MONTREUX BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ (ULUSLARARASI HUKUK VE STRATEJİK AÇIDAN DEĞERLENDİRMELER)
İstemi Parman, 05.04.2021
ÖNSÖZ
Son günlerde İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi ile ortaya çıkan görüşlerin Montreux Sözleşmesi ile ilgili tartışmaları yoğunlaştırdığını gözlemliyoruz. Konunun bu ölçüde tartışılması beni şaşırtıyor. Gene de Sözleşme’nin bazı temel hükümlerini kısaca hatırlatmanın yanı sıra, uluslararası hukuk ve stratejik açıdan kişisel düşüncelerimi ilgilenenlerin bilgisine sunmak istedim.
Montreux Sözleşmesi’nin sahibi konumunda olan Türkiye’nin, hangi nedenle olursa olsun, hangi baskıya maruz kalırsa kalsın Montreux’nün feshi veya değiştirilmesine yönelik herhangi bir girişime, kesin olarak baştan karşı çıkması, konunun kamuoyunda tartışmaya bile açılmaması gerekir. Aksine bir davranış, bazı ülkeler nezdinde, ülkemiz için hayati önemdeki bu konuyu gündeme getirmek istediğimiz gibi bir algı yaratacağından akılla ve tabii ülke çıkarları ile kesin olarak bağdaşmayacağını ve çeşitli tehlikelere yol açabileceğini düşünüyorum.
Her şeyden önce, Taraf ülkelerin Sözleşme’nin koyduğu ilkeler ve kurduğu dengeler ile ilgili hükümleri benimsedikleri, bunlarda bir değişiklik yapılmasını zorlaştırıcı ve hatta engelleyici kilitleri koymalarından açıkça anlaşılmaktadır. Bu konuda sadece Türkiye’nin diğer ülkelerden farklı olarak, özel haklara sahip olduğunu vurgulayalım.
NEDEN ÖNEMLİ
Lozan Antlaşması Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasının, bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün dayandığı uluslararası temel belgedir. Ancak, Antlaşmanın müzakere edildiği savaş sonrası dönemin özel koşulları nedeniyle İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndan geçiş rejimi istediğimiz gibi şekillendirilememiş ve Boğazlardan geçiş ve ülkenin güvenliği konusunda mutlak bir hakimiyet sağlanamamış, bazı boşluklar oluşmuştu.
Türkiye, 1930’lu yılların ilk yarısından itibaren uluslararası koşullarda oluşan gelişmeleri göz önünde bulundurarak , 1935 yılının Kasım ayında Boğazlar statüsünün Türkiye lehine değiştirilmesi için diplomatik girişimlere başlamış ve bu girişimler sonucu ilgili devletlerin iştiraki ile 22 haziran 1936 da Montreux de bir konferans düzenlenmiştir. Müzakereler, 28 gün gibi kısa bir sürede tamamlanarak ve 20 temmuz 1936 da “Montreux Boğazlar Sözleşmesi” imzalanmıştır.
Sözleşme, Kurtuluş savaşının askeri zaferle sonuçlanarak Cumhuriyetin kurulmasından sonra sağlanan en büyük diplomatik başarıdır. Lozan’da açık kalan konular kapatılmış, Boğazlar Komisyon’u kaldırılmış, geçişlerin düzenlenmesi ve kontrolü türk makamlarının tek yetkili haline gelmiş, Boğazlar’ın gayri askeri statüsüne son verilerek bölgenin savunması tamamen Türk ordusunun kontrolüne girmiş ve ülkenin egemenlik ve bütünlüğü tam olarak sağlanmıştır.
Birçok devletin farklı hedeflerinin uzlaştırılarak, ancak özellikle Türkiye’nin çıkarlarına uygun büyük bir diplomatik ve stratejik zafere ulaşılmasında Mustafa Kemal’in eşsiz öngörüsü ve siyasi dehasının yanısıra, Türkiye’nin o dönemdeki uluslararası saygınlığının etkili olduğuna kuşku yoktur.
Osmanlı imparatorluğunun Birinci Dünya savaşına , tabir caizse itiş kakışla, girmesine yol açan alman “Goeben ve Breslau“zırhlıları olayını hatırlayalım. Ayrıca, İkinci Dünya savaşı sırasında, Almanya’nın en güçlü gözüktüğü ve Rusya’ya karşı Barbarossa harekâtını başlattdığı bir dönemde, Türkiye Alman savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçişiyle ilgili talebi, Montreux Sözleşmesi kurallarını ileri sürerek reddetmiş ve istemediği bir savaşa katılmasına yol açabilecek bir durumu engelleme imkânını bulmuştur.
