Nihat Sami Banarlı’nın Türkçe hassasiyeti üst düzeydeydi. O, özellikle ideolojik sebeplerle kelimelerin milliyetlerine inip onların hor ve hakir görülmesine şiddetle karşıydı. Bu işi hoyratça yapanları gaflet içinde olmakla ve cehaletle suçluyordu. Ona göre kelimelerin de tarihi vardır. Bu necip millet dilden atılmaya kalkılan o kelimelerle duymuş, onlarla düşünmüş, birbirlerini ve evlatlarını o kelimelerle sevmiş, bu kelimeleri işleyip güzelleştirmiş, musikisiyle de seslendirmiştir. Artık o kelimeler anamızın sütü kadar helaldir bize.
Türkçe üzerine kafa yoran Nihat Sami Banarlı, dilde tasfiyeciliğe hiçbir zaman sıcak bakmamıştır. Ona göre sığ bir anlayışla ve politik gerekçelerle dilden kelime atmak kültürel barbarlıktır. Attığınız kelimenin yerine yenilerini koysanız da, atılan o kelimenin boşluğunu dolduramazsınız. Zira o kelimeyle yazılan şiirler, romanlar ve hikâyeler vardır. Söz konusu kelime, bu metinlerde boynu bükük olarak bilinçaltında yaşamaya devam eder. Rüyalarınıza girer; kâbusunuz olur. Zira Türkçe cinasların ve mecazların yoğun olduğu zengin bir dildir. Kelimeler bir araya gelerek adeta bir aile oluşturmuşlardır. O birliktelikten büyülü mânâ kümeleri oluşturulmuştur. O mânâ kümelerini oluşturan kelimelerden birini koparıp atmak, aileyi dağıtmak kadar tehlikelidir. Örnek verecek olursak; “adam, zat, şahıs” kelimeleri yerine “kişi” kelimesini getirip bu kavramları sadece bununla karşılamak dili fakirleştirir.
Banarlı’ya göre, iğreti durmamak ve kontrollü olmak şartıyla, bir dilin başka dillerden kelime alması sanıldığı kadar korkulacak bir şey değildir. Tarih boyunca şanlı bayraklarını üç kıtada dalgalandıran Türkler hâkim oldukları milletlerden vergi, baç ve mahsul aldıkları gibi kelime de almışlardır. Medeniyetler arası ilişkileri düşündüğümüzde bu kaçınılmazdır. Fakat Türkler bu ecnebi kelimeleri kendi kültür ve medeniyet potalarında eritmeyi bilmişlerdir.
Bir zamanlar Öztürkçecilerin dilimize ısrarla sokmak istediği kelimelerin çoğunun Çince, Moğolca, Soğdca ve Yunanca olduğu görülür. Peki, Banarlı onlara niçin karşı çıkmıştır? Banarlı’ya göre Öztürkçecilerin yaptığı en büyük yanlış bunu doğal akışı içinde değil, zorlamayla yapmış olmalarıdır. Onların yaptığı kelime alışverişi değil, dilde var olan kelimeleri kapı dışarı edip onların yerine yeni kelimeler empoze etmektir. Bu da dilin doğal akışını bozmuştur. Kelimelere kendi anlamları dışında siyasî misyonlar yüklenmiş, Türkçe siyasete alet edilmiştir. Bu da toplumda ayrışmalara ve kamplaşmalara neden olmuştur.
Banarlı’ya göre dilde kelime alışverişi ve tabiî etkileşim kaçınılmazdır. Zira dünyada öz dil yoktur. Bazı cahil kesimlerin öz dil olduğunu iddia ettikleri Latincenin bile yarısı Yunan dilinden alınan kelimelerle doludur. Latinceye binlerce kelime veren Yunanca da Makedonya, Anadolu, Suriye ve Mezopotamya dillerinden çok sayıda kelime almıştır. İslâm’la tanışmamızdan sonra Türkçeye binlerce kelime veren Arapçaya gelince, bu dilin de başta İbranice olmak üzere; Yunanca, Latince, Sanskritçe ve Farsçadan kelime aldığı görülür.
Banarlı’nın dilde muarız olduğu konulardan biri de ne idüğü belirsiz uydurma kelimelerdir. Ona göre Türkçede karşılığı olmayan bir kavram için yeni bir kelime oluşturma ihtiyacı duyuluyorsa bu, bir kişinin dayatmasıyla değil, ortak aklın, yani halkın kararıyla olmalıdır. Bunun da yolları üç aşağı beş yukarı bellidir. Kelime ihtiyacı karşılanırken ya mevcut köklere uygun ekler getirilir, ya da kelimeler bir araya getirilerek birleşik kelimeler yapılır. Fakat hilkat garibesi ekler ve kökler uydurulmaz. “Ben yaptım oldu” denilemez. Nasıl ki vaktinde doğmayan cenin düşük olursa, kaidesiz oluşturulan kelime de öyle düşük olur.
