli fark, müziğin enstrüman eşliğinde icra edilmesidir. Ayin, ilahi, nefes, durak, naat ve mersiye gibi Sufi esaslı müziklerin yanı sıra, daha dünyevi özellikteki peşrev ve semailer de bendir, kudüm, nevbe, ney ve rebap gibi enstrümanlar eşliğinde icra edilmektedir.

Birçok icracı, aslında hafızlıktan yetişip hem cami hem de tasavvuf müziğini icra etmiş hatta bazı sesi çok güzel ve güçlü olanlar, geleneksel Osmanlı klasik saray müziğine de aşina olmuş ve din dışı müzik alanında da başarı göstermiştir. Bunlar arasında;17. yüzyılda Itri ve Hafız Post gibi çok başarılı bestekar ve müzisyenler yetişmiştir. Yakın zamana kadar Zekai Dede Efendi, Kızıl Hafız Ahmet Efendi, Hafız Sami, Hafız Sadettin Kaynak, Hafız Osman, Hafız Kemal Bey, Hafız Ali Rıza Sağman ve Hafız Mecid Efendi gibi çok sayıda başarılı hafız ve sanatçı, her iki alanda da hem eserler vermiş hem geleneksel icra sanatını sürdürmüştür.

Bu geleneğin en yakın tarihteki temsilcilerinden birisi Kani Karaca’dır. Kani Karaca, çok güçlü bariton nitelikli bir sese sahip olması, müzik bilgisinin genişliği ve zamanının önemli müzik adamları ile birlikte çalışmış olması nedeni ile kendine özgü bir şöhretin sahibi olmuştur.

ÜSTÜN ÖZELLİKLİ SES

Kani Karaca, 1930 yılında, Adana’nın Adalı köyünde doğmuş ve bir kaza nedeni ile henüz bebekken görme yetisini kaybetmiştir. Gerek Osmanlı döneminde gerekse Cumhuriyetin ilk yıllarında, görmesini kaybeden küçük yaştaki çocuklar hem ekonomik hem sosyal yönden aileler için çok ciddi bir maddi ve manevi yük yaratmaktaydı. Köy yaşamı içerisinde ekonomik olarak günlük yaşama katkıda bulunamayan, sürekli bakım ihtiyacı içindeki bu çocuklar, aileler için çocukluklarında ve ilerleyen yaşlarda ciddi bir yıkım nedeni olarak kabul edilmekteydi. O zamanlar rehabilitasyon ve eğitim imkânı bulunmaması, bu çocuklar ve aileler için yaşamın çok zorlaşmasına neden olmaktaydı.

Anadolu’daki çok yaygın sorunlardan birisi olan Trahom ve Çiçek gibi hastalıklar nedeniyle de çok sayıda çocuk çok erken yaşlarda görmesini kaybetmekteydi. İşte bu durumda, bu çocuklar, hafızların yanına verilir ve kulaktan çalıştırılarak Kur’an-ı Kerim’i ezberlemeleri sağlanır, onlara okuma kuralları yani tilavet ve kıraat öğretilir, hafız olmaları sağlanırdı. Böylece toplum tarafından hem daha saygın bir konuma kavuşturulur hem ekonomik olarak imkânlı hâle getirilirlerdi. Sesi güzel olanlar ayrıca mevlit, ilahi vb. dini metinleri, klasik müzik metinlerini ve makamına göre peşrev, semai ve şarkıları öğrenip söyleyerek toplumun müzik gereksinimini karşılardı. Kani Karaca da halasının eşi Hafız Vahip Efendi’den ilk dersleri almış, daha sonra köyün imamı Ali Nergis Hoca’dan da ilk hafızlık eğitimini kulaktan almaya başlamıştır. Kani Karaca, bir keresinde Ali Nergis Hoca’yla çalışmasıyla ilgili olarak “Kur’anda bir sayfa seri okunursa yaklaşık beş dakika sürer. Bir sayfayı yüz kere üst üste okuturdu, tekrar ederdim.” diyerek nasıl ezber yaptığını anlatmıştır.

Sesinin üstün özellikleri halkevlerindeki programlarda fark edilip, bazı Adanalı tüccarlar yardımı ile İstanbul’a götürüldüğünde Beyoğlu Yeraltı Camii İmamı Hafız Üsküdarlı Ali Efendi’den dersler almaya devam etmiştir. Bu sırada da Hacı Şefika Hanım Camii
İmamı Neyzen Abdi Er Hoca’dan da hem eğitim almakta ve hem de klasik müzik makamlarını öğrenmeye çalışmaktaydı. Ayrıca halkevlerindeki amatör Türk müziği konserlerine giderek, Ankara radyosundaki fasıllar ve klasik müzik konserlerini de dinleyerek müzik kulağını geliştirmeye çalışmıştır.

O sırada, Münir Nurettin Selçuk, Safiye Ayla ve Suzan Yakar Rutkay çok popülerdi, radyolarda program yapardı ve plakları çıkardı. Kani Karaca, bu sanatçıların icraları ile Şükrü Tunar, Ahmet Yatman ya da Haydar Tatlıyay gibi virtüözlerin taksimlerini dinleyerek Türk müziği makamları çerçevesinde  kulağını çok geliştirmeye çalışmıştır. Sadettin Kaynak, 1952-53 yıllarında Süleymaniye Camii’nde Kore şehitleri için düzenlenen mevlitlerde mevlithan olarak yer almaktaydı. Kani Karaca bu mevlitlere katılır, Sadettin Kaynak ile tanıştırılır. Bundan sonraki eğitimine onunla devam eder. Bu dönem ile ilgili olarak “Notaları arkadaşlarıma yazdırtırdı, sesi ile hepsinden örnek verirdi, sonra tekrar ettirirdi… Notasıyla okumayı böyle öğrendim ve bütün notaları beynime nakşetti.” demiştir. Sadettin Kaynak, Kani Karaca’ya Sıraselviler’deki evinde yıllarca ücretsiz dersler vermiştir. Karaca daha sonra tekniğini ve bilgisini geliştirmesi için Sadettin Heper, Nuri Halil Poyraz, Refik Fersan, Münir Nurettin Selçuk ve Alâeddin Yavaşca ile tanışıp kendini geliştirmiştir. 1955’te ise Mesut Cemil Tel ile tanıştırılmış, radyoda ilk kez Acem Buselik okumuş, çok beğenilmiş ve daha sonra da radyoda kayıtlara girerek Mesud Cemil Tel, Vecihe Daryal ve Ruşen Ferit Kam eşliğinde 80 dolayında klasik eser seslendirmiştir.

