Kocanız kredi kartı ekstresini saklıyor mu!

Dün “Deprem yardımlarını söz verip ödemeyen şerefsizler bu paraları ödedi mi, ödemedi mi?” diye sordum.

Ödenmeyen para az buz değil 41 milyar TL idi.

O günkü kurdan 2 milyar 200 milyon dolardı.

Bugün ise 1,5 milyar dolar. Ödemeyenlerin dolar olarak kârı 700 milyon dolar. Yani söz verdikleri miktarı ödemek için bugün o 41 milyarı ödeyip, üzerine bir de 18,5 milyar daha ödemeleri lazım.

Ama biz o 41 milyarın ödenip ödenmediğini bile öğrenemiyoruz.

Dün benim yazdığım bu mesele ile ilgili Türkiye’nin “sözde” en yüce kurumuna, TBMM’ye bir önerge verildi.

Basitçe “deprem yardımlarının ödenip ödenmediği ve ödenen kısmın nerelere nasıl harcandığı” soruluyordu.

Gayet makul, bu ülkede yaşayan ve kafası biraz çalışıp, bir katre dahi olsa vatandaşlık bilincine sahip olan herkesin merak ettiği bir soruya yanıt aranıyordu.

Bu soruya yanıt verilmesi, iktidar koalisyonunun oyları ile reddedildi.

Akıl alır gibi değil.

Dürüst, işini yapan biri “Bu parayı nereye harcadın?” sorusuna yanıt vermekten niye kaçar, nasıl kaçar!

Yıllarca yöneticilik yaptım. Gazete yönettim, televizyon yönettim, muhtemelen yüz milyonlarca liralık harcamalar yaptım. Ve hep istedim ki, yatırımcılar benden yaptığım bu harcamaların hesabını sorsun ki, dürüstlüğümü kanıtlayabileyim, kuruş kuruş hesap verebileyim. Verdim de.

Daha basit sorayım.

Mesela siz hanımefendiler, kısıtlı bir aile bütçeniz var iken, eşiniz sizden yaptığı harcamaları saklıyor, nereye ne verdiğini gizlemeye çalışıyor, kredi kartı ekstresini sizden kaçırıyor ise siz kocanıza güvenir misiniz!

Yoksa bir haltlar karıştırdığını mı düşünürsünüz!

Kendine güvenen, yaptığı işin doğruluğuna güvenen, hesap vermekten, şeffaf olmaktan kaçmaz, kaçınmaz.

Eğer kaçıyorsa, vardır bir numarası.

Koca örneğinden gidersek, ya metresi ya kötü bir alışkanlığı…


O sorunlar deprem bölgesine has değil

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın deprem bölgesini izlenimlerini aktardım iki gün önce.

Gördüğü sorunları yazdım.

Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş da bu sorunlara dikkat çektiği için Bakan Koca’ya teşekkür etti.

Ancak Bakan’ın “sağlık alanında sorunlar minimal” demesi ile ilgili bölgeden itirazlar geldi. Pek çok vatandaş, hastanelerdeki kuyruklardan, sağlık sistemine ulaşamamaktan şikayet eden mesajlar gönderdi; bölgedeki hekimlerin aktardıkları ise ayrı bir mesele, onları ayrıca toparlayıp aktaracağım.

Bu yazacaklarım, içleri yanan vatandaşların yüreğine su serper mi bilmiyorum ama deprem bölgesinde sağlık hizmetlerine ulaşım ile ilgili bahsettikleri sorunlar deprem bölgesine has değil, sorun genel.

Sürdürülebilir olmayan bir sağlık sistemi kurulduğunu başından beri tüm uzmanlar söylüyordu, üstüne bir de ekonomik kriz gelince sistem iyiden iyiye aksamaya başladı.

Buna da bir de hekimlerin maruz kaldığı muamele ve pek çok hekimin yurt dışına gitmesi de eklenince sistem birkaç yıla kalmadan bugünü bile aratır hale gelecek.

İlaç sorunu ise giderek büyüyor. Videolarda bahsettim, 15 gün kadar önce hastalandım. Doktorum önce basit bir grip ilacı yazdı. Bir de pastil.

