Kırık Kalp Sendromu ve Boşanma

Daha önceden En azından bir kez terk edilmiş herkesin bileceği üzere sevgiliden ayrılmak insana ciddi şekilde acı verir. 3-5 aydır birlikte olduğunuz birinden ayrıldığınızda bile canınızın nasıl acıdığını ve hayatın ne kadar boş hissettirdiğini ve düşünün.
Şimdi bir de 25-30-35 senenizi paylaştınız beraber belki 2-3 çocuk yaptığınız yetişkinlik hayatınızın yarısını belki daha fazlasını geçirdiğiniz kişiyle yollarınızı ayırdığınızı düşünün. Bunu hayal etmek çok zor olmasa gerek çünkü evliliklerin %47 kadarı boşanmayla sonuçlanıyor. Gerçi boşananların yüzde yetmiş kadarı tekrar evleniyor ama ikinci ve sonraki evliliklerde genelde İlkinden bile daha kısa sürede boşanma ile sonuçlanıyor.
Evlilik gerçekten çok tuhaf bir şey ama sonuç olarak kalp kırılmasının sebep olduğu acıyı deneyimlemek için illa evlenip boşanmanıza gerek yok. Lisede veya üniversitede terk edilmenizde yeterli olur.

Peki bu ayrılık acısının sizi öldürebileceğini biliyor muydunuz?

Aşkla ilgili en yaygın olarak inanılan mit aşkın kalple ilgili bir duygu olduğu konusu. Bunun sebebi aşık olduğumuzda, hele ki aşık olduğumuz kişinin civarında bulunduğumuzda “Kaç veya Savaş” adını verdiğimiz çok İlkel bir dürtünün devreye girmesi. Bu durumda beyin böbrekleri uyararak Kanaepinefrin ve Norenefrin salgılanması emrini veriyor. Bu hormonlar kalbe ulaştığında kalbin daha hızlı çarpmasına neden oluyorlar. Çünkü vücudun kol ve bacak gibi kaçmakta veya savaşmakta kullanılacak organlarına daha fazla enerji, dolayısıyla daha çok kan gönderilmesi gerekiyor. Bu birden hızlanan kalp ritmi sanki kalbini sıkışıyormuş gibi hissetmenize neden oluyor. Hepsi bu

Yoksa kalbinizin aşık olduğunuzdan falan haberi bile yok! Kalp dediğimiz şey bir kan pompasından ibaret. Mesela aynı hormonlar kaçma veya savaşma durumunda gereksiz olan sindirim sisteminin faaliyetini de yavaşlatıyor ve bu da mide ve bağırsaklarda bir büzüşme algılamanıza neden oluyor. Aşıkken deneyimlenen karında kelebek uçuşması hissi de işte bundan kaynaklanıyor.
Ama kimse ince bağırsağın veya ne bileyim dalağın aşk organı olduğunu söylemiyor mesela.
Anlayacağınız aşkı kalple ilişkilendirmeyi bırakmamız gerekiyor. Aşk da diğer bütün duygular gibi beyinde başlayıp beyinde biten bir duygu. Ama her duygu gibi onun da vücudun birçok noktasında belli başlı etkileri var.

anlaşmalı boşanma protokolü

Aşkın kalple ilgili değil de beyinle ilgili olduğunu anladığınız anda birçok deneyiminizde birdenbire mantıklı olmaya başlıyor.
Mesela aşk sırasında deneyimlediğiniz şeyler madde bağımlılarının uyuşturucu alkol veya tütün gibi kimyasallar sayesinde deneyimledikleriyle çok benzer.
Düşünsenize; aşık olduğunuzda salgılanan oksitosin hormonunun diğer adı bağlanma hormonu. Partnerinizle zaman geçirdikçe hem oksitosin salgılıyorsunuz hem de serotonin ve endorfin gibi mutluluk hormonlarını salgılıyorsunuz.

