Kompozisyon Denilen Umacı Adlı Deneme Daldan Dala Kitabı Vedat GÜNYOL

Öğrencilerden çok azı Tekvin’in anılmasından korkmaz ve yürekleri ağızlarına gitmez. Hele sınavlarda, hani bir iki saat içinde, hocalar nezaretinde. Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar editörlük olarak bilinen bu yazılı esere daha sonra opus adı verilmiştir. Fransızcadan alınan bu kelime sözlüklerde şöyle tanımlanır: “Öğrencilerin duygu ve düşüncelerini doğru bir şekilde ifade etmelerine yardımcı olmak için yapılan yazılı ve sözlü çalışmalar.”
Kompozisyonda istenen, öğrencinin duygu ve düşüncelerini elbette belirli bir konuda ifade etmesidir. Bu anlatım ister yazılı ister sözlü olsun her şeyden önce doğru olacak, yani anlaşılır bir Türkçe ile ifade edilecek; Yani Türkçe dilbilgimize göre virgül orada, okuyucuyu da dinleyiciyi de yormadan “Acaba bu çocuk ne demek istiyor?” Söylemeden.
Oluşumun ilk koşulu, dil kadar düşünmedir. Aslında bir insanın ana dilinde doğru konuşması ve yazması bir saygı meselesidir. Ana diline saygı duyanların onu iyi kullanmaya özen gösterdiğini düşünüyorum. Peki Yaradılış adlı bu yazılı eser için anadilinizi düzgün konuşmak yeter mi diyeceksiniz. Tabii ki değil. Doğru Türkçe yazılmış yazının özü ve içeriği kısaca ana fikri değil mi, asıl önemli olan nedir?
Türkçemiz iyi diyelim. Düşünce ne olurdu? Peki ya düşünmek? İnsan kelimeler olmadan da düşünebilir, özellikle de kendine bir soru sorarak. Hayır, düşünemez. Görüyorsunuz, dili düşünceden ayırmak mümkün değil. Bir fikri, bir duyguyu (müzik, resim eklemeden) kelimelerle anlatmak istiyoruz değil mi? İlk defa düşünceyi net bir şekilde oluşturmuş ve zihnimizde olgunlaştırmış olmamız gerekmektedir. Bu düşünceyi kağıda dökmek için ne yapacağız, dil çıkaracağız.
Örneğin bir sınavda size “Tebeşiri Tanıma” diye bir konu veriliyor, şaşırmaktan başka ilk ne yapıyorsunuz? … Ben de başlarda şaşırırdım ama sonra başımı ellerimin arasına alıp düşündüm bir süre, Nasıl kurtulurum bu işin içinden? Sonunda sakinliğime geri dönüyorum ve Ant Fate gibi bir şeyler yazmaya başlıyorum.
Bakın gerçekten böyle bir soru soruldu. Zamanımızın değerli deneme yazarlarından (ne yazık ki hayatta değil) Seha L. Meray, Subaşı Devler Tutmuş (Sayfa: 196-197) adlı eserinde bunun öyküsünü şöyle anlatır:
“Lise Türk hocamız rahmetli Recai Şen’di… O zamanlar romantik duygularla doluyduk. Yazın Çamlıca’ya bakmak, Haliç’te gün batımının rengarenk oyunlarını izlemek çok keyifliydi. En çok iç çeken sözleri aradık “Ruhlarımızın derinliklerinden”, konuya şunları verdi: “Tebeşiri seç! ..”
“Hepimiz durduk.” şaka mı değil mi Durum bu mu? Bakışları aramızda gezindi. Oynadığı maça gülen hocamızın gözlerine “ders almanın” sevinci yansıdı. “Tema burada.” Hadi başlayalım.’ Ancak incilerimizi “dökmeye” başlayamadık.
Tebeşiri tanımlamak ne kadar zor! Tebeşiri, ince, beyaz, uzun, yazıya yararlı ya da değil, başka şeylerden ayırt etmek ne kadar zor! Bizim yazdıklarımızı dinledikten sonra hocamız gülerek “Kolay saçmalık. Ne dediğini göreceksin. Araştırmak da yetmez. Ne söylemek istediğini göreceksin, düşüneceksin. herkesin kolayca anlayabileceği şekilde. Bu iş düzenli düşünmeyi gerektirir, konuşmayı öğrenmelisin. Ortaya çıkacaktır.” Yani, bunu yapamıyorsan susacaksın, başka yolu yok.'”
Bu tebeşir vakasını birlikte ele alalım. Tebeşiri tanımlamak için mi dediler, ille de sözlüğe bakıp bilgiççe “tahtaya kısa bir çubuk şeklinde yazı yazmak için kullanılan beyaz, kırılgan bir kireç karbonat türü” dediler. İşten kaçmak kolay ve ucuz olurdu. Tebeşir tanımı, tanımı ne olursa olsun bizi bazı okul anılarına götüremez mi? Mesela tebeşirle tanıştığımız bir dönemden, diyelim ki ilkokula başladığımız zamandan, öğretmenin tahtaya beyaz figürler çizdiğinde üzerimizde bıraktığı ilk izlenimlerden bahsedemez miyiz? Sonra, kaç öğrenciye birbirini yenmediğini gösterebilirsiniz? Gençken, ortaokuldayken, sözlü ve yazılı konuşmadan kaçmanın bir yolu, tebeşir tozunu yutmak, müdür yardımcısının öfkeyle solgun yüzüne bakmak ve evde veya başka bir yerde hasta teşhisi ile kapağı atmaktı. Sonra puan tablosu vardı. Eve su, süt ve yoğurt getirenler kapıların üzerine tebeşirle çizgi çekerek teslim ettikleri eşyanın sayısını belirtiyor. Peki Atatürk Kastamonu’da Latin harflerini ilk kez insanlara öğretirken, yanılmıyorsam Atatürk’ün elinde, tahtanın önünde tebeşir iyi bir izlenim aracı gibi görünmemiş miydi?
İşte sizin için tebeşirle ilgili ekipmanların bir koleksiyonu. Bunları olabildiğince sık kullanın. Anılar ve duygularla ilgili. Düşünceye gelince, bir sonraki sohbetimizde buna gelelim, olur mu?
Gönül Vedat, şubeden şubeye

«33 Peyami SAFA Dava Karalama Defterindeki Hüküm Özeti»

Diğer gönderilerimize göz at

[wpcin-random-posts]