İkisi de eczanelerde yok. Hastalık uzayınca, testler falan yapıldı ve sonunda solunum yollarımda iki virüs ile bir bakteri olduğu anlaşıldı.

Bir anti viral, bir de antibiyotik verdi doktor.

Her ikisi de yok. Birinci muadiller de yok.

Sonunda tam da muadili olmayan bir ilaç ile tedaviye başladık. Hâlâ tam düzelemedim.

Konuştuğum eczacılar dertli.

“Hastalara ve hasta yakınlarına, ‘O ilaç yok, bu ilaç yok’ demekten utanır hale geldik. En basit ilaç bile bulunmuyor. Eskiden zam gelecek diye ilaçlar ortalıktan kaybolur, zamla beraber yeniden piyasaya çıkardı. Şimdi artık zam da kesmiyor. Depolarda ilaç yok. Şu tarihte gelir diye bir umut da yok.”

Bir başka eczacının anlattıkları ise daha da acayip.

“Suriyeli göçmenlerin çok miktarda ilaç alıp, Suriye’ye gönderip orada karaborsadan para kazandıklarını duyuyoruz. Bazı ilaçlar bu yüzden ortalıkta yok. Bir de turistler var. İlaçlar Türkiye’de daha ucuz diye koli koli ilaç alıyorlar. Reçeteli ilaçlar için bile reçete uydurup aldıkları oluyor. En basit pastilden en hayati ilaca kadar hiçbiri bulunmuyor. Hep jenerik, hep muadil ama yakında onlar da kalmayacak.”

İlaç yokluğunun nedeni de aslında kötü ekonomi.

Faiz düşüreceğim diye bilerek veya bilmeyerek kurlar uçuşa geçirilince, ithal edilen etken madde fiyatları da yükseldi. Buna bir de ilaç sanayiinde ciddi bir gider olan elektrik fiyatlarındaki artış da eklenince, maliyetler çok arttı. Buna karşın Bakanlık firmalarla yaptığı anlaşmadaki kuru düşük tutunca, ilaç üreticisi zarar ettiği ya da kâr edemediği ilaçları üretmemeyi tercih eder hale geldi.

Anlayacağınız, bugün eczanede bulamadığınız ilacın da nedeni bir basit inattır.

Şimdi dönülen ama maliyeti sırtımıza bindirilen bir inat.


Merkez Bankası Başkanı’na abi tavsiyeleri

Geçmiş dönemde Türk bürokrasisinde önemli görevler üstlenmiş, sonrasında ise siyasete girip pişman olmuş bir eski üst düzey bürokrat dostum, Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan’ın bankacılarla yaptığı toplantıdan sonra dışarıya sızanlarla ilgili Merkez Bankası Başkanı’nı uyarma ihtiyacı hissetmiş.

Şöyle diyor:

“Merkez Bankası Başkanı iyiniyetli ve vasıflı. Ama Merkez Bankacılığının ilk şartı, ‘konuşmamak’tır. Bir başka deyişle konuşurken ‘hiçbir şey söylememektir.’

Meşhur anekdottur, Ronald Reagan, Paul Volcker’ın görevi sona erdiğinde yerine FED’e başkan adayı ararken, tercihini soran James Baker’a ‘Aday çok iyi İngilizce konuşsun ama konuşurken şey söylemesin.’ demiştir.

Alan Greenspan tam da bu kritere uyardı.

Merkez Bankası başkanları eğer bankacılarla toplantı yapacaklar ise -bu da tartışılır- dinlerler. Sonra söyleyeceklerini resmî açıklamayla (Bu batıda periyodik ve önceden planlıdır, bizde de eskiden öyleydi) söylerler ki, tüm yerli ve yabancı piyasa oyuncuları aynı sinyal ve mesajları aynı anda alsınlar, serbest piyasada herkes aynı enformasyonla oyununu oynasın.

Aksi haksız rekabet veya inside information iddialarına neden olur ve kurumu ve yöneticileri ve sonuçta devleti yıpratır.

Üstelik Merkez Bankası Başkanı’na atfen kulaktan kulağa aktarılan ve sızdırılan sözler de aslında çelişkiler içeriyor.