Bütün bunlar dikkate alındığında, Montreux Sözleşmesi’nin yarattığı dengelerin ne kadar önemli olduğu açıkça görülecektir. Nitekim, kıyıdaş veya değil, imzacı veya değil, tüm ülkelerin güvenlik gereklerini ve ulaşım serbestisiyle sağlanan ticari yararlarını karşılayacak hükümler içermesi nedeniyle, 1936’dan bu yana dünyadaki ve uluslararası ilişkilerdeki çok önemli değişikliklere ve sıcak ve soğuk savaşa rağmen Sözleşme 85 yıldır yürürlükte kalmaya devam ediyor. Bu konuda Türkiye’nin Sözleşme hükümlerini mutlak bir tarafsızlık ve ciddiyetle uyguluyor olmasının da etkili olduğuna kuşku yoktur. Gerçekten, Stalin’in 1939 ve 1946 yıllarında, hiçbir yankı bulmayan talepleri dışında, ne 20 yıllık dönemin sona ermesinden önce ne de daha sonra toplam 85 yıldır hiçbir Akit Taraf Sözleşme’nin feshi veya herhangi bir maddesinin değiştirilmesi talebinde bulunmamıştır.
Sözleşme’nin , kıyıdaş olmayan ülke savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçişlerini sağlayan düzenleme ve kısıtlamalarla ilgili hükümlerinin doğrudan Türkiye’nin güvenliğini sağlama amacına yönelik olduğu kuşkusuzdur. Aynı şekilde, kıyıdaş olmayan ülkelerin Karadeniz’de bulunduracakları savaş gemilerinin tonaj ve süre açısından sınırlandırılması da, başta Karadeniz’de en uzun kıyısına (Ukrayna ile birlikte) sahip Türkiye olmak üzere, diğer bölge ülkelerinin de güvenliği açısından özel bir önem taşıyor. Gerçekten, bir kısıtlama olmaması durumunda kıyıdaş ülkelerin yanısıra, ABD, Çin ve belki de başka ülkeler savaş gemilerinin Karadeniz’e doluşmasının, bölgeyi Basra körfezine, Boğazlarımızı ise Hürmüz boğazına benzetebileceği akla gelmektedir. Savaş gemilerinin bir bölgede yoğun olarak bulunmalarıyla ortaya çıkacak “amiral battı” oyunu, ciddi sürtüşme ve çekişmelerin meydana gelmesine ve durumun giderek çatışmalara dönüşmesine yol açması ihtimal dışı değildir. Böyle bir gelişmenin kıyıdaş ülkeler için olduğu kadar, Dünya barışı için de, ne kadar büyük tehlikeler yaratabileceğini belirtmeye gerek dahi yoktur.
TEMEL HÜKÜMLER
Bu yazımızda Montreux sözleşmesinin bazı temel maddeleri, uluslararası hukuk, siyaset ve stratejik etkileri açılarından irdelenmiştir. Diğer bazı maddeler ve ayrıntılarla ilgili tamamlayıcı bilgiler Sözleşme metni ile bu konudaki çok sayıdaki yayından edinilebilir.
AMAÇ : Sözleşme, 24 Temmuz 1923 Lozan Barış Antlaşmasının 23 Maddesiyle kurulmuş olan düzeni, Türkiye’nin egemenlik ve güvenliğinin yanısıra, Karadeniz’e kıyıdaş devletlerin güvenliğini de sağlamak için değiştirilmesi amacıyla imzalanmıştır. Bununla birlikte, sözkonusu olan özellikle Türkiye’nin güvenliğidir. Montreux Konferansı’nın Türkiye’nin girişimiyle toplanmış olması bu hususu açıkça gösteriyor. Ayrıca, Sözleşme‘nin giriş bölümünde, Bulgaristan, Romanya ve SSCB’nin ayrı ayrı zikredilmeyerek sadece kıyıdaş ülkeler olarak belirtilmiş olmaları, buna karşılık Türkiye’nin adının özel olarak vurgulanmış olması dikkat çekiyor.