Bunlar aşk sırasında kendinizi daha iyi hissetmenize neden oluyor ama bu bir bağımlılık döngüsü yaratıyor. Kendinizi daha iyi hissettikçe o hormonlardan daha çok salgılamak istiyorsunuz vücudunuz bunu aramaya başlıyor. Bu hormonları daha çok salgıladıkça o kişiye daha da çok bağlanıyorsunuz ve bu da aynı seviyedeki hisleri daha çok hormon istemenize neden oluyor ve bu kısır döngü böyle doygunluğa ulaşana kadar devam ediyor.
Bu tam bir bağımlılık tam… Ama sevdiceğinizle ayrıldığınızda ne oluyor? O hormon içinde yüzen beyninizin en temel, en ilkel parçaları bilmiyor ki ayrılık ne demek. O hormonları istemeye devam ediyorlar. Halbuki siz biliyorsunuz ki artık o yok!

Ama bilinciniz bu ilkel parçalara söz geçiremiyor. Beyninizde ateşlenen sinyaller sürekli olarak bununla ilgili anılarınızı ve dürtülerinizi tetikleyip o dürtüleri tatmin edecek şekilde sizi onu aramaya ve bulmaya itiyor ama nafile… Yok ki! Gitti bitti…
Yani kalbiniz mecazi anlamda kırıldığında hiç de mecazi olmayan bir olay yaşanıyor! Beyin kimyanız değişiyor vücudunuz artık yeterli miktarda oksitosin, serotonin ve endorfin salgılayamıyor. Çünkü bu salgıları tetikleyen unsur artık ortada yok.

Vücudunuz hem kimyasal olarak hem de psikolojik olarak o eski hormon seviyesine alışmıştı. Hücreleriniz bu seviyedeki hormonları bulamadıklarında düzgün çalışamıyorlar ve fizyolojiniz bozulmaya başlıyor. Öyle ki aşk acısı çekenlerin beyinlerinde aktifleşen bölgeler yumruk yeme veya ateşe dokunma gibi fiziksel olarak canınızı yakan olaylar sırasında aktifleşen bölgelerle aynı.
Bu nedenle ayrılık acısı bedeninizin genelinde acı ve ağrıya neden oluyor. Tabii sebep ister aşk olsun ister size saldıran bir avcı olsun hiç fark etmez. Vücudunuzun tüm bu sıkıntılarla başa çıkması gerekiyor.

Bu noktada yardıma koşan ilk şey Morfin oluyor. Yok yok uyuşturucu amaçlı kullanılan sentetik morfinden söz etmiyoruz. Beyninizin salgıladığı endojen morfinden, yani popüler tabiriyle endorfinden söz ediyoruz. Ama evet bunlar hastanelerde yasal olarak veya sokaklarda yasa dışı bir şekilde kullanıldığı üzere ağrı kesici ve uyuşturucu görevi görüyor ve sizi acılarınızdan arındırmaya çalışıyor.
Ama bu yavaş bir süreç öyle ha deyince düzelecek bir sorun değil. Dolayısıyla vücudunuzun kısa vadede fizyolojik dengesizlikle mücadele etmesi gerekiyor ve bu nedenle yüksek miktarda Kortizol yani stres hormonları salgılanmaya başlıyor. Bu sayede beyniniz artan fizyolojik aktivite ile başa çıkabilmek için ihtiyaç duyduğu şekeri daha kolay bulabilmeye başlıyor. Ama bir yandan da damarlarınızı sıkıştırarak kan basıncınızı arttırıyor.

Bu nedenle daha çok ve daha derin nefesler almanız gerekiyor ve aşk acısı çekerken nefesini sıkışıyormuş gibi veya panik atak geçirmek üzereymişsiniz gibi hissetmenize neden olan şeyde işte bu!
Ama aynı zamanda korku ve stresle mücadele edebilmek için adrenalin ve dopamin gibi katekolamin seviyeleri de hızla artıyor. Bu hormonlarda her salgılandıklarında kalp ritminizin ani ve hızlı bir şekilde değişmesine neden oluyor ki aşk acısı çekerken de tıpkı aşıkken olduğunuz gibi kalbinizin sıkıştığını hissetmeniz işte bundan.
Ama bu katekolaminlerin çok ilginç bir yan etkisi var. Su da dahil her molekülün toksik olduğu yani zehre dönüştüğü bir doz var. Maruz kalınan molekülün tipi, miktarı, maruz kalınan süre ve maruz kalma biçiminiz bu zehirlenme dozunu direkt olarak belirliyor.
Mesela katekolaminler sinirlerden direkt olarak kalbe bol miktarda salgılandıklarında, kalp kasının donakalmasına yani fonksiyonunun azalmasına neden oluyorlar. Dahası, kan dolaşımında artan adrenalin damarların kasılmasına neden oluyor. Yine kan basıncınızı artıyor ve kalbiniz aynı miktarda kanı pompalayabilmek için daha çok çalışmak zorunda kalıyor.
Yani aşk acısından kaynaklı hormonal değişimler kalbe ek bir yük bindiriyor. Bu da kalbin kendisini besleyen koroner damarlarda spazma yani kasılmaya neden olabiliyor.

