La Rambla, İstiklal Caddesi ve Siya Siyabend.

la rambla man Theo ‘dan sonra “ La Rambla ” Barselona’da beni en çok etkileyen ikinci şey oldu. Caddenin kendisi değil de, yaşattıklarıydı daha çok akılda kalan.

Plaça de Catalunya’dan başlayıp, Barselona limanına açılan meydandaki Christoffel Columbus anıtında son bulan bu geniş ve uzun caddenin cafe’leri, restoranları, dükkanları vs değildi ilgimi çeken.

Veya çoğu Avrupa şehrinin ünlü caddelerinde gördüğümüz, onca kalabalığın aynı anda yürümesine rağmen sizle göz göze gelmeden, size omuz atmadan, rahatsız etmeden; herkesin kendi halinde olması da değildi bana ilginç gelen.

Caddeyi baştan sona bir festivale çevirenlerdi beni şaşırtan. Sokak çalgıcıları, sanatçıları, göstericileri; adına ne derseniz…

Yok yok, bu öyle sık rastlanan türden değildi. Baştan sona, sağlı sollu; gece gündüz… Yorulanın yerine hemen bir diğerinin geçtiği sürekli bir karnaval bu.

İlluzyonistler, müzisyenler, pandomimciler , ressamlar, sporcular, çicekçiler, falcılar… Yaratıcılıklarını sergileyen yüzlerce sokak göstericisi . Bu denli çeşit zenginliği daha önce görmediğim boyuttaydı.
Kostüm ve makyaj konusunda aşmış, kaç kişinin izlediğine pek aldırmadan, sanki televizyonda canlı yayın özeninde, yaptığı işten muazzam keyif aldığı her halinden belli sokak sanatçıları.

Youtube’un yasak olmadığı ender anlara denk gelirseniz şu video’lara bir ara göz atabilirsiniz:

la rambla painter – Street Dancer ( Sokak Dansçıları )
– Ronaldinho ( Futbol Gösterisi )
– Mime In Barcelona ( Pandomim )
– Barcelona Ramblas ( İskelet Kukla )

İnsanın aklına İstanbul’daki İstiklal Caddesi geliyor tabii doğal olarak.

Beyoğlu’na ne sıklıkta gitme şansınız oluyor bilmiyorum ama burası benim [altı yılın üzerinde çalışmama rağmen,] hayatı kaçırmama adına halen sıkça gittiğim bir cadde.

Birbirinden çok farklı resimler verse de gece ve gündüzü; nefes aldığımızı, özgürlüğümüzü ve aynı zamanda dünyanın merkezinde olmadığımızı hatırlatan sınırlı sayıda yerlerden.

Fikir Atölyesi’ndeki birçok yazının ilk ilhamını aldığım caddedir de aynı zamanda. “ Kafam Karıştı! “, “ Yapmam Gereken? Hem de Kendi Yolumla! ” ve “ Emo… ” ilk aklıma gelenlerden.

Genç – yaşlı, zengin – yoksul, güzel – çirkin, takım elbiseli – şortlu, yerli – turist, eğlenceli – sıkıcı; herkes… Sarhoşuyla, kapkaççısıyla, polisiyle, aşıklarıyla… Eğlencesiyle, sanatıyla, iş hayatıyla, gösteri yürüyüşleriyle, her türlü tezatın ve rengin birarada olduğu.

Onca kalabalığa rağmen yanlızlığınızı yüzünüze vurabilen… ve kendi hayatınızı size sorgulatmayı becerebilen bir caddedir bu İstiklal Caddesi .

Görebilen gözlere çok malzeme sunan bir gayriresmi geçit gibidir.

Türkiye geçer bu caddeden .

la rambla football Ama La Rambla’yı unutulmaz kılan, bizim sokak göstericilerimiz ise geçemez bu caddeden.

Geçebilenler de tedirgindir. Çünkü onların zabıtayla veya polisle köşe kapmaca oynama durumları vardır her an.

O yüzden koca caddede kısa aralıklarla gitar, bağlama veya org çalan çok az sayıda kişi görürsünüz.

Onları midye dolma satıcılarıyla aynı kefeye koymak işin kolayıdır çünkü.

Bu grupları beğenip beğenmemek değil konu. Kişilerin daha çok cesaretlenip sokağa çıkmak istemesi ve ilgi görenlerin de doğal beğeni/seçim sürecini yaşayabilmelerini söylüyorum.