İMZACI KIYIDAŞ ÜLKELER : Bulgaristan, Romanya, Sovyetler Birliği ve Türkiye
KIYIDAŞ OLMAYAN ÜLKELER: Birleşik Krallık, Yunanistan, Fransa, Japonya ve Yugoslaya
İtalya, Habeşistan’ın işgali ile meşgul olduğundan Konferans’a katılmamış, daha sonra 2 mayıs 1938 de Sözleşmeye Taraf olmuştur. ABD “izolasyon” politikası nedeniyle o tarihlerde konu ile ilgilenmemiştir. Japonya ise 8 eylül 1951 de Sözleşmeden ayrılmıştır.
BOĞAZLAR TERİMİ: “Boğazlar” genel deyimiyle belirtilen Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve Karadeniz (İstanbul) Boğazı’nı kapsamaktadır.
Adı “Montreux Boğazlar Sözleşmesi” olsa da, Sözleşme’nin Karadeniz’i de kapsadığı unutulmamalıdır.
BOĞAZLARDAN GEÇİŞ SERBESTİSİ
“Yüksek Akit Taraflar, Boğazlar’da denizden geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğü ilkesini kabul ederler ve doğrularlar”( Md.1).
Bu hüküm,
uluslararası deniz hukukunun
doğal su yolları ile ilgili temel kuralının ifadesidir. Ticaret ve savaş gemilerinin Boğazlar’dan hangi koşullara uygun olarak geçebilecekleri konusu aşağıda belirtilmiştir.
TİCARET GEMİLERİNİN GEÇİŞİ (Md.2-7)
“Ticaret gemileri hangi bayrak ve yüke sahip olurlarsa olsunlar, Boğazlardan ücret ödemeden, ön bildirim yapmadan, gece ve gündüz, serbestçe geçebileceklerdir”(Md.2).
Türkiye ve Kıyıdaş devletlerin hükümranlık ve güvenlik gerekleri ile birlikte
Serbest geçiş ilkesi,
Sözleşme’nin, omurgasını oluşturmaktedır . Bilindiği gibi, bu husus, 17. yüzyıl başlarında Grotius tarafından ilk ifadesini bulan ve o dönemden beri yerleşmiş uluslararası bir kural olan “denizlerde ulaşım serbestisi” ilkesinin bağlayıcı olduğunu vurguluyor. Nitekim, Sözleşme’nin sona ermesi ile ilgili 28 inci maddenin 2. fıkrasında “Bununla birlikte, işbu Sözleşme’nin 1. maddesinde doğrulanan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğü ilkesinin sonsuz bir süresi olacaktır”denilmektedir. Bu suretle, Sözleşme sona erse de “geçiş serbestisi” ilkesinin süresiz korunacağı açıkça hükme bağlanmıştır.
Bilindiği gibi, ticaret gemileri, açık denizlerin yanısıra, ulusal karasularından da, bazı çevresel ve ulaşım güvenliği kısıtları dışında zararsız geçiş hakkına sahiptir. Bu çerçevede, Türkiye’nin de, çevre, sağlık, ulaşım ve geçiş güvenliği gibi genel ve özel kabul görmüş kurallar dışında, Boğazlar’da ulaşım serbestisini engelleyici bir uygulama yapamıyacağını da belirtmek gerekir. Türkiye gemilerin Boğazlar’dan geçişi sırasında olası bir kazayı engellemek ve sair benzer hususlarda Uluslararası Denizcilik Örgütü ile anlaşarak gerekli düzenlemeleri yapmıştır. Alınan tedbirler sonucunda bir süredir Boğazlarda ciddi bir kaza meydana gelmediği görülmektedir.
Denizlerde ulaşım serbestliğini engellemenin veya bu yöndeki çabaların tarihte birçok siyasi çekişmeye ve savaşa yol açtığını biliyoruz (son olarak günümüzde Güney Çin denizindeki ABD-ÇİN çekişmesi bu konuda ciddi bir örnektir).
SAVAŞ GEMİLERİNİN BOĞAZLARDAN GEÇİŞİ VE TÜRKİYE’NİN GÜVENLİĞİ (Md. 8-17)
– “Barış zamanında, uçak gemileri ve denizaltılar dışında hafif su üstü gemileri, küçük savaş gemileri ve yardımcı gemiler, ister Karadeniz’e kıyıdaş olan ister olmayan Devletlere bağlı bulunsunlar, bayrakları ne olursa olsun, Boğazlar’a gündüz ve 8 gün önceden diplomatik yolla ön bildirimde bulunmak koşuluyla girerlerse, hiçbir vergi ya da harç ödemeksizin Boğazlar’dan geçiş özgürlüğünden yararlanacaklardır (Md. 10).
