Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) 2018 Küresel Eğilimler [1] raporuna göre, 2018’de dünyada savaşlar, çatışmalar, insan hakları ihlalleri ve zulüm nedeniyle zorla yerinden edilenlerin sayısı en az 70.8 milyona ulaştı. Birçok ülkenin nüfusundan fazla olan ve neredeyse Türkiye nüfusuna yakın sayı, aynı zamanda BMMYK’nın kurulduğu 1950 yılından beri görülen en yüksek rakam. Zorla yerinden edilmiş bu 70.8 milyon kişinin, 25,9 milyonu yetkililerce mülteci statüsü verilmiş insanlar; 3,5 milyonu statü değerlendirme sonucunu bekleyen sığınmacılar; 41,3 milyonu ise kendi ülkeleri içinde zorla yerinden edilenlerden oluşuyor.
2018’de her iki mülteciden biri çocuktu; bunların en az 111.000’i yanlarında ebeveynleri veya yasal veya geleneksel olarak bakımlarından sorumlu bir yakını olmayan refakatsiz çocuktu. Örneğin Uganda’da beş yaşın altında olan 2800 refakatsiz çocuk kayıt edildi.
Mültecilerin %80’i komşu ülkelere sığındı. Gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerde her 1000 kişiden 5.8’i mülteci iken, gelişmiş ülkelerde her 1000 kişiden 2.7’si mülteci. En yoksul ülkeler, mülteci nüfusunun üçte birine ev sahipliği yapıyor.
Her 5 mülteciden 4’ü, en az 5 senedir sığındığı ülkede yaşıyor. Her 5 mülteciden 1’i için ise bu süre, 20 yılı aşmış durumda.
İnsan onuruna ve insan haklarına uygun kalıcı bir çözüm sunulabilmiş mülteci sayısı ise bu rakamların çok gerisinde. Bu kalıcı çözümlerin başında mültecilerin gönüllü, güvenli ve insan onuruna yakışır şartlarda evlerine dönmesi var. 2018 yılında 593.800 mülteci evlerine dönebildi; ancak bu dönenlerin ne kadarının zorunda kalarak, ne kadarının ise gerçekten gönüllü, güvenli ve insan onuruna yakışır şartlarda evlerine döndüğüne dair ciddi soru işaretlerinin olması gerekiyor. 2018’de sadece 62,600 mülteciye bulundukları ülkede kalıcı çözüm, yani vatandaşlık yoluyla normalleşme sunuldu. Normalleşme amacıyla üçüncü bir ülkeye yeniden yerleştirilebilenlerin sayısı ise sadece 92.700’de kaldı ki bu yeniden yerleştirme bekleyenlerin %7’sinden daha az.
Coğrafi olarak çatışma ve zulmün sürdüğü bölgelere yakın olan Türkiye’de ise, resmi rakamlara göre 3.6 milyon Suriye’den gelmiş kayıtlı mülteci var. Ayrıca, 368.000’den fazla Suriye dışındaki ülkelerden gelen mülteci ve sığınmacılar Türkiye’ye sığınmış durumda.
Zorla yerinden edilenler sadece rakamlardan ibaret değil. Herkes gibi zorla yerinden edilenlerin de, nerede olursa olsun insan onuruna yakışır, insan hakları standartlarına uygun bir yaşam sürmeleri gerekiyor. Bunun için de öncelikle sığınmaya erişimin, bir lütuf, bir yardımseverlik veya hayırseverlik, veya imkanlar ölçüsünde sunulabilecek ve devletlerin takdirine bırakılan bir tercih olmadığını ama tıpkı yaşam hakkı, özgürlük hakkı gibi İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde yerini bulmuş temel bir hak olduğunu fark etmek, kabul etmek gerekiyor.
Sığınılan ülkelerde mültecilerin her şeyden önce insan onuruna yakışır bir kabul görmesi gerekiyor. Ancak farklı ülkelerde yapılan araştırmalar, mültecilerin gittikçe artan oranda iç ve dış siyaset aracı olarak kullanıldığına ve ev sahibi toplulukların olumsuz bakış açısının arttığına işaret ediyor. 26 Ülkeyi kapsayan bir araştırmaya [2] göre, araştırmaya katılanların çoğu (%61), savaş ve zulümden kaçanların başka ülkelere sığınma haklarının olduğunu düşünüyor ancak dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri olan Japonya’da bu oran sadece %23. Sığınmaya erişim bir hak olarak kabul görse de, kendi ülkesine mülteci olarak gelenlerin gerçekten mülteci olmadığını, sığınılan ülkenin ekonomik gelişmişliği veya sosyal refah sisteminden yararlanmak için geldiklerinin düşünenler, %54 gibi oldukça yüksek bir oran. Aynı araştırmaya göre, ülkelerinin sınırlarını mültecilere kapatması, daha fazla mülteci almaması gerektiğini düşünenler, %40 gibi azımsanamayacak bir oran. Global düzlemde araştırmaya katılanların %38’si mültecilerin topluma uyum/entegrasyon sürecinde başarılı olduğuna/olacağına inanıyor.
Aynı araştırmaya göre, Türkiye’de savaş ve zulümden kaçanların başka bir ülkeye sığınma haklarının olduğunu söyleyenlerin oranı %53. Ancak, araştırmaya katılanların %59’u, Türkiye’nin sınırlarını mültecilere kapatması ve daha fazla mülteci almaması gerektiğini düşünüyor. Türkiye’ye sığınanların gerçekten mülteci olmadığı düşünenler ise, %69 gibi yüksek bir oranı yansıtıyor. Türkiye’de katılımcıların sadece %29’u, mültecilerin topluma uyum/entegrasyon sürecinde başarılı olduğuna/olacağına inanıyor.
Mültecilerle Dayanışma Derneği olarak, mülteciler ve yerel halk açısından “Uyum Yılı” ilan edilmiş 2019 yılında, sığınma talebinin kayıt altına alınması ve hak ihlallerinin önlenmesi dahil tüm uyum çalışmalarının etkin bir şekilde yürütülmesi temennimizi paylaşırken, medyada ve siyasette, mültecilere karşı olumsuz önyargıların, ayrımcılığın, nefret söyleminin, aba altından sopa göstermelerin artmasını ve nefret suçu olarak ele alınması gereken saldırıların cezasız kalmasını, mültecilere yönelik söylemin, insan onuru ve insan hakları açısından ciddi sıkıntılar, ihlaller içermesini kaygıyla izlediğimizi ifade etmek isteriz.
Bu bağlamda;
endişe ile izliyor ve kınıyor, nefret söylemi/suçları ve hak ihlallerinde sorumluların cezasız kalmaması çağrımızı yeniliyoruz.
20 Haziran Dünya Mülteciler Günü vesilesiyle, tüm dünyada ve ülkemizde mültecileri kabul etmenin, mültecilerin insan onuru ve insan haklarına yakışır bir yaşam kurmalarının bir lütuf değil, temel bir insan hakkı olduğunun ve ayrımcı, ötekileştirici, hedef gösteren söylem ve tutumların bir suç teşkil ettiğinin altını bir kez daha çizerek mültecilerin cesaretini ve haklarını bize hatırlatan bu anlamlı günü kutluyoruz.
Saygılarımızla,
MÜLTECİLERLE DAYANIŞMA DERNEĞİ (MÜLTECİ-DER)
[1] https://www.unhcr.org/globaltrends2018/
[2] https://www.ipsos.com/sites/default/files/ct/news/documents/2019-06/World-Refugee-Day-June-2019.pdf