Özgür olabilmeleri, kendileri olabilmeleri…

Sokak demişken;

İstiklal Caddesi’nin belki de en bilindik müzisyenleri olan (sonradan Fatih Akın’ın “ İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek ( Crossing the Bridge : The Sound of Istanbul)” filminde yer almalarına rağmen, bugün kendi yaşam tarzlarından ödün vermedikleri için ciddi ekonomik sıkıntıları olan) Siya Siyabend isimli bir grup var.

siyabend

Onların “sokak ve ticaret” üzerine söyledikleri oldukça çarpıcı:

“sokak müziği yoktur, müzik sokakta da olmalıdır.
sokak oyunu yoktur, oyun sokakta da olmalıdır.
sokak sergisi yoktur, sergi sokakta da olmalıdır.
sokak sanatı yoktur, sanat sokakta da olmalıdır.

ve esasen; sokak hayatı yoktur, hayat sokakta akmalıdır.

ama maaleef günümüzde hayat sokaktan dışlanmakta ve sokaklar tamamen ticari faaliyetlere peşkeş çekilmekteler.”

Ticareti hayatlarının temel noktası yapmak yerine, inandıkları uğruna her gün nefes aldıklarını hisseden kişilerin sokakta olması dokunuyor bazılarına.

Yazıyı yayınlamadan önce Beyoğlu’nda yaşayan müzisyen bir arkadaşımla konuştum. Tanıdığı çok sayıda sokak müzisyeni arkadaşı var. Hepsinin de polis ve zabıtayla başının dertte olduğunu siyasiyabend.jpg anlattı bana.

Bu işin bir izni var mıdır, varsa kim verir, hangi kritere göre verir, ücret alınır mı; bilmiyorum. Sanırım bu işi yapanlar dahi bilmiyor! Bir ara metro çalgıcıları için belediyeden 500 ytl karşılığı izin alınabildiğini duymuştum. İstiklal Caddesi ise bana muamma.

Milyon dolarlar kazanan sevgili futbolcularımızın askerliklerini tecil edebilmek veya kazançlarını vergiden muaf tutabilmek için üstün yaratıcılıklarını kullanan politikacıların söyledikleri neden şu: “ülkemizi temsil ediyorlar.”

Doğrudur!

Peki her gün binlerce turisti ağırlayan İstiklal Caddesi gibi mekanlar bu ülkeyi futbolculardan daha çok, daha yakın temas, daha canlı temsil etmiyorlar mı?

Bırakın turisti…

Hafta sonlarında tek günde üç milyondan fazla kişinin bu caddede yürüdüğü söyleniyor. Bizim kendi halkımıza iyi vakit geçirtmek, onlara hoş bir şeyler sunmak çok şey mi istemek? Bunu sağlayacak yetenekli ve yaratıcı kişilerin sokağa çıkmalarının desteklenmesi (en azından kösteklenmemesi) çok şey mi istemek?

Sanırım cevap evet!

Beyoğlu Belediye Başkanı Sn. Ahmet Misbah Demircan ‘ın cevabı ne acaba? [Bu yazımızın linkini başkanın resmi kişisel sitesindeki ‘ bana ulaşın ‘ bölümünden gönderdim. Dilerseniz siz de gönderin. Bir cevap alırsak da yayınlarız yine burada.]

laramblapandomim.jpg Üstelik konumuz sadece müzisyenler de değil. Tıpkı La Rambla’da olduğu gibi ressamı, sporcusu, illuzyonisti, pandomimcisi… Yeteneğinin farkında olup bunu geliştiren, geliştirirken paylaşan, bu sayede de üç beş kuruş kazanan herkes. İstiklal Caddesi’ne ve İstanbul’a katacağınız çok şey var. Bizim de sizden öğreneceğimiz.

Yeter ki karışmasınlar.

Siya Siyabend ve modern çağın diğer dervişleri…

Onlar rantı bol günümüz düzenine isyan ettikleri için pek çıkamıyolar su yüzüne. Çıkarılmıyorlar belki de.

“şunu bilin ki bi albüm gerçek müzik değildir. gerçek müzik çalma-dinleme anında ortaya çıkan ve o anın gerçek (çalan ve dinleyen arasındaki) etkileşimini taşıyan müziktir”
diyecek kadar sokağa inanan, ancak sokağı romantikleştirenler için de “taş taştır, kafanı koyunca anlarsın” diyecek kadar gerçekçi yaklaşan Siyabend’in, Fatih Akın filminde yer alan o müthiş sözleri ile de bitirelim bu yazıyı:

“Hiç hiçbir şeyi bilmiyorlar, bilmek istemiyorlar.
Hiç hiçbir şeyi görmüyorlar, görmek istemiyorlar.

Şu cahillere bak, dünyanın sahibi onlar.
Şu cahillere bak, dünyaya egemen onlar.

Onlardan değilsen eğer, sana zalim derler.
Onlara aldırma hayyam.
Dostum.”