– “Yakıt taşımada kullanılan küçük tonajlı donanma yardımcı gemileri için ön bildirim’e gerek yoktur” (Md. 9).
– “Sadece kıyıdaş devletlerin 15.000 tonun üstündeki hattıharp gemileri ön bildirim koşuluyla tek başlarına ve en çok 2 torpido eşliğinde Boğazlardan geçebilirler” (Md.11).
– “Karadeniz’e kıyıdaş Devletler, bu deniz dışında yaptırdıkları ya da satın aldıkları denizaltılarını, deniz üslerine katılmak üzere veya bu deniz dışındaki tezgâhlarda onarılmak üzere Boğazlar’dan geçirme hakkına sahip olacaklardır. Denizaltıların gündüz ve su üstünden gitmeleri ve Boğazlar’dan tek başlarına geçmeleri gerekecektir” (Md.13).
– “Boğazlar’da transit geçişte bulunabilecek yabancı
(kıyıdaş veya değil)
deniz kuvvetlerine mensup gemilerin en yüksek (tavan) toplam tonajı 15.000 tonu aşmayacak ve dokuz gemiden fazla sayıda olmayacaktır. Kıyıdaş olan ya da olmayan devletlerin, Boğazlar’daki bir limanı ziyaret eden gemileri bu tonaja katılmayacaktır” (Md.14) .
– “Boğazlar’dan transit geçen savaş gemilerinin taşıdıkları uçaklar hiçbir durumda kullanılmayacaktır” (Md.15).
– “ Yukarıda sözü edilen kısıtlamalar herhangi bir tonajda ya da kuruluşta olan bir deniz kuvvetinin, Türk Hükümetinin çağrısı üzerine, Boğazlar’daki bir limana sınırlı bir süre için bir nezaket ziyaretinde bulunmasına hiçbir biçimde engel olmayacaktır” (Md. 17) .
KIYIDAŞ OLMAYAN ÜLKELERİN KARADENİZ’DE BULUNDURABİLECEKLERİ SAVAŞ GEMİLERİ (Md.18-19)
– “Kıyıdaş olmayan ülkelerin barış zamanında Karadeniz’de bulundurabilecekleri gemilerin toplam tonajı 30.000‘i aşmayacaktır. Kıyıdaş bir ülkenin donanma gücü Sözleşme’nin imza tarihinden sonraki bir dönemdeki tonajını 10.000 artırmış olması halinde sözkonusu tonaj 45.000’e kadar çıkarılabilecektir” (Md.18).
Günümüze Rus Karadeniz filosu sözkonusu tonajı aştığı cihetle, kıyıdaş ülkelerin Karadeniz’de bulundurabilecekleri savaş gemilerinin toplam tonajı 45.000 tona ulaşabilecektir. Bu çerçevede sadece bir ülkenin mesela ABD’nin savaş gemilerinin toplam tonajı da 30.000 ton olabilecektir. Rus Deniz gücünün 700.000 ton üstünde olduğunu, büyük kısmının Baltık, Kuzey ve Pasifik’te bulunduğunu, Karadeniz filosunun (donanmanın % 15 ‘i kadar) en büyüğü Moskva -12.500 t.- olmak üzere 4500,3500,1000 ve 1000 ton’un altında muhtelif gemilerden oluştuğunu hatırlatalım.
– “Kıyıdaş olmayan bir devletin Karadeniz’deki deniz gücü sözkonusu tonajların 2/3 ünü geçmeyecektir. Kıyıdaş olmayan Devletlerin savaş gemileri bu denizde yirmibir günden çok kalamayacaklardır”(Md.19).
SAVAŞ VE SAVAŞ TEHDİDİ DURUMU
– “Savaş zamanında, Türkiye savaşan değilse, savaş gemileri 10. maddeden 18. maddeye kadar olan maddelerde belirtilen koşullarla aynı koşullar içinde, Boğazlar’da tam bir geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğünden yararlanacaklardır. Bununla birlikte, savaşan herhangi bir devletin savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçmesi yasak olacaktır” (Md.20)
SAVAŞ GEMİLERİNE GEÇİŞ YASAĞI (Md.21-22)
– “Savaş zamanında, Türkiye savaşan ise, savaş gemilerinin geçiş serbestisi olmayacak, savaş gemilerinin geçişi konusunda Türk Hükümeti tümüyle dilediği gibi davranabilecektir” (Md.21) .
