Konya Afrikaya Dönüşmeden Önce Deniz Suyundan İçme Suyu Nasıl Elde Edilir?

Gezegendeki canlı hayatının başlangıcındaki en önemli 3 elementten biridir Su .

Karbon, hidrojen ve oksijen ana elementlerinden meydana gelmiştir dünyadaki canlı yaşamı.
Canlılığı sürdürebilmek adına Hidrojen ve Oksijen elementlerinin birleşimiyle meydana gelen meşhur denklem; H2O yani Su , artık hiç önemli olmadığı kadar önemli. İlkokul sıralarından beri bildiğimiz gibi aslında. Dünya’nın 4/3 ü sularla kaplı ve insan vücudunun %60’ı tamamen su elementinden oluşuyor.
Daha vurucu bir bilgi ile kalsın mı aklımızda; 70 kilogramağırlığındaki bir insanın 42 kilosu tamamen sudur. Aslında, birimi itibariyle litre desek yanlış olmaz. Hem gezegende, hem vücudumuzdaki bu oranlara nazaran, özellikle canlı hayatını devam ettirecek özellikte olan tatlı su stokları ise yalnızca %3 civarında. Dünya’daki su kaynakları olarak yer altı suları, göl ve barajları da dâhil edersek bu oran sadece %3. Dünyamızda bilinen su kitlelerinin %90 civarı ise geri dönüştürülmesi en zor biçimde olan tuzlu su. %5-7 arası ise buz kitlesi. Böylesine bir gezegende, insanlar ve hayvanlar için tüketilebilir su miktarı, devede kulak bile sayılmıyormuş oysa değil mi?

Bu kadar büyük bir orana rağmen, bu denli kriz oluşturacak bu kıtlık neden var o halde?

Şöyle bir dipnot bilgiyle başlayalım o halde açıklamaya:

“ Dünya’nın 4.6 milyar yıllık hayatında, bilim adamları bir kıyaslama yapmışlar. Gezegenin her kriterde olumsuzluklardan etkilendiği dönemler göz önüne alındığında, son 200 yılda “ 1 yıllık yer altı – yer üstü rezervlerinin %70 oranından fazla azaldığı “ görülmüş. Bu ne demek peki?

Dünya’yı 1 yıllık olarak geri yerine koyabilme yani eksikleri tamamlama özelliğine göre değerlendirmişler. Dünya, kaynaklarını son 200 yıl öncesinde her zaman yıl bazında fazla vererek tamamlamış. Fakat son 200 yıla göz attığımızda, 1 yıllık döngüde sadece 7. Aya kadar yetecek geri dönüşüm sağlayabilmiş. Geri kalan 5 ay için, Dünya hep öz sermayesinden yemiş. Buna aklınıza gelebilecek tüm yer üstü – yer altı rezervler dâhil.”

En önemlisi de, tatlı su rezervleri. Yukarıdaki araştırma bize gösteriyor ki; ülke yönetimleri yerüstündeki su kaynaklarının yetersiz kaldığı son 200 yılda yeraltı su kaynakları sürekli olarak gezegenin dengesini bozacak şekilde kullanmışlar. Nihayetinde, bunun da sonuna geliyoruz.

Afrika, Günümüzün Rol Modeli

Herhangi bir ortamda, sırada, işyerinde buna benzer bir sohbet açıldığında, kıtlık kavramını her zaman Afrika ile bağdaştırdığımız olmuştur. Dünya genelinde %14 oranın bir nüfusun “ içme suyuna ulaşamadığı “ bilgisini herhangi bir yerde okumuş olsak, aklımıza hemen Afrika geliyor. Sadece su değil elbet. Gıda sorunları da başta olmak üzere, aslında Dünya’nın geri kalanına yaşanabilecek tüm olasılıkların gösterildiği canlı bir örneği Afrika. Dünya’nın en büyük yağmur ormanlarına sahip olmasına rağmen, en yoğun bitki örtüsüne sahip kıta olmasına rağmen neden bu sorunları yaşıyor?

Burada sadece coğrafi sorunları veya kaynak sorunlarını sebep göstermek belki biraz absürt olabilir. Bazı ülkelerin yönetimlerince uygulanan yanlış politikalar, koca bir kıtanın kaderini halen “makûs” olarak değerlendirilmesine neden olabilir. Ama bu, Dünya’nın ileride yaşayacağı ve içine düşeceği kaosun rol modeli olduğu gerçeğini değiştirmez.

Ülkemizin Afrikası ise Konya!

Yıllardır belki de gözümüzün önünde duran ancak yeterince dikkat etmediğimiz/edilmeyen alanlardan birisi de Konya. Dünyada Afrika nasıl kuraklık açısından dikkat çekiyorsa ülkemizin de Afrikası olarak karşımıza çıkıyor. Geçmişten günümüze gelen yetersiz kontrol, tarımda yanlış sulama üzerine gelen iklimde değişim de çöl iklimine doğru yol alınmasına sebep oluyor.