Bu olduğunda kalbe yeterince besin ve oksijen gidemiyor. Yani çektiğiniz aşk acısı yüzünden kalbinizin stres altında daha da çok çalışabilmek için ihtiyaç duyduğu ek besinlere erişimi azalıyor.
İşte tüm bunlar bir arada işlediğinde kalbin her bir kasılması sırasında pompalayabildiği kan miktarı da giderek azalıyor. Bu miktar belli bir seviyenin altına düştüğünde ve bu zincirleme sorunlar giderek büyüdüğünde aşk acısı çeken kişinin sancıları kalp kriziyle ve dolayısıyla kişinin ölümüyle sonuçlanabiliyor.
İşte aşırı duygusal yük nedeniyle yaşanan kalp kası zayıflamasına “Kırık Kalp Sendromu” diyoruz.
Hastalığın ilk keşfedildiği yer olan Japonya’da buna “Takotsubo Kardiyomiyopatis” deniyor. Takotsubo Japoncada ahtapot tuzağı demek. Çünkü aşırı aşk acısı çeken insanların kalbi özellikle de sol karıncıkları büzüşerek ahtapot avlamakta kullanılan bir kapana benzer bir hale geliyor. Yani aşk acısı kalbinizin şeklini bile değiştiriyor.

Biz bunu hep aşk acısı üzerinden anlattık ama buna sebep olan tek şey tabii ki aşk acısı değil. İşyerinde veya okulda yaşadığınız aşırı stres, abartılı düzeylerde egzersiz yapmak, çok fazla fiziksel yük altında kalmak gibi kalbi yoran faaliyetler sonucunda da yaşanabiliyor aslında kırık kalp sendromu.
O kadar da yaygın bir sorun değil bu sendrom. Tüm miyokard enfarktüs vakalarının yani basitçe kalp krizi geçirenlerin sadece %1 ile 3 arasında oluşturuyor. Ama bu ufak azınlığın %70-80 kadarı aşk acısı gibi duygusal stres altında kalarak kalp krizi geçiriyor.
Ayrıca görünen o ki bu sorun kadınları çok daha ağır etkiliyor. Çünkü vakaların %90 kadarını kadınlar. Özellikle de menopoz sonrası dönemdeki kadınlar oluşturuyor. Bunun en muhtemelen nedeni östrojen hormonu, dolayısıyla biraz önce bahsettiğimiz katekolamin salgısı miktarlarında daha yüksek olması.

Eğer 50 yaşın altındaysanız aşk acısı çektiğiniz için ölmekten korkmanıza gerek yok çünkü bu az miktardaki vakanın sadece %3 kadarı 50 yaşın altındaki bireylerde görülüyor.
Aşk acısı çekerken panik atak geçirmek üzere olduğunuzu, nefesinizin daraldığını, karnınızın ağrıdığını, kalbinizin çalıştığını falan hissedebilirsiniz ama bunların bir kalp krizine dönüşme ihtimali en azından gençlerde epey az.
Öte yandan aşk acısının size zarar vermesi için illa ölmeniz gerekmiyor. Altında kaldığınız yoğun psikolojik yük depresyon gibi çok ciddi sağlık sorunlarına sebep olabilir ve işte aşk acısının sizi alt etmesine izin vermemek için yapabileceğiniz bazı şeyler var.
Öncelikle yaşadığınızın tamamen normal ve evrensel bir deneyim olduğunu anlayarak başlayın.
Ne diyor Marie Curie: “Hayatta korkulacak hiçbir şey yoktur, sadece anlaşılacak şeyler vardır. Ve şimdi anlamak zamanıdır, daha çok anlayacağız ki daha az şeyden korkabilelim.”
Üstada kulak vermek gerek. Bir ayrılık sonrasında kendinizi eksik, değersiz, beceriksiz, yalnız, üzgün ve öfkeli falan hissetmeniz tamamen normal. Bunları herkes öyle veya böyle yaşıyor her ne kadar dışarıdan her zaman pek öyle gözükmese de.