Eğer iddia edildiği gibi Başkan ‘Güçlü TL hedefliyoruz’ demişse, bir cümle sonra nasıl ‘Kuru korumak için rezerv satışı yapılmayacak’ der?

Ya aktarım yanlış ya da ifadelerin aslı.

Bunu nasıl bileceğiz?

Vakit geçirmeden Merkez Bankası’nın resmî bir açıklama yapması ve tabii Başkanının da kapalı toplantılarda ‘konuşmaması’ sayesinde…”


Duble kaymaklı

Bu yıl Motorlu Taşıtlar Vergisi (MTV) duble olacakmış.

Yani otomobilinizin vergisini iki katı ödeyeceksiniz.

Enflasyon yüzde 30, ev kirası artışı yüzde 25 ama Motorlu Taşıt Vergisi iki katı.

Şaşırdık mı!

Hayır.

Bakın Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turundan önce, 22 Mayıs günü ne yazmış bu garip kulunuz Fatih:

“Zayıf olasılık gibi görünen Kemal Bey’in kazanması, güçlü olasılık ise Tayyip Bey’in kazanması.

… kim kazanırsa kazansın Türkiye’de yaşayan insanları çok zor günler bekliyor. Seçimlerden sonra çok yüksek oranda yeni vergilerle karşı karşıya kalacağımız kesin.

…. (Erdoğan’ın kazanması halinde) bir süredir baskı ile değer kaybı yavaşlatılan TL’nin değer kaybı tutulamaz hale gelecek ve hızlanarak sürecek, halk giderek fakirleşecek, devlete kiraya verecek parası olanlar giderek daha yüksek gelir elde edecekler.”

Yani anlayacağınız ortada bir sürpriz yok.

Üstelik benden size söylemesi bu daha antre.

Ana yemek daha masaya konmadı.

Ama olsun.

Her yerden petrol, doğalgaz fışkırıyor. Togg var, drone var, Kaan da yolda.

NOT : Bu arada sahiplerine teslim edilen Togg sayısı da 808’i bulmuş. Ve Temmuz ayı itibarıyla yüzde 25 de zam geldi Togg’a. Sipariş kuyruğuna giren 172 bin kişi otomobillerini teslim alıncaya kadar daha kaç kez zam gelir Allah bilir.


Aziz Yıldırım çok haklı

Aziz Yıldırım, bir kez daha FETÖ meselesine dikkat çekti.

Ve dedi ki, “FETÖ hâlâ devlet içinde etkin. Hâlâ varlığını sürdürüyor ama iyi gizleniyor.”

Ben de Aziz Yıldırım gibi düşünüyorum.

Bugün Fethulah Gülen Örgütü hâlâ her yerde.

Sözde bir mücadele var ama ben bu mücadelenin samimi olduğu kanaatinde değilim.

Aziz Yıldırım “Sanmayın ki FETÖ bitti. Yargıda başka kurumlarda başka tarikatların içindeler ve uykudalar. Devleti ve herkesi uyarıyorum bunlarla mücadele bitmedi. Bütün partilerin içinde FETÖ var. ByLock çıkıyor, ‘Bu bizden, affettik’ deniliyor. Fakir bir adamın telefonunda varsa atın içeri gitsin. Bunun acısını ileride daha çok yaşayacağız.”

Yüzde yüz katılıyorum. Fazlası yok eksiği var.

Ve Aziz Yıldırım, FETÖ ile mücadeleyi de kendilerinin başlattığını anlatıyor.

Bunların hepsinde Aziz Bey’e hak veriyorum.

Ama hâlâ bir tek sorumun yanıtını alamıyorum.

“Aziz Bey, madem bu FETÖ’yü bu kadar iyi biliyordunuz da, şimdi hepsi kaçak ya da hapiste olan FETÖ’cü hakim ve savcıları niye kulübünüze üye yapıp, üye kartlarını bizzat elinizle götürüp verdiniz? Niye bu heriflerle Fenerbahçe tesislerinde aynı takımda maç yaptınız?”

Söylediklerinizde haklısınız ama bu soruma yanıt istemekte de ben haklıyım!


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Halkın parasını nasıl harcadığımızı halktan saklamadığımız zaman.