Kuraklık ve susuzluk belirtileri ise son 1-2 yıldır surata tokat gibi çarpıyor! Sürekli servis edilen haberler değil artık sosyal medyanın da gücüyle insan eliyle gerçekleşen katliamlar gün be gün açığa çıkıyor. En son gerçekleşen susuzluktan ve göl kuruması dolayısıyla ortaya çıkan flamingoların toplu ölümü ise belki de en acı gerçeklerden birisi…

https://www.youtube.com/watch?v=d1Jaft_2eyA

Üstelik oluşmuş bu kuraklık sadece hayvanları yani canlıları etkilemekle de kalmıyor. Konya demek tarım demek, tarımın da ötesinde tahıl ambarı demek. Belki de yıllardır Coğrafya derslerinde bahsedilen tahıl ambarı ise artık son yıllarını yaşıyor. Tarım alanlarında yanlış sulama yer yüzündeki suları değil yer altındakileri de sıfır noktasına getiriyor. Tarımla uğraşanların az yağış ve su bulamaması dolayısıyla yer altında bulunan suları kullanması oldukça geniş miktarda obruk oluşumuna sebep oluyor.

Peki nedir bu obruk oluşumları? Neden sadece hayvanları etkilemiyor?

Obruklar farklı çaplarda oluşabilen yer yüzünün çökmesiyle oluşmuş büyük çukurlardır. Bir düşünün, yanlış sulama dolayısıyla, yer altında bulunan suların tamamen bitirilmesiyle altta kalan boşluk bir anda çöküyor. Evinizin dibinde çok ama çok yakınında devasa büyüklükte çukurlar bulunuyor. Adeta filmden bir sahne gibi değil mi?

https://www.youtube.com/watch?v=Rb7zPVy2mNI

Diyelim ki hayal edebildiniz, bu alanlarda yaşamaya cesaretiniz var mı?

Yaşam alanlarını ciddi anlamda tehdit eden bu oluşumların çevresinde günümüzde sayısız hane yaşamaya devam ediyor. Neden mi? Çünkü artan nüfus sayısı ve imkânsızlık neticesinde birçok kişi bu alanda yaşamaya neredeyse mahkum. Tek sebebi ise yanlış ve çok miktarda su kullanımı

3. Dünya Savaşı: Su Savaşları Kapımızda!

Susuzluk tahmin edildiğinde de öte sorunları beraberinde getirecek. Kişisel yaşantılar içinde yemek ya da duş almak değil tek sorun. Sizinle birlikte çevrenizdeki tüm canlıların tek tek sorunlar yaşamasına sebep olacak. Sanayi su kullanımının en büyük kolunu oluşturuyor. Sanayi üretimi, üretim ise ülke kazancını etkileyecek bir unsur. Ülkelerin tepkisiz bir şekilde susuzlukla baş etmesi mümkün mü? Elbette hayır!

Su savaşları yeni dünya savaşı olarak adlandırılıyor. Çıkacak olası bir üçüncü dünya savaşının temel sebebinin su olması bekleniyor. Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaptı. Kendisi de yaptığı açıklama da 2030, 2050li yıllarda su savaşlarının olmasını beklediğini belirtti. Her geçen yıl yaşanan ‘en sıcak yıl’ güncellemesi olan sularında buharlaşmasına, yağışın azalmasına yol açıyor. E durum böyle olunca da ülkelerin buna yönelik çözümler bulması kaçınılmaz oluyor.

Su savaşları elbette Türkiye’yi de etkileyecek bir durumdur. Ülkemizden geçen en büyük su kaynaklarından birisi olan Fırat ve Dicle nehirleri de çevre ülkelerle sorunlar yaratmaya çoktan başladı bile! Fırat ve Dicle nehirleri Türkiye başta olmak üzere üç farklı ülkeden geçiyor: Ürdün, Kuveyt ve Suriye.

Bahsedilen bu iki akarsuyun Arap yarım adasında birleştiği ortak bir alan bulunuyor. Bu alana Şattül-Arap adı veriliyor. Kuraklığı ile bilinen Arap yarım adası için bu akarsuların önemi ise oldukça büyük. Yüksek oranda su ihtiyacının karşılandığı apaçık bir gerçek. Ancak ülkelerin suyu paylaşma konusunda küçük kardeşler gibi tartıştığını söylemek de yanlış olmayacaktır.

Özellikle Ürdün ve Kuveyt tarafından Fırat ve Dicle nehirlerinden yeterli suyun akışının önlendiği gerekçesiyle Türkiye suçlanmaktadır. Türkiye tarafından da yeterli suyu kullanabilmek adına barajlar bu bölgeye çok miktarda yapılıyor. İlerleyen günlerde ülkeler arasında sadece bu iki akarsu yüzünden bile ciddi tartışmalar, açıklamalar yapılması bekleniyor.

Yeterince yağış olmamasından dolayı ülkelerin bulutlarını çaldığını belirtmek çok epik hatta hayalperest bir durum olurdu. Normalde. Ancak artık bu tarz durumların yaşandığını söylemek de mümkün. Birleşik Arap Emirlikleri tarafından Suudi Arabistan’a ait bulutların, drone yardımıyla ülkeye yönlendirildiği ve elektrik verilmesiyle ‘ yapay yağmur’ yağdırdığı biliniyor. Elbette yağış olmaması, susuzluk çözümleri böyle olmak zorunda değil.