– “Türkiye kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidi karşısında sayarsa, işbu Sözleşme’nin yukarıdaki 21. maddesi hükümleri uyarınca serbest geçiş hakkı uygulanmayacak, böyle bir durumda da Türk hükümeti dilediği gibi davranabilecektir” (Md.22).
Bu hüküm, Savaş tehdidi olup olmadığı kararının Türkiye tarafından belirleneceği anlamına gelmektedir. Ancak bu karar Milletler cemiyetine bildirilecek ve Milletler Cemiyeti üçte iki çoğunlukla aksine bir karar verirse uygulanamıyacaktır.
Yukarıdaki fıkranın Türkiye’ye tanıdığı yetkinin Türkiye’ce kullanılmasından önce Boğazlar’dan geçmiş olan, böylece bağlama limanlarından ayrılmış bulunan kıyıdaş olan veya olmayan devletlerin savaş gemileri, bu limanlara dönebileceklerdir. Bununla birlikte, Türkiye, davranışıyla işbu maddenin uygulanmasına yol açmış olabilecek devletin gemilerini bu haktan yararlandırmayabilecektir.
UÇAK GEÇİŞLERİ (Md.23)
-“Sivil uçakların Akdeniz ile Karadeniz arasında geçişini sağlamak amacıyla, Türk hükümeti, Boğazlar’ın yasak bölgeleri dışında, bu geçişe ayrılmış hava yollarını gösterecektir”.
Günümüzde, Birleşmiş Milletler Sivil Havacılık Sözleşmesi (ICAO) çerçevesinde Birleşmiş Milletlere üye ülkelere ait sivil uçaklar tarifeli seferleri önceden kaydettirmiş olmak koşuluyla, Türk hava sahasından, saptanmış hava koridorları içinde, serbest geçiş hakkına sahiptir. Askeri uçaklar veya askeri personel ve malzeme taşıyan sivil uçakların geçişi için diplomatik kanaldan, diğer sivil uçakların geçişleri için de ulaştırma Bakanlığından uçuş izni alınması gerekmektedir .
SÖZLEŞME’NİN FESHİ (Md.28)
-“Sözleşmenin süresi, yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak, yirmi yıldır. Bununla birlikte, işbu Sözleşme’nin 1. maddesinde doğrulanan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğü ilkesinin sonsuz bir süresi olacaktır”.
Sözü edilen yirmi yıllık sürenin bitiminden iki yıl önce, hiçbir Yüksek Akit Taraf, Fransız hükümetine sona erdirme ön-bildiriminde bulunmamışsa, Sözleşme, bir sona erdirme ön-bildiriminin Fransa Hükümetine gönderilmesinden başlayarak, iki yıl geçinceye kadar yürürlükte kalacaktır. Sözleşme, bu şekilde sona erdirilmiş olursa, Taraflar, yeni bir Sözleşme yapmak için düzenlenecek bir konferansa katılmayı kabul etmektedirler” .
Bu maddeye göre, 20 yıllık dönemin sonundan 2 yıl önce herhangi bir imzacı ülkenin fesih talebi olmaz ise, sözleşme böyle bir talebin yapılacağı tarihten 2 yıl sonrasına kadar yürürlükte kalacaktır. Bu durumda tüm imzacı ülkelerin katılımıyla yeni bir Sözleşme yapılacaktır. Bu yönüyle Montreux Sözleşmesi adeta “küllerinden yeniden” doğacaktır. Bu çerçevede Boğazlardan geçiş ve Karadeniz’de güvenlikle ilgili Montreux ilke ve kısıtlamaların adeta sonsuza dek devamlılığı sağlanmıştır. Bu çerçevede, yeni sözleşmede geçiş serbestliği ilkesinin aynen korunacağı kabul edilmektedir. Bununla birlikte, özellikle savaş gemilerinin boğazlardan geçişi ve Karadeniz’de bulunmaları ile ilgili 14 ve 18 inci maddeleri konusunda müzakerelerin çetin geçmesi ve tonaj ve uçak gemilerine ilişkin bazı taleplerin ortaya çıkması ve hatta uzlaşılamayıp konferansın sonuçsuz kalması da muhtemeldir.
