Büyük değişimlerin nasıl ortaya çıktığını öncüllerinden anlamak pek mümkün değildir. Genelde sonradan bakıp geriye doğru hikaye uydururuz. Deriz ki “şu şu öncüller bir araya gelmiş, bak bunun sonucunda da bu olmuş”. Oysa tarafsız gözle baktığımızda aynı öncüllerin defalarca bir araya geldiğini ama o sonucun doğmadığını görebiliriz.
Köleliğin kaldırılmasındaki temel etkenin toplumsal vicdanda köleliğin kabul görmemesi olduğuna ve sivil toplum hareketlerinin baskısı sonucu köleliğin kalktığına dair bir söylem vardır. Acaba bu söyleme ne kadar güvenebiliriz? Toplumlar önceden çok vicdansızdı o yüzden köleliği kabul mü ediyorlardı? Sonradan hem de birkaç on yıl gibi kısa bir sürede gökten zembille vicdan indi ve toplumlar vicdanlı hale mi geldi?
Konunun tarihçesine bir göz atarsanız ( https://en.wikipedia.org/wiki/Abolitionism ) bir hayli karışık ve tartışmalı olduğunu görürsünüz. Kölelik kaldırılmış sonra tekrar getirilmiş, sonra tekrar kaldırılmıştır kimi yerlerde. Kimi yerlerde sözde kaldırılmıştır ama uygulamalarda kölelik artığı yaklaşımlar hala vardır. Kimi yerlerdeyse şekli öylesine değişmiştir ki, köleliği görünce tanımamız bile artık pek mümkün değildir.
İşin özüne baktığımızda köleliğin başka birtakım toplumsal uygulamalarla birlikte güç sahiplerinin güç sahibi olmayanlar üzerindeki baskı araçlarından biri olduğunu görürüz. Ataerkil dayatmalardan tutun kastlara, toplumdaki geçirgenliği kısıtlanmış tabakaların bin türlü kültürel uygulamasına kadar köleliğin çeşit çeşit kardeşi vardır.
Acaba kölelik kalkmadı da şekil mi değiştirdi?
Bundan şüphelenmemiz için önemli bir gerekçe var: Köleliği kaldıran köleler değil, köle sahipleri de pek değil, genelde yeni egemenler olmuştur. Ve bunun çarpıcı bir örneği de ABD’nin iç savaşında görülür. Kuzey eyaletleri ile güney eyaletleri arasındaki çekişme kölelik üzerinden yürüyor gibi gözükse de aslında egemen sınıfların toplumun alt kesimlerine hakimiyetinin uygulama farklılığı üzerinedir daha çok. Güney kölelere dayalı tarımsal üretime sahiptir, kuzey ise sanayileşmiştir, fabrikalara sahiptir ve fabrikalarda ucuz işçiye ihtiyaç duymaktadır. Ve köleliğe ihtiyaç duymayan yeni tip egemenlerle, köleliğe ihtiyaç duyan eski tip egemenler savaşırlar. Köleliği köleler değil, köle sahipleri değil, köle sahibi olmayan ve ucuz işçi kaynağı oluşturmak isteyen yeni egemenler kaldırır.
Ataerkil iş hayatına kadınların giriş yapabilmesi de dünya savaşlarında erkekleri cepheye süren egemen toplum yapılarının fabrikalarda iş gücüne ihtiyaç duymasıyla mümkün olmuştur.
İşin özü vicdanların değişmesinden çok sosyolojik hareketlerde yatıyor.
Sanayi toplumunda köleye yer yoktu. Sanayi toplumunda serf’e (toprak kölesine) yer yoktu. Sanayi toplumunda çarkın dişlisi haline getirilen, emeğinden koparılan, emeğine yabancılaştırılan işçiye ihtiyaç ortaya çıktı. Yeni çağın kölesi, maaşlı mesaili çalışandı.