Ayrılıktan sonra yaşam biçiminizde bazı önemli değişimler olacağını anlamanız gerekiyor. Mesela partnerinizle düzenli olarak yaptığınız bazı şeyleri, örneğin sinemaya veya parka gitmeyi yapamayabilirsiniz ve alışa geldiğiniz düzeninizin değişmesi psikolojik sağlığınız üzerine ek bir yük bindirecek. Dolayısıyla kendinize yeni bir normal yeni bir rutin yaratmanız gerekiyor. Belki yeni hobiler edinebilirsiniz veya yeni arkadaşlıklar kurabilirsiniz.
Kaçındığınız soruların ve duyguların üzerine gitmeye çalışabilirsiniz. Yani sadece acınıza odaklanıp kendiliğinden geçmesini beklemek yerine eski ilişkiniz üzerine daha iç görülü bir şekilde, daha derinlemesine düşünmeye çalışabilirsiniz. Çünkü unutmayın bunların her biri sizin için bir deneyim. Sizi daha da olgunlaştıran birer süreç.

Mesela biten ilişkiniz size nasıl hissettiriyordu? Bu ilişkiden ve bitiş biçiminden neler öğrenebilirsiniz?

Bir sonraki ilişkinizde olmasını istediğiniz veya istemediğiniz şeyler neler? İlişkiniz gerçekten sağlıklı mıydı? Yoksa aslında mutlu olmadığınız ilişkinizi şimdi sırf bittiği için romantize mi ediyorsunuz? Bunlar çok önemli sorular!
Bu gibi durumlarla karşılaştığınızda kendinize bir iyilik yapın ve yardım alın!
İnsanlar genellikle psikolojik hastalıkları öcü gibi görüyorlar. Karaciğeriniz, böbreğiniz, karnınız ağrısa doktora gitmez miydiniz? Yardım almaz mıydınız?
Peki beyniniz acıdığında neden yardım almıyorsunuz?

Arkadaşlarınıza, ailenize açılmak veya alanında uzman bir terapiste gitmek, en azından kaybolmuşluk hissinizi azaltabilir. Size bir yön duygusu kazandırabilir.
Bunlar utanılacak veya ayıplanacak şeyler değiller. İnsan sosyal bir hayvan ve o sosyal ilişkilerin insani yani zihni yani psikolojisi üzerinde fiziksel bir etkisi var ve bu tür sorunların da doktorları var. Yardım almaktan çekinmeyin.
Ayrıca şunu da unutmayın; siz bilinçli olarak bu duygularla mücadele ederken bilincinizin dışında kalan beyninizde aşk acısının fizyolojik etkilerini atlatmak için aktif bir şekilde çaba gösteriyor. Bu sırada beyninizdeki nöral bağlantılar yeniden düzenleniyor. Hormon seviyeleriniz gözden geçiriliyor. Tüm bu iyileşme süreci ortalama 3-6 ay kadar sürüyor Dolayısıyla aşk acısının öyle 3-5 günde geçmesini beklemeyin.

Ama zamanla hafifleyecek…
Çünkü evrimsel süreçte zorluklarla mücadele edebilmek için kazandığımız özellikler, giden sevgilinin ardından da devreye giriyor ve beynimiz zamanla iyileşiyor. Acılar kayboluyor.
Umarız hiçbir zaman böyle bir acı tatmak zorunda kalmazsınız diyeceğiz ama kimi kandırıyoruz. Ya tattınız ya da tadacaksınız. Dolayısıyla bir dahaki sefere bu acıyla yüzleştiğinizde bedeninizde olan biten değişimleri artık biliyorsunuz. Daha da önemlisi artık biyolojiden ve psikolojiden yardım alarak onunla nasıl savaşacağınızı da biliyorsunuz.
Merak etmeyin zaman içinde her şey yoluna girecek…

Kaynak:Evrim Ağacı

Bu konu hakkında bezner makaleler için tıklayın

5/5 - (1 vote)