Sözleşmeye göre, Kıyıdaş ülkeler, büyük tonajlı gemilerini boğazlardan geçirebiliyor (
Rusya’nın emekli olma yaşında bir uçak gemisi var. Y
eni bir uçak gemisi planlanma aşamasında. Karadeniz’e kıyıdaş olsun olmasın hiçbir ülkenin uçak gemisi Boğazlar’dan geçemez. 2000’li yılların başında, donanımı tamamlanmamış, makineleri, dümeni sökülmüş bir uçak gemisi olan Varyag’ın Boğazlar’dan geçişi sorun olmuştu. Daha sonra Ukrayna’nın çinli bir turizm şirketine sattığı Varyag’ın eğlence gemisi olarak kullanılacağının açıklanmasıyla geminin geçişine izin verilmişti. Gerçekten gemi bir süre eğlence gemisi olarak kullanmışsa da 2011 yılında uçak gemisine dönüştürülmüş ve Çin donanmasının ilk uçak gemisi olmuştur. Daha sonra eşi gemiler de inşa etmiştir.
Montreux’nün değişmesine yol açacak bir ortamın oluşması halinde,
Rusya, Akdeniz’e ve diğer denizlere kolaylıkla açılmak, yeni uçak gemileri ile denizaltılarını göreceli olarak korunaklı olan Karadeniz’de konuşlandırmak ve böylece Boğazlardan serbestçe geçmesini ve savaş gemilerinin Karadeniz ile Suriye’deki üsleri arasında
rahatça gidip gelmesini sağlamak için yeni bir sistem kurulmasını İsteyebilir. Öte yandan, Rusya nükleer başlıklı füze taşıyan yabancı gemilerin (ABD) Karadeniz’e girmesini ise arzu etmemektedir.. Daha önce, Dyess ve Turner adlı iki ABD gemisinin Karadeniz’e girmesi üzerine, Bulgaristan ve Rusya Türkiye’ye nota vererek bu durumun Sözleşme hükümlerine aykırı olduğunu ileri sürmüşlerse de, Türkiye’nin, Montreux Sözleşmesinde savaş gemilerinin sahip oldukları silahların türü hakkında bir hüküm bulunmadığını belirtmesi üzerine konu o dönemde kapanmıştı.
Rusya yeni bir sözleşme ile lehine bazı değişiklikler yapılmasının yararlı görse de, konunun bumerang etkisi ile aleyhine dönebilecek olması ihtimalini gözönünde bulundurarak Sözleşme ile kurulmuş düzeninin aynen devamını istemesi doğal olacaktır. Aynı şekilde, Karadenize kıyıdaş ve NATO üyesi Bulgaristan ve Romanya ile NATO üyesi olmayan ancak Batıya yakın ilişkileri olan Ukrayna ve Gürcistan’ın da Karadeniz’in bir barış havzası olarak kalmasının güvenliklerine daha çok katkı yaptığı nedeniyle, Karadeniz’deki dengelerin değişmesini istemeyecekleri akla gelmektedir. Bu konuda, Ukrayna’nin Rusya ile çekişmesinin özel özel bir durum yarattığı dikkate alınmalıdır.
Bu hususlar gözönünde tutulduğunda, Kıyıdaş veya değil, herhangi bir imzacı ülkenin, doğrudan çıkarı olmamasına ve gerçekte böyle bir gelişmeyi arzu etmemesine rağmen, üçüncü bir ülkenin baskısı nedeniyle, Sözleşme’nin feshine yol açacak bir girişimde bulunabileceği dikkate alınması ve buna meydan vermeyecek bir politika izlenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Son ABD yönetiminin Rusya’ya bakışı gözönünde tutulduğunda, ABD’nin Karadeniz’de bir donanma üssüne sahip olmayı, uçak ve büyük tonajlı gemileri dahil Karadeniz’de önemli bir deniz gücü bulundurmayı ve Rusya’yı en hassas bölgesinden tehdit etmeyi planlıyor olması mümkündür. Buna karşı ABD, Montreux kurallarında olası bir değişikliğin Rus donanmasının Akdeniz’e çıkmasını kolaylaşmasını ve özellikle Doğu Akdeniz’de daha etkin olmasını da istemiyecektir. Öte yandan, her vesileyle dünya’ya yayılmak için fırsat kollayan Çin, dostu Rusya’nın yanında gözükmek için Karadeniz’e, uçak ve savaş gemilerini gönderebilecek ve
Karadeniz’deki askeri varlığını destekleme gerekçesiyle, Doğu Akdeniz’deki varlığını artırmak isteyebilecektir. Bu çerçevede,
Çin’in, Bender Abbas ve Cibuti’den sonra Doğu Akdeniz’de de bir deniz üssü kurma çabasına girmesi muhtemeldir. Kaldı ki, ABD’nin güç ve dikkatini
Pasifik/Hint bölgesi dışında Karadeniz’e de yayması ve yakın çevresindeki ABD gücünün belirli ölçüde de olsa azalması Çin’i ayrıca memnun edecektir.