Tabii ki toplumsal olgular çok daha karmaşık. Ve her şeyi egemenler belirlemiyor. Geleceği hep beraber yaratıyoruz. Çoğunlukla belirgin etkisi olan şeylerin neler olabileceğini anlayamıyoruz bile. Ama işin özünde gelecek geçmişten çok da farklı olmuyor. On bin yıl öncenin insanından çok farklıyız ama aslında ondan pek de farkımız yok. Pek çok şey değişmiş olsa da aynı biyolojiye, aynı genetiğe, aynı fizyolojiye sahibiz. Duygularımız ve dürtülerimiz şekilleri çok değişerek de olsa temellerde aynı notaları çalıyorlar.
Topraklarında serf, yarı serf ya da zaten pek hareketli olmayan aileler olarak yaşayan insanlar ve bir yandan da köleler, küresel ölçekte sanayi toplumundaki fabrika işçilerine dönüştüler. Ama devir dönmeye devam ediyor. Toplumsal insan yaşamı özünü korusa da yine çeşit çeşit görünümlere bürünüyor.
Şimdilerde de maaşlı ve mesaili işlerde çalışması gereken insan sayısı giderek azalıyor. Yapay zeka, otomasyon, ürünlerin dijitalleşmesiyle üretim ve nakil ihtiyaçlarının ortadan kalkması, kitle kaynak kullanımıyla işlerin önemli bir kısmının müşterinin kendisine yaptırılması gibi çeşitli mekanizmalarla mevcut mal ve hizmet üretiminin çok daha fazlası çok daha az insanın çalışmasıyla mümkün hale geliyor.
Eski köleliğe ihtiyaç kalmamıştı, onun yerini maaşlı mesaili işlerle yeni köleler almıştı. Şimdi yeni kölelere de ihtiyaç hızla azalıyor.
Peki ne yapacağız bu dünyada?
Beraber keşfedeceğiz.
Zaten maaşlı mesaili iş iyi miydi ki? Neden onca insanın Pazartesi sendromu vardı bir düşünün. Ve bir an zihninizi temizleyerek, bir çocuk tazeliğinde bakarak şu soruyu sorun kendinize: İnsanların çalışması için neden kapalı ortamlarda uzun saatler boyunca hapis ve gözlem altında tutulmasına gerek olsun?
Sanayi toplumunun egemen olduğu yaklaşık iki yüzyıllık süreci yüzyıllar sonra analiz edenler belki de örgün eğitimi köle zihniyeti dayatma kurumları olarak ve fabrikaları, ofisleri de zorunlu çalıştırılma tesisleri olarak değerlendirecekler.
20 yılı aşkın bir eğitim sürecinden ve 30 yıl civarında bir çalışma hayatından geçmiş bir kişi olarak, eğitim ortamında ve çalışma ortamında kendimce mutlu olmanın, keyif almanın yollarını buldum gibi geliyor. Ama bir yandan da Victor Frankl’ı hatırlamadan edemiyorum. Ebeveynlerinin ve eşinin öldüğü Nazi kamplarında bile anlam bulabiliyor insan. Kendimi bir kenara koyup eğitim hayatının ve çalışma hayatının insanlar üzerindeki etkilerine baktığımda genel durum daha çok panopticon’u ( https://en.wikipedia.org/wiki/Panopticon ) çağrıştırıyor.
İçimde, acılı süreçlerden geçerek de olsa daha güzel bir dünya inşa edeceğimize dair aptalca olmadığını umduğum bir umut var. Sanayi döneminin kanser gibi sonsuz ve sınırsız büyüme peşinde olan yapılarından kurtularak, ekolojiyle ve kendimizle daha barışık hale gelerek mi ulaşırız o dünyaya? Yoksa daha da çılgınlaşarak, kanserimizi dünya dışına metastazla atlamak için kullanarak mı getiririz o ilginç yarınları? Ben de çok merak ediyorum.
Bunlar iki olasılık sadece. Sayılamayacak kadar çok sayıda başka gelecek olasılıkları da var. Ve şu anda ben bunları yazarken siz bunları okurken bu gelecekleri hep beraber yaratmaya devam ediyoruz.
Ne yarattığınıza dikkat edin derim.
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: İşimiz Çalışmak Mıdır?