Birkaç gün önce TBMM Başkanının bir TV programında sarf ettiği “ Cumhurbaşkanı, İstanbul Sözleşmesi’nden kararname ile çekildiği gibi Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden de, diğer uluslararası anlaşmalardan da çekilebilir ” ifadesi gerçekten vahimdir ve hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu ifade ne hukuk normları ne de ülkemizin yüksek ulusal çıkarlarıyla bağdaşmamaktadır. Sn. TBMM Başkanı bu ifadeyi düzelterek Türk milletinden özür dilemek zorundadır. Oturduğu koltuğun gereği budur.
Son yıllarda, Kanal İstanbul bağlamında Montrö Sözleşmesi ile ilgili çok yorum yapıldı. İlginçtir ki söz konusu Sözleşmenin ülkemiz için ne ifade ettiğini anlayanların neredeyse tümü Kanal İstanbul’a karşı görüş bildirenlerdi. Bugüne kadar iktidar tarafından gelen tek bir doğru yorum görmedim. Kanal İstanbul gibi devasa bir projeyi “ kim ne derse desin yapacağız” anlayışıyla gerçekleştirmek niyetinde olan egemen siyasetin Montrö Sözleşmesinin ülkemiz için yaşamsal bir öneme sahip olduğunu göz ardı etmesi veya en azından öyle davranması gerçekten çok şaşırtıcı olmuştu.
Bugünkü yazımın amacı Montrö Sözleşmesinin önemini anlamak istemeyenlere Sözleşmeyi anlatmak, gerçeği görmelerine yardımcı olmaktır. Belki o zaman içine düştükleri gaflet uykusundan uyanırlar.
Yazıyı hazırlarken rahmetli kayınbiraderim Profesör Doktor Yüksel İnan’ın “ Türk Boğazlarının Siyasal ve Hukuksal Rejimi” adlı çok önemli kitabından yararlandım. Merhum Yüksel İnan denizler hukuku konusunda ülkemizin en önde gelen uzmanlarından biriydi. Konusuyla ilgili olarak Dış İşleri Bakanlığımıza da yıllarca danışmanlık hizmeti vermişti.
Önce belirtelim. Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazından oluşan deniz alanı, uluslararası ilişkilerde “ Boğazlar ” veya “ Türk Boğazları ” olarak anılmaktadır. Türk Boğazları, gerek jeopolitik ve stratejik açılardan gerekse uluslararası ulaşım açısından taşıdığı değer nedeniyle, günümüzde de büyük bir önem taşımaktadır. Bu değer ve önem yalnızca Karadeniz’e kıyısı olan devletler veya Türkiye açısından değil, tüm dünya devletleri açısındandır.
Bu noktada konuyu yeterince bilmemelerine rağmen yorumlayanlar için biraz tarih bilgisi verelim.
Lozan Barış Anlaşması ve bu anlaşmanın bir parçası olan Lozan Boğazlar Sözleşmesi, 24 Temmuz 1923 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu Sözleşme, Birinci Dünya Savaşı sırasında ortaya atılan ve geniş anlamı ile serbest geçiş ilkesinin ve uluslararası denetim sisteminin etkisi altında kalmıştı.
Lozan Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye’nin güvenliğini tam anlamıyla sağlamaktan yoksun olduğu gibi, içerdiği bazı hükümlerle de Türkiye’nin egemenlik haklarını kısıtlamaktaydı. Türkiye’nin Boğazların rejimi konusunda Lozan Barış Konferansında direnmesi, belki de Konferansın sürüncemede kalmasına neden olabilirdi. Türkiye böyle bir riski almak istemedi ve Lozan’da Boğazlar konusunda fazla direnmedi. Ancak, Sözleşmenin imzalanmasından sonra, Sözleşmenin değiştirilmesi yollarını da sürekli olarak aradı.
1933 yılından itibaren Dünya’da meydana gelen olaylar, Lozan Boğazlar Sözleşmesinin yetersizliğini ortaya koymaya başlamıştı. Lozan Boğazlar Sözleşmesi 13 yıl normal bir şekilde uygulandı. Ancak, uluslararası alandaki köklü değişiklikler, Boğazların rejiminin yeniden düzenlenmesini zorunlu kılmıştı. 1936 yılında, Dünya’daki olayları iyi değerlendiren Türkiye, Lozan Boğazlar Sözleşmesinin değiştirilmesi için kendisini destekleyen devletleri bulmakta güçlük çekmedi.
9 Kasım 1936 tarihinde yürürlüğe giren Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye’nin egemenliğini ve güvenliğini en iyi bir şekilde sağlayan hükümleri içermektedir . İkinci Dünya Savaşı sırasındaki olaylar bunu açıkça göstermektedir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Müttefik Devletlerin, Sovyetler Birliğine, Boğazlar yolu ile yardım yollamakta güçlük çekmeleri, ABD’nin ve Büyük Britanya’nın, Yalta ve Potsdam Konferanslarında, Boğazların rejimi konusundaki Sovyet önerilerini kısmen kabul etmelerindeki en büyük etkenlerden biri olmuştu. İkinci Dünya Savaşının sonunda, Sovyetler Birliğinin genişleme politikası uygulaması ve Dünya barışı için bir tehlike teşkil etmeye başlamasının bir sonucu olarak, ABD ve Büyük Britanya, Türkiye’yi Sovyetler Birliği karşısında yalnız bırakmadılar ve desteklediler. Türkiye’nin NATO’ya üye olması ve ayrıca Sovyetler Birliğinin yumuşama politikası uygulamasının bir sonucu olarak, Sovyetler Birliği (sonra da Rusya), 1947 yılından günümüze kadar Türkiye’den toprak talebinde bulunmadığı gibi, Montrö Boğazlar Sözleşmesinin değiştirilmesini de talep etmemiştir. Bu husus çok önemlidir.
Şimdi Yüksel İnan’ın kitabında yer alan ve çok önemli gördüğüm bazı tespitleri sırasıyla özetleyelim:
Yukarıdaki satırlarda özet olarak ifade etmeye çalıştığım hususlar bile, şu veya bu şekilde, Montrö Boğazlar Sözleşmesinin tartışmaya açılmasına yol açabilecek söylem veya girişimlerin ülkemiz açısından ne kadar büyük riskler taşıdığını göstermektedir.
Bu yazının başlığını seçene kadar epeyi düşündüm ve “ Montrö Sözleşmesini Anlamamak ” ortaya çıktı. Vurgulamak istediğim kritik husus şu: Bu ülkeyi yönetenlerin Montrö Sözleşmesinin ne anlama geldiğini, ülkemize ne gibi avantajlar sağladığını iyice değerlendirmeden Sözleşmenin değiştirilmesine ve hatta feshine kadar gidebilecek bir olaylar dizisini tetiklemeye hakları yoktur. Sn. Meclis Başkanının Türkiye’nin söz konusu Sözleşme’den bir Cumhurbaşkanı kararnamesi ile çekilebileceği anlamına gelen talihsiz ifadesi ise işin tuzu biberi olmuştur. Bana göre bu ifade, eğer bir dil sürçmesi değilse, bir gaflettir. Mazur görülemez.
Montrö Sözleşmesini anlamamanın bu ülkeye maliyeti çok büyük olur . İstisnasız herkesi sorumluluğa davet ediyorum.