Öte yandan Karadeniz’de, Rus karasının hemen altındaki bir alanda üs kurması ve devamlı bir donanma gücü bulundurması ABD için bir avantaj olabileceği gibi, böyle bir durumun sözkonusu üs ve deniz gücü için yakın bir tehlike yaratabileceği hususu da gözönünde tutulmalıdır. Bütün bunlar dikkate alındığında ABD’nin, belki de aynen Rusya gibi, Karadenizde savaş gemilerini devamlı bulundurmak amacıyla, bütün tahminlerin aksine, Montreux Sözşeşmesi’nin devamından yana olması da uzak bir ihtimal değildir. Kendisi taraf olmadığı cihetle Sözleşme’nin sona erdirilmesi doğrudan isteyemiyeceği için, bunu Yunanistan, Romanya, Bulgaristan ve hatta İngiltere gibi dost bir ülkeyi taşeron olarak kullanıp amacına ulaşabilirdi. Bugüne kadar bu yola başvurulmamış olması, yukarıda sözü edilen ABD’nin Montreux’Sözleşmesi’nin sona ermesini israrlı bir şekilde istemediği izlemini güçlendirir niteliktedir.
Diğer taraftan, 28.
maddede, Sözleşme’nin , sona erdirme ön bildiriminden itibaren iki yıl geçinceye kadar yürürlükte kalması ve imzacı ülkelerin yeni bir sözleşme hükümlerini saptayacak bir konferansta temsil edilmeleri de öngörülmektedir. Ancak iki yıl içinde yeni bir sözleşme üzerinde uzlaşma sağlanamaması halinde, 2. yıldan itibaren özellikle, savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçişi ve kıyıdaş olmayan ülkelerin Karadenizde bulundurabileği tonaj ve sürelerle ilgili olarak ne gibi kurallar uygulanacağı konusu açıkta kalmaktadır. Bu çerçevede, en iyi iki ihtimal Konferans’ta yeni bir sözleşme üzerinde anlaşmaya varılıncaya kadar Montreux Sözleşmesi’nin sona erme tarihinin ertelenmesi veya Türkiye’nin tek taraflı olarak Sözleşme hükümlerini uygulamaya devam etmesidir. Buna karşılık, en kötü senaryo, geçici döneminde, 1
982 BM Deniz Hukuku hükümleri çerçevesinde Boğazlardan geçişlerin serbest olması ve Karadenizde açık deniz kurallarının geçerli olması ihtimalidir. BM Deniz Hukuku sözleşmesine taraf olmasa da,
Türkiye’nin ,
özellikle savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçişiyle ilgili olarak, deniz hukuku
kuralların uygulanmasında ciddi zoruk ve hatta baskılarla
baskılarla karşılaşabileceği önemle gözönde tutulmalıdır.
BAZI MADDELERİN DEĞİTİRİLMESİ (MD.29)
Sözleşmenin yürürlüğe girmesinden başlayarak her beş yıllık dönem sona erdiğinde, Yüksek Akit Taraflardan her biri, kendine özgü nedenler veya dış etkenlerle, Sözleşmenin bir ya da birkaç hükmünün değiştirilmesini, nitelik ve gerekçesini de göstermek suretiyle, isteyebilir. Değişiklik isteminin işleme konulması için en az iki imzacı ülkenin desteği gerekmektedir.
14. ve 18. maddeler için ise sadece 1 Akit tarafın isteği desteklemesi yeterli görülmüştür.
Gerekçeli değişiklik üzerinde, diplomatik kanallarla bir sonuca varılamazsa, tüm taraflar toplanacak bir konferansa katılmayı kabul etmişlerdir. 14 üncü maddenin Savaş gemilerini, Boğazlarda geçiş, 18 in ise Karadeniz’de kalışlarıyla ilgili olduğunu bir kez daha hatırlayalım.
Herhangi bir değişikliğin kabul edilmesi için oybirliği gerekmektedir.