ULUSLARARASI TEMSİL

Karaca, yurt dışında çok sayıda Klasik Türk müziği konseri vererek ülkemizi pek çok yerde temsil etmiştir. Bir süre, Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nda hocalık yapmış ve kudümzenlik eğitimi vermiştir. Ayrıca İstanbul Radyosunda da kadrolu sanatçı olarak çalışmıştır. Karaca, “Gerek dini musiki olsun ve gerekse gayri-dini, her birinin ayrı bir özelliği ve zevki var. Dini musiki eserleri okuduğunda bambaşka bir inşirah duyuyorsun… Diğer eserleri okuduğunda da her birinin besteleniş tarzı yani ayrı bir ruhaniyeti var. Ben bunu hissediyorum. Tabii bu tavrı, eski hocalarımızdan duyarak elde ettik… Onların talimatlarıyla öğretiş şekliyle biz, bir dini eser nasıl okunur, bir gayri-dini eser nasıl okunur, öğrendik.” demiştir. Karaca, yıllarca Mevlana’yı anma törenlerinde, Şeb-i Arûs törenlerinde saz eserlerini icra eden grup olan mutribde kudümzen olarak yer almıştır ve törenin başında söylenen Naat’ı Mevlana olarak bilinen ve Itri tarafından bestelenmiş rast makamındaki eseri seslendirmiştir.

GENİŞ UFUKLAR

1996 yılında, Cemil Reşit Rey Konser Salonu’nda, “Osmanlı’da Müzik ve Etkileşim” başlıklı bir konser düzenlenmiştir. Kani Karaca da burada cami ve tasavvuf müziği örneğini vermek üzere sırasını beklemekteydi. O sırada sahnede, İstanbullu Musevi cemaatinden dört kişilik bir hazan (okuyucu), İbranice bir eser icra ederken Kani Karaca dizine vurarak usul ile müziğe katılmıştır. Aynı zamanda da alçak sesle hazana eşlik etmiştir. Buna çevredekiler pek bir şaşırınca durumu anlatmıştır. Birisi segâh ve diğeri bayati makamındaki bu iki eser, bestesi Yeuda Benereya’ya ait Ya Kadoş ve Moiz Kordova’ya ait Uri-Uri’ydi. Kani Karaca, hocası Sadettin Heper’in yardımıyla Kuledibi Havrası’nda, Musevi vatandaşlarımızın klasik Türk müziği makamları ile bestelenmiş, İbranice güfteli eserler söylediğini duyarak havraya zaman zaman gittiğini, bu arada eserlerden bazısını da birlikte söyleyerek ezberlediğini anlatmıştır. Bu konserlerinicrasını dinlerken ve katılırken Koro Şefi David Behar ile tanışıp dost olduğunu ve böylece İbranice güfteli bu müziğe de çok aşina olduğunu belirtmiştir.

Göz hastalıkları ile ilgili tedavilerin çok sınırlı olduğu dönemlerde, toplumun kendi imkân ve koşulları ile rehabilite etmeye çalıştığı görme engelli hafızlardan birisi olarak Kani Karaca, sadece seçkin ve gür bariton sesi ile değil, çok yüksek bir merak ve şevk ile bu yolda yürümüş, kendini eğitmiş ve bu alanda tüm imkânları değerlendirmiştir. Aynı zamanda dinsel ve dinsel olmayan musikide, tüm dinleri ve sesinin yettiği tüm sanatsal alanı kapsayacak kadar çok çalışmış hatta çoğu gören kişiye göre çok daha geniş ufukları görmüş ulu şahsiyetlerden birisi olarak bu topluma güç ve renk katmıştır.

YARARLANILAN KAYNAKLAR:

1. Kani Karaca, Boyut yayın Grubu. CD Kitap. www.boyut.
com.tr
2. İlhan Ersoy, EÜ Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı
Dergisi 2017 (11): 1-16. Müzikte tür kavramı: Müzik
türleri sınıflandırmasında yeni bir model önerisi.
3. Cem Behar, Musikiden Müziğe – Osmanlı/Türk Müziği:
Gelenek ve Modernlik, Yapı Kredi yayınları, 2005 İstanbul.
https://islamansiklopedisi.org.tr/karaca-kani
https://islamansiklopedisi.org.tr/heper-sadettin
https://defter-i-ussak.blogspot.com/2014/12/nat-mevlana. html
https://www.neyzen.com/ney_mevlevilik.html
https://www.youtube.com/watch?v=atgjpy8wdj0
https://gezilmesigerekenyerler.com/yeralti-cami-beyoglu
https://www.sabahulkesi.com/2015/08/29/ osmanl%C4%B1-musevi-musikisi-ve-sufiba% C4%9Flant%C4%B1lar%C4%B1-edwin-seroussi/

Ophthalmology Life 37. Sayı