Banarlı, Osmanlı dilini ve medeniyetini içselleştirmiş bir münevverdi. Bugünlerde Osmanlıca diye tabir edilen Osmanlı Türkçesinin aslında Türkçeden ayrı bir dil olmadığı görüşündedir. Bu dili Türkçe dışında bir dil olarak göstermek için bu ifade yaygınlaştırılmış. Nihat Sami Bey, başta Arapça ve Farsça olmak üzere; Yunanca, Latince, İtalyanca, Sırpça, hatta Ermenice kelimelerle zenginleştirilen bu dilin her Türk aydını tarafından özgün alfabesiyle öğrenilmesinin ve yaşatılmasının millî bir vazife olduğunu söylemektedir.
Banarlı’ya göre dili gramerci bir bakış açısıyla inceleyip gramer kurallarına uymayan kelimeleri dışlamak ve dilden atmaya kalkmak bir çeşit soykırımdır. Biz yabancı dillerden aldığımız kelimeleri dilimizin ses yapısına uydurarak onlara yeni bir şekil vermişiz. Yani aldığımız dildeki hâliyle kullanmamışız. Bu kelimeler artık bizim bir parçamız olmuştur. “insan, meydan, beyaz, dünya, İstanbul, Üsküdar” kelimelerini “Büyük Ünlü Uyumuna uymuyor” diye Türkçe saymamak ve onlara mesafeli durmak bağnaz bir dil milliyetçisinin yapacağı işlerdir. Bizler Acem’in “came-şuy”unu alıp “çamaşır”, “kûşe”sini alıp “köşe” “gul”unu alıp “gül”, “bad-ı heva”sını alıp “bedava”, “badincan”ını alıp “patlıcan”, “nerdüban”ını alıp “merdiven”, “çar-çube”sini alıp “çerçeve” yapmışız. Arapçadaki, “sahih”i “sahi”, “sahlab”ı “sâlep”, “minara”yı “minare” diye dilimize katmışız. “mekatib” yerine “mektepler” demişiz. Bizanslılardan aldığımız Aya-Nikola’ya “İnegöl” demişiz. Fena mı?
Nihat Sami Bey, akil bir insan olarak dilde, dinde, kültürde ve medeniyette bugün geldiğimiz menfi noktayla ilgili olarak şu isabetli teşhiste bulunuyor. “Düşmanlarımızın bizden çalıp koparmak istedikleri üç tılsım vardır: Birincisi; milleti birbirine bağlayan tek ve güzel bir dil. İkincisi; Türk milletini tam bin yıl dünyanın en ahlâklı, en medenî ve en büyük kuvveti hâline getiren Türk Müslümanlığı. Üçüncüsü ise Türk çocukları için daima büyük şeref ve güven kaynağı olan millî tarih ve ecdat sevgisi. Dikkat edersek açıkça görülüyor ki elimizden gidenler hep bunlardır. Bugün artık birbirimizin dilini bilmiyor, değerini anlamıyor, inanışını küçümsüyor ve birçoklarımız kendi tarihimize küfürler savurarak yetişiyoruz.”
Milletini seven münevver insanlar teşhiste bulunup geri çekilmezler; çözüm yollarına da kafa yorarlar. Derdimizi teşhis eden Banarlı, tedavi yolunu da bakın nasıl gösteriyor: “Türkçeyi sevmek ve anlatmak için önce Türk milletini sevmek, milletimizin bir tarih boyunca emek verip yarattığı her millî eseri sevmek ve anlamak lâzımdır. Bunun için milletimizin tarihte ve coğrafyada kurduğu medeniyetlerin karakterini bilmek ve Türk dilinin Türk medenî karakterine aykırı olduğunu ve olabileceğini sanacak kadar büyük ilim hatalarına düşmemek icap eder. Ancak böyle bir görüş zaviyesinden bakabilmek şartıyladır ki mukayeseli diller metoduyla çalışılarak Türkçenin önce Asya dilleri, sonra dünya dilleri arasındaki yeri, değeri ve millî karakteri güneşte ışıldamış gibi parlak ve doğru görünür.”
“Şu fâni dünya saadetleri içinde hiçbir şey aziz Türk çocuklarına Türk dilini öğretmek kadar güzel hizmet değildir.” diyen Banarlı’ya göre Türkçe bir imparatorluk dilidir. Bu dil hepimizin ortak zenginliğidir. Bu dili öğretmek sadece okulların ve öğretmenlerin görevi değildir. Dil evvelâ ailede öğrenilir. Bu hususta anne babalara büyük görevler düşmektedir.
Nihat Sami Banarlı’nın kültür ve edebiyatımıza yaptığı hizmetler saymakla bitmez. Onun, ölümünden sonra kültür hayatımızda bıraktığı boşluk hâlâ doldurulamamıştır. Onun bize bıraktığı kıymetli eserleri gençlerimizle buluşturarak yozlaşmanın önüne geçmeliyiz.
Ömrünü bu millete millî şuur kazandırmaya yönelik hizmetlerle geçiren Banarlı, 14 Ağustos 1974’te aramızdan ayrılmıştır. Kabri Aşiyan Mezarlığı’ndadır. Ruhu şad olsun.