14. ve 18. maddelerde değişiklik için ise, dörtte üç çoğunluk yeterli olacaktır. Ayrıca, bu çoğunluk içinde, Türkiye dahil kıyıdaş imzacı ülkelerin de dörtte üç oranında yer alması gerekmektedir. Bir başka deyişle, dörtte üç çoğunluk sağlansa da Türkiye ile Romanya, Bulgaristan veya Rusya’dan birinin kabul etmemesi halinde 14. ve 18. maddelerde değişiklik yapılamaz. Bu hüküm bu konularda Türkiye’ye tek başına veto hakkı tanındığını vurguluyor.
Taraf ülkelerin Sözleşme’nin koyduğu ilkeler ve kurduğu dengeler ile ilgili hükümleri benimsedikleri, bunlarda bir değişiklik yapılmasını zorlaştırıcı ve hatta engelleyici kilitleri koymalarından açıkça anlaşılmaktadır. Bu konuda Türkiye’ye diğer ülkelerden farklı özel haklar tanınmış olduğunu bir kez daha hatırlatalım.
SONUÇ
Daha öncede belirtildiği gibi, Montreux Sözleşmesinin Türkiye için arzettiği büyük önemin açıkça belirli olmasına rağmen, Sözleşmenin sona erdirilmesi konusunun niçin gündemde olduğunu anlamak zordur. Sözleşmelerin feshi yetkisinin hangi kurum tarafından kullanılabileceğine ilişkin hukuki tartışmadan bağımsız olarak herşeyden önce, Türkiye’nin egemenlik ve güvenliği ile ilgili son derece önem taşıyan Montreux Sözleşmesinin sona erdirilmesinin ülkemiz açısından ne gibi olumlu ya da olumsuz etkileri olacağı hususunun tartışılması ve vatandaşlarımızın olası fayda ve tehlikeler konusunda bilgilendirilmesi yaralı olacaktır.
Bu arada, Türk deniz gücünün ulusal çabalara ilaveten NATO tarafından da desteklenerek güçlendirilmesinin ve bölge savunmasında temel görevin Türkiye tarafından üstlenilmesinin en doğru bir yaklaşım olacağı hususunun, günümüz koşullarında ne kadar gerçekçi olduğunu takdirlerinize bırakıyorum.
Montreux Sözleşmesinin sona erdirilmesi için ön bildirimde bulunmak, her imzacı ülke gibi, Türkiye’nin de hakkıdır. Bununla birlikte,Türkiye’nin Montreux’nün feshi isteminde bulunmasının bazı dış çevrelerde memnuniyet ve tebessümle karşılanacağı kuşkusuzdur. Öte yandan, tüm Akit Taraflar ve yeni bir sözleşme’ye katılacak ülkeler arasında bir uzlaşma sağlanması ve yeni bir düzen getirilmesinin imkansız denecek kadar zor olduğunu belirtmek gerekir. En önemli olarak da, yeni sözleşmenin, Türkiye’ye yürürlükteki Montreux Sözleşmesi’nden daha fazla güvenlik sağlaması ve uygulama yetkisi vermesi olasılığı çok düşüktür. Buna karşılık, üyesi olmadığımız BM Deniz Hukuku Sözleşmesi sık sık gündeme geleceği cihetle, ülkemizin müzakereler sırasında yeni ve karmaşık sorunlarla karşılaşması ihtimalinin yüksek olduğu gözönünde tutulmalıdır.
Bütün bunlara bir de hayal ekleyelim. Rusya’nın önce AB’ye, daha sonra NATO’ya dahil olacağını, Karadeniz’de hiçbir siyasi ve askeri anlaşmazlık olmayacağını, savaş gemilerinin bölgede bulunmalarına ihtiyaç duyulmayacağını ve böylece Montreux’nün konuyla ilgili hükümlerinin işlevsiz kalacağını düşünelim ama gene de aşağıdaki günümüz gerçeğine dönelim derim.
Tüm bu hususlar gözönünde tutulduğunda, MONTREUX BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ’nin ve 85 yıllık adil ve tarafsız uygulamasının TÜRKİYE’nin envanterine girdiğini, istemedikçe ve çok büyük yanlışlar yapmadıkça bu kazanımlarını kaybetmesinin sözkonusu olmayacağını düşünüyorum.
Son Söz
Türkiye Pandora’nın kutusunun açılmaması için, her türlü özen ve diplomatik çabayı göstermelidir. Kişisel olarak bu hususun gerekliliğine kesin olarak inandığımı belirtmek isterim.
İstanbul, 5 nisan 2021.
m
mm