Uluslararası alanda tanınan medya sanatçısı ve yönetmen Refik Anadol’un, 3 senenin ardından “Makine Hatıraları: Uzay” isimli sergisi İstanbul’da, Pilevneli Galeri’de düzenlendi. Yaklaşık 1 ay boyunca ücretsiz bir şekilde halka açık olan sergi, inanılmaz bir talep gördü. Sergi boyunca günün ilerleyen saatlerinde içeri girmek isteyenler galerinin önünde (dışarıdan görenlerin asla anlam veremeyeceği) uzunca kuyruklar oluşturdu. İşin doğrusu kuyruğun uzunluğunu sosyal medyada gördüğümde çok şaşırmıştım. Bu durum serginin daha çok ilgimi çekmesine ve sergiyi detaylıca araştırmama neden oldu. Bendeniz ancak sergiye son gününde, kuyruktaki 4 saatlik bekleyişin ardından katılma şerefine nail olabildim (ve 4 saat boyunca aklımdan geçenleri mutlaka anlatmam lazım dedim).
Refik Anadol’un eserlerini birkaç kelimeyle anlatmak istesem onlar: “Veri Bilimi”, “Algoritmalar”, “Yapay Zeka”, “Makine Öğrenmesi” ve “Mesmerizing” olurdu. Refik Anadol, kafasını son 6-7 senedir hafızaya ve akışkanlar dinamiğine (optical flow) taktığını söylüyor. Daha da basite indirgemek gerekirse, Anadol ilhamını bilim ve teknolojiden alıyor, bize de buna tanık olabilmek için uzun kuyruklarda beklemek düşüyor.
Zannediyorum ki bir sanat galerisine girebilmek için kuyrukta beklemek Türkiye’de, hatta Dünya’da pek sık rastladığımız bir şey değil. Bu neden olabilir? Aslında geçirdiğim uzun bekleme saatlerinde bunu düşünmeye bolca vaktim oldu, o an aklımdan geçen cevap eserin büyüleyici olması gerektiğiydi, öyle olmak zorundaydı… Öyle de oldu.
Sergi sonrasında bu duruma neden olabilecek şeyleri düşünmeye devam ettim çünkü (maalesef ki) ülkemizde sanata olan ilgi ortadayken bu serginin böylesine yoğun bir talep görmesinin sebebi sanatçının eserinden ibaret olamazdı. Pandemi koşullarından dolayı bina içerisine aynı anda sadece 70 kişi alıyorlardı ama kişi sayısının sınırlı tutulması da dışarıdaki kuyruğu açıklamaya yetmiyordu. Elbette işin sosyolojik, psikolojik ve nörobilim arka planı da var ancak ben arka planda yatanlardan bir tanesini ele alarak bu durumu sürü psikolojisi ( Bandwagon Effect ) ile açıklamak istiyorum. Sürü psikolojisi kavramı daha çok, tüketicilerin davranışlarını anlamak, siyasette kitleleri yönetebilmek için kullanılır ve insanların sırf herkes yaptığı için belirli bir davranışı, stili veya tutumu benimseme eğilimine atıfta bulunur . Sanırım Instagram’ı psikoloji literatüründe açıklamaya çalışsaydık tanımı buna benzer bir şey olurdu; zira bugünlerde Instagram’daki akımlarımız (challengelarımız) hiç bitmiyor.
Biyolojimizi, evrimimizi, psikolojimizi etkileyen ve daha sayamayacağım kadar çok şeyde doğrudan parmağı olan Instagram’ın, kuyruğun uzunluğunda parmağı olmaz mı hiç! “Herkes gitti ben de gitmeliyim”, “Herkes fotoğraf atmış benim de atmam lazım”. Zira fotoğraf çektirmek için geldiği bariz olan insanları gözlemleme ve söylenen şeylere tanık olma şansım olduğu için bunları rahatlıkla söyleyebiliyorum (Bu arada henüz fotoğrafımı Instagram’a atmadım ama ben de atacağım!).
Sürü psikolojisi kulağa kötü bir şeymiş gibi gelse de sergi örneğinde olduğu gibi her zaman olumsuz bir şeye hizmet etmez (etse bile suçluluk hissetmezsiniz). Yeryüzündeki en sosyal canlı olarak birbirimizden etkilenmemiz gayet doğal. Ayna nöronlarımız var olmaya devam ettikçe “sosyal öğrenme” devam edecek. Bir diğer gerekçe ise tembel beynimizin fazla enerji harcamamak için düşünmemizi engellemesi. Bu yüzden çoğunluğun yaptığını tekrarlamak beynimizin işine gelir. Zira b eyin, vücudumuzun sadece %2’sini kaplayan bir kütleye sahip olmasına rağmen, tüm vücudumuzda üretilen enerjinin %20-25’ini tek başına tüketir. Düşünceyi engellemiyoruz elbette, düşünmekten (yani ATP ‘ hücreler içinde enerji taşıyan molekül’ lerimizden) “tasarruf” ediyoruz. “Düşünmenin” vergisi bile ağır olabiliyor…
Farkında olmadan her platformda yönlendiriliyoruz: “Şu anda 7 kişi daha bu ürünü inceliyor”, “Bu otel hakkında müşterilerin yorumları çok iyi”, “Yılın hit oyunu!”… Şüphesiz ki günümüzde yönlendirmelerden kaçınmak pek mümkün değil. Bu duruma bir çözüm üretmek gerekirse, yönlendirilmeye ne kadar açık olduğumuzun bilincinde olup kontrol mekanizmamızı güçlendirmeye çalışmak en akıllıca yol olacaktır. Arkadaşlarınız sigara içiyor diye sigaraya başlamak ya da Kardashian poposuna sahip olmak için ameliyat olmaktansa; “trend” olan sergilere, tiyatrolara, konserlere katılıp gerekirse kuyruklarında bekleyiniz efendim.
Pandemi süresince zaten çok da iyi gitmeyen sanata ve sanatçıya olan bakış açımız tamamiyle sekteye uğradı. Sanatçılar, müzisyenler aç kaldı çünkü biz o sırada temel ihtiyaçlarımızı gidermekle, evimize makarna depolamakla ilgileniyorduk, bu senaryoda ise sanat gereksiz ve en son plandaydı… Fakat gerek bu serginin muhteşemliği gerek kuyrukta beklemenin bana hissettirdikleri içimi umutla doldurdu. Toplumsal kültürümüzün sanatı ve sanatçıyı özümseyen bir yola doğru evrildiğini hayal ettim. Sanatın gücünün insana iyi gelmesine dair inancım ve ümidim daha fazla arttı. Umarım “Yeteneğin var ama ressam olamazsın çünkü aç kalırsın kızım” gibi söylemler tez zamanda tarihe karışmış olur ve ilgiyle karşılanacak sanat eserlerinin sayısı artar.
“Bir millet sanattan ve sanatkardan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve alil bir kimse gibidir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.”
Mustafa Kemal Atatürk
“Sanatı tüketmediğimizde hayat bizi tüketir. Estetik ise bizim tamamlandığımız yerdir. Estetiği olmayan, sanatı olmayan, sanatsal kaygıları olmayan, sanatsal bilgi üretimi olmayan toplumlar medeniyet olamayacaklardır.”
Sinan Canan
AçıkBeyinli Refik Anadol’a sevgi ve saygılarımla… Başarılarının devamını dilerim.
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Hayal Kuruyor Musunuz?