Tuzlu Suların Tatlı Suya Dönüşme Hikayesi Mutlu Son Olabilir mi?

Türkiye her ne kadar bahsedilecek olan yöntemlerden çok uzak görülse de dünya çapında susuzluğa karşı önlemler çoktan alındı. Hatta faaliyete bile geçerek tatlı su üretimine başlandı. Özellikle okyanus ve denizlerde bulunan tuzlu sular günlük yaşamda tüketilmeye uygun değildir. Tatlı suya dönüştürülmesi sayesinde kullanıma hazır hale gelir.

Özel üretimler ile kurulan makineler, okyanusta bulunan tuzlu suların tuzdan arınarak tatlı su hale gelmesini sağlıyor. En büyük örnek alınması gereken ülke bu konuda Japonya olmaktadır. Japonya parça parça binlerce adadan oluşan bir ülkedir. Çevresinin tamamen okyanus olması, Japonların tuzlu suyu değerlendirmesine neden oldu.

https://www.youtube.com/watch?v=lNsI5f7YjrA

Okyanus sularını oluşturdukları düzenle tatlı suya çevirip kullanıma sunmaya başladılar. Ancak bu durum akıllara farklı soruları da beraberinde getiriyor. Ya tuzlu sularda biterse? Elbette gerçekleşmesi muhtemel olaylardan birisi. İnsanların bilinçsiz kullanımı ile bitecek olan tatlı suların istenmeyen sonu tuzlu sular için önümüzdeki yüzyıl içinde gerçekleşmesi bekleniyor.

Bir diğer senaryoda ise Türkiye’nin de başına gelmesi beklenen tatlı su savaşlarının okyanus ve deniz sınırında bulunan ülkelerde de meydana gelme ihtimali. Her ülkenin sınırının bulunmasından dolayı okyanuslarda hak talep etmesi işten bile değil. Peki ya denize ya da okyanusa hiç sınırı olmayan ülkeler? İşte bu konuda diyecek hiçbir söz bulunmuyor!

Türkiye Yavaş Yavaş İklim Değişikliği ile Yüzleşiyor

Aslında bahsedilen tüm bu olayların birbiriyle bağlı olmasına neden olan zincirleri bulunuyor. Yağışın azalması, sıcaklığı arttırıyor; artan sıcak yağışın olmasına engel oluyor. Yağışın azalması kuraklıkla bütünleşince iklim değişikliğini de beraberinde getiriyor. İklim değişikliği bir anda gerçekleşmiyor yavaş yavaş gerçekleşiyor. İklim değişikliğini en net açıklayan durumlarından birisi de; bitmek bilmeyen yaz ayları, neredeyse hiç gelmeyen kar yağışları olarak özetlemek mümkün. Mesela artık Adana hiç olmadığı kadar daha sıcak, İstanbul ise artık resmen kara hasret kalıyor! İklim değişikliği dünyada ilk olarak 2018 yılında Greta Thunberg , dernek ve vakıflardan daha çok ses çıkardı. Giderek artan iklim krizine karşı ciddi anlam ilk çığlığı attı! Adını sayısız yerde duyurdu hatta kimilerinin nefret ettiği isim haline geldi. Halbuki susuzluk, kuraklık ve genel anlamda belirttiği iklim problemleri oldukça gerçek ve doğruydu.

Tüm dünyanın gözünü bir anda iklim değişikliğine çevirmesi ile birlikte Paris Anlaşması tekrar gündem oldu. Uluslararası bir örgütlenme olan bu anlaşmaya dönemin başkanı Trump katılmayarak büyük tepki topladı. Yeni başkan Joe Biden ise ilk olarak bu anlaşmaya girerek toplum tarafından takdir topladı.

Uluslararası alanda oluşan bu adımlara Türkiye’de Paris Anlaşması’nda yer alarak tarafını belli etti. İklim değişikliğine karşı dur demek için tabi ki bu gerekliydi. Ancak bununla da kalınmadı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak yıllardır belirtilen bakanlık ismi değişiyor. Artık; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı şeklinde kullanılacak. İklim değişikliğine karşı önlemler alabilmek ve durumun ciddiyetini de anlamak adına oldukça önemli bir adım. Yapılan açıklamalara göre de Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde yer alan çölleşme ve erozyonla alakalı bölümlerin bu bakanlığa bağlanacağı sinyalleri verildi.

Su kaynaklarının tüketilmesinde bilinçlenme hem sanayi alanında hem de kişisel tüketim alanında gerçekleşmesi gereken bir durum şüphesiz. Tek taraflı adımların atılması; kilometrelerce yolu emekleyerek gitmek gibi olacak. Bu yüzden gerek toplumun bilinçlenmesi gerekse sanayide önlemlerin alınmasıyla susuzluğa, kuraklığa ve tüm bunların temelinde iklim krizine karşı ‘DUR’ demeliyiz.