Mutluluk… Ne güzel kelime değil mi?
Ne olduğunu bilene neredeyse rastlamadım ama herkes seviyor onu. Herkes istiyor. Mutluyum diyor bazen birileri; sorsan, o da anlatamıyor ne olduğunu. Halinden memnun, ağrısı geçmiş, maddi sıkıntısı banka hesabına yatan yüklü bir meblağ ile hafiflemiş insanlar kendini mutlu hissediyor. Hissediyor ama pek kısa sürüyor bu. Yemek yerken çoğumuz mutluyuz mesela; yahut herhangi bir hazzı deneyimlerken. Mutluluk pek çoğumuz için keyif aldığımız şeylerde saklı. Ne kadar keyif o kadar mutluluk gibi bir algı var çoğumuzun kafasında. Bu bazen şekil de değiştiriyor; ne kadar ağrısız, acısız, dertsiz ve tasasız isek, mutluluk da o kadar oluyor. Yani mutluluk ekseriyetle bir iyi şey varsa, onun yanında promosyon olarak geliyor. O iyi şey yoksa, mutluluk da yok.
Ama bazen, ara sıra da olsa birileri çıkıyor; yoksunluk yahut sıkıntı içerisindeyken, ağrısı, sızısı veya hastalığı onu rahatsız ederken bile “mutluyum” diyor. İçinde bulunduğu her durumda bir şükran ve minnet haresiyle sarılı sanki. Bazen adeta ermiş gibi bir görüntü veriyorlar; bazen de biraz akli dengesi sorunlu insan portresi yakıştırabiliyoruz böylelerine. Haz veya azap onları çok da fazla etkilemiyor gibi görünüyor. Tadmada ve doymada, isyan ve şikayette ölçülü, hatta hayli cimriler. Şikayet etmeyi veya sevinip coşmayı beceremiyor gibiler; yahut pek yakışmıyor onlara. Onların mutluluk hali, verili durumdan bağımsız gibi. Adeta yapısal bir özellik.
Acaba deli mi bunlar?
İnsan diğer varlıklarda olmayan sayfalar dolusu ilginç özelliğe sahip. Bunların büyük çoğunluğu zihinsel melekeler ve bu melekelerden birisi insanı dünyada belki de en endişeli canlı haline getiriyor. O özellik, çok gelişmiş bir zaman algısı. Geleceğe ve geçmişe dönük olarak zamanda adeta sınırsız sıçramalar yapabilen insan zihni, geçişi ve geleceği aynı anda ihata edebilen bir alem gibi. O nedenle de öleceğini bilen (bildiğimiz kadarıyla) tek canlı. Bunu umursamayan (yahut umursamıyormuş gibi yapabilen) tek canlı da yine o. Bu zaman algısına biraz yakından bakarsak, hazzı bile nasıl acıya ve kedere dönüştürülebileceğini hemen fark edebiliriz aslında.
Harika bir sofrada yiyip içmeye henüz başlamışken, sevdiceğimizle geçireceğimiz çok güzel bir tatilin ilk saatlerini heyecan içinde yaşarken, nefis bir havada yürüyüş yaparken ciğerlerimize çektiğimiz taze havanın hazzını duyumsarken ve daha aklınıza gelebilecek her türlü keyifli anın tam göbeğinde, zihnimizin arkalarından bir yerlerinden bir uyarı durmaksızın bilincimizin dibini gıdıklar durur. “Bitecek” der. “Bu haz, bu keyif, bu coşku bitecek…”. Bunu hepimiz duysak da, duymamazlıktan gelme refleksini erken yaşlarımızda geliştirmeyi öğreniriz. Akıbeti bilebilen zihinlerimiz, hazların ve acıların geçici olduğunu bilir. Ama bu yetenek, acıları hafifletmekten çok, hazları zehir etmeye yarar. Haz anlarının biteceğini bilmek, bunu bilmeden edememek, insan için hazzı eksilten, onu zevk alma konusunda diğer hayvanlardan açık ara dezavantajlı yapan en önemli “yetenek” tir.
Belki de o nedenle, biraz düşünsek, hazların “mutluluk” getirmeyeceğini hemen fark ederdik. Geçici olan, biteceğini bilmediğimiz şey bize mutluluk değil, ancak belki geçici bir haz verebilir. Mutluluk ise daha başka bir şey olmalı.
Acaba ne?
Az sayıda da olsa bazı insanlar sıkıntı içindeyken, hastayken ve acı çekerken bile “mutlu” olabiliyorsa, o zaman mutluluk, haz almak veya acısızlık ile doğrudan bağlı olamaz. Peki ne ola ki bu mutluluk?
Benim en sevdiğim tarif, hem bizim kadim anlatılarımızda, hem de bugün pozitif psikoloji alanında bu konuda yazan çizen araştırmacıların ifadelerini birleştirince çıkıyor. Belki kimse bunu bu cümleyle doğrudan söylemiyor ama ben size anladığımı toparlayayım:
Mutluluk, hayatından razı olma haline verdiğimiz bir isim aslında…
Hayatından, varlığından, başına gelenlerden ve yaşamının anlamından “razı” olan insanlar, başlarına ne gelirse gelsin, şükran, tatmin ve mutluluk hislerini kaybetmiyorlar. Sevdikleri bir insanın cenazesini uğurlarken bile bazısının gösterdiği vakar ve o sevilesi dinginlik, o anlarda bile rızanın dışa vurumu gibi görünüyor. Çoğu insan haz alırken, yahut ızdırabı bitince bu nedenle geçici de olsa “mutluymuş” gibi hissediyor. Ama haz bitince, o şükran hissi de yerini “şimdi ne yapsak?” arayışına mecburen terk ediyor gibi görünmekte. Hasılı, siz kendinizden ve size bu hayatı verenden “razı” olunca, onun getirdiği şey ne olursa olsun, sizin iç istikrarınızı pek bozamıyor.
Acaba hayatımızdan razı mıyız? Bence bunun için pek kolay bir test var. Sorunuz kendinize: Bir daha dünyaya gelme şansım olsa, aynı hayatı yeniden olduğu gibi yaşamayı seçer miydim; yoksa ne olacağını bilemediğim bir başka alternatifi mi yaşamayı isterdim? Öyle ya, bu hayata başlarken de bugün burada ve böyle olacağımızı bilmiyorduk. Eğer halimizden (“memnun” değil) “razı” isek, cevabımız şüphesiz aynı hayatı tercih etmek yönünde olacaktır. Diğer tercihin anlamı ise kabaca şu: Bu hayat yerine ne olsa daha iyidir! Ürpertici bir yanıt olsa gerektir…
Derler ya “ mutluluk varılacak bir netice yahut istasyon değil, yolun kendisidir ” diye. İşte benim de demeye çalıştıklarım aslında aynı kapıya çıkıyor.
Yoldan alacağınız lezzetin sırrı ise yolculuğa verdiğiniz anlama bağlı.
Anlam ise bir niyet ve karar işi. Yani mutlu olmak için bir karar vermek lazım:
Benim olmayanları kovalamaya devam mı edeceğim, yoksa elimdekilerden azami istifade yolunda canımı dişime mi takacağım?
Sanki farkı yaratan esas mesele bu…