Adına insan dediğimiz varlık, Yaratıcı tarafından dünya denilen bu yaşam alanına gönderildiğinden bu yana çok uzun zaman geçti ve yeryüzünde çok şeyler değişti. İlk insanın oğullarıyla birlikte başlamıştı aslında bu değişim. Evet Habil ve Kabil’in birbirine düşüp ilk cinayetin işlenmesinin üzerinden çok zaman geçti. Ama aslında dünya aynı dünya, toprak aynı toprak, su aynı su!
Dünya çok değişti belki ama insan hala aynı insan. Çok fazla bir değişime uğramadı. Hala kızıyor, hala öldürüyor ve hala dünyayı paylaşamıyor. Ne acayiptir ki, koskoca kara ve deniz parçaları yetmiyor bu insan varlığına. Daha fazlasını istemekten, daha çok kazanmaktan, herkezden daha üstün olmaktan bir türlü vazgeçmiyor…
Tabi ki dünya üzerinde herşey çok kötü değil. Elbette ‘iyi’ler ve ‘iyilikler’de var ve kıyamete kadarda var olmaya devam edecek. Başlıktaki soruya dönersek, memnun muyuz peki biz bu dünyadan? İstediğimiz, arzuladığımız gibi mi her şey yeryüzünde? Vicdanımızın istediği yaşam alanı şuan ki var olan dünyamı? Cevabımız malesef hayır.
İnsan bozdu yeryüzünü. Aslında insan yeryüzüne gelirken getirdi iyi ve kötü olan ne varsa herşeyi. Bizim varlığımızla beraber, kuşların, kurtların, böceklerin, karaların, denizlerin düzeni değişti. Bir bozulma söz konusu ise, biz yaptık her şeyi. İyi insanların varlığını gördükçe elbette ümitleniyoruz dünyamız adına. Düşen insanın elinden tutan başka bir insanı gördüğümüzde elbette mutlu oluyoruz. Bunu ifade etmekten hoşlanmıyorum ama iyi insanlardan daha çoklar kötüler! Onların doyumsuz benlikleri bir türlü tatmin olmuyor. Tatmin olmayan insan nefisleri, diğer insanların haklarını ele geçiriyor! İşte ondandır kimi insan toplulukları deryalar içinde yüzerken, kimileri de bir yudum suya muhtaç halde yaşamaya çalışıyor! Kimilerinin önlerinde küçük midelerinin alacağından çok fazla yiyecek olduğu için, bir başka yerde bir lokmaya muhtaç insan kardeşlerimiz var. Bizim arzumuz, vicdanımızın sesi bunu kabullenemiyor. Bizim arzuladığımız dünya böyle bir yer değil!
Biz iyi bir dünya arzuluyoruz. Kuşların özgürce uçabildiği, böceklerin özgürce dolaşabildiği, balıkların temiz sularda yaşamlarına devam edebildiği, açlıktan ve susuzluktan sefalet içine düşmüş insanların olmadığı, yeryüzünün herhangi bir noktasında bir çocuk ağladığında geri kalan tüm dünyalıların ona koşup teselli ettiği, merhamet dolu bir dünya hayal ediyoruz.
İnsanların birbirini öldürmediği, adına savaş denilen hastalıklı ruh halinin komple yok olup gittiği, güçlü olanın güçsüzü ezmediği, zengin olanın fakir olana sahip çıktığı güzel bir dünya. Çok uzaklarda değil hayal ettiğimiz bu dünya, bizim içimizde. Hepimizin bu anlamda görevi var yeryüzünde. Zaten üç gün eğleşip gitmeyecek miyiz buradan? Bak bakalım etrafına, var mı baki kalan? Var mı üzerine toprak atılmayan bir insan?
Çok değil, 100-150 sene önceye gidersek, üzerinde yaşadığımız Anadolu topraklarından vardı bu arzu ettiğimiz insanlık dolu dünya. Eski ibadethanelerin yanlarında hala durur sadaka taşları. Zenginimiz bırakırdı elindeki dünya malından, fakir olanda alır ve ihtiyacını giderirdi. İçimizde hala yaşamaya devam ediyor oysa bu merhamet. Peki bizi harekete geçirmeyen nedir hiç düşünmez miyiz? Neden komşumuzun halinden haberdar olmayız? Hepimiz istemiyor muyuz güzel bir dünya?
İstiyorsak, uzaklara gitmeyelim. İçimizde o güzel dünya. Dışarıya yansıtmakta yine bizim elimizde! Merhamet dolu kalbimizi bir yoklayalım, bakalım neler saklı kalmış orada!
Bir kişinin bir dünyayı nasıl değiştirdiğine tarih defaatle şahit olmuştur. Başkasından bekleme, sen harekete geç. Bak neler değişecek önce senin dünyanda, sonra tüm dünyamızda.
Yenigün Gazetesi / 01 Haziran 2016