Yıllardır kendim hakkında büyük bir kafa karışıklığı yaşıyorum: Çocukluğum ve özellikle de yaz tatillerim çok keyifli mi geçti, yoksa benim için bir işkence miydi? Taşrada büyümüş bir çocuk olarak üniversiteye gelene kadar her yaz tatilinde çalıştım. Akademik olarak başarılıydım, aynı zamanda “gerçek hayatı” öğrenmem gerektiğini düşünen bir aile ortamında büyüdüm. Fakat sadece ailemin isteği değil kendi isteğim de çalışmamda etkili oldu.
Öncelikle ufak girişimlerle başlayan kendi işimi kurma maceralarım vardı, fakat bu çocuk girişimcinin elinden kimse tutmamıştı. En küçük girişimcilik maceram büyük bir mıknatıs bulmak ve onun ucuna ip bağlayıp sokak sokak gezip mıknatısın çektiği metal parçalarını biriktirip eskiciye satmak olmuştu. Fakat bir-iki gün gibi kısa bir sürede bu işin en fazla sakız alabilecek kadar para kazandırabileceğini görmem zor olmadı. Bu ilk maceram ilkokul yıllarımın başlarına dayanıyor. Yine ilkokul yıllarımda dükkânları gezip kader kısmet satma, buz dondurma satma, kırtasiyeden aldığım toplu Ninja Kaplumbağalar çıkartmalarını sınıf arkadaşlarıma tek tek satma (karlı bir işti) babamla birlikte pazarlara gidip tatlı satma girişimlerimde ufak çapta kazançlarım olmuştu. Fakat ilk “gerçek anlamda” iş deneyimim bir poşetçinin yanında çırak olarak işe başlamamdı diyebilirim.
Daha sonra, ortaokul yıllarımda markette çalışmaya başlamıştım. Memleketin kalburüstü sayılan marketinin iki şubesi arasında mekik dokuyarak, el arabasıyla mal getir götür işleri üzerime kalmıştı. Oranın çingenelerinin tekelinde olan at arabasına alternatif olarak ucuz iş gücü olan ben keşfedilmiştim ve elime tutuşturulan el arabası. Ana caddeden el arabasıyla gidip mal taşıyacaktım ve “arkadaşlarıma görünemezdim, çünkü onlar oyun oynarken bana yapılan bir haksızlıktı bu, rezil olurdum, başarılı bir öğrenciydim, olamazdı” şeklinde akıp giden düşünceler, tam da ön ergenlik dönemleri. Çareyi oyunculukta bulmuştum, tanınmamak için önce arka yollardan birine saparak etrafta bulunan kömür tozlarını suratıma sürer, (güya çingene kılığına girecektim) kıyafetlerimi tamamen kırıştırır ve ağzıma da yanıyormuş gibi görünen yapay bir sigara koyardım. Farklı bir tipleme yaparak iki dükkan arasında mekik dokurdum. Amaç tanınmamaktı ve bunu da başarıyordum. Dükkana mal gelmesin diye dua ederdim.
Şimdiden bakınca beni bu hale düşürenlere zaman zaman kızıyorum. Ama garip bir şekilde benim oyunculuğumun gelişmesinde oyun olsun diye sürekli değiştirdiğim bu tiplemelerin etkisi büyüktü. Çalışırken azimli olmayı, zor işlerden kaçmamayı, alternatif çözümler üretmeyi burada öğrendim. İlk kazandığım haftalıkla 100 tane bilye aldığımı hatırlarım, aynı gün oyunda tüm bilyeleri nasıl kaybettiğimi de. Kaybetmenin ne kadar kolay ama kazanmanın ne kadar zor olduğunu burada öğrendim. Bu koşullarda insanların ne kadar zorluk çektiğini, onlara karşı ön yargılı olmamak gerektiğini burada öğrendim. Geleceğimin daha iyi koşullarda geçmesi için derslerime dört elle sarılmam gerektiğini burada öğrendim. İşte yaşadığım çelişki de hep burada. Bir yerlerde çalışan çocukları gördükçe onlara karşı acıma duygusu oluşmuyor bende, olması gerekiyor mu, onu da kestiremiyorum. O çocuğun mücadelesinin her şeyin üstünde olduğunu düşünüyorum.
İnsana en büyük zevk veren şeylerden biri ise yaşadığı deneyimler konusunda yalnız olmadığını fark ettiği an. İşte yıllardır keyifle takip ettiğim Acar Baltaş’ın Handan Uşaklıgil ile birlikte yazdıkları kitabı görünce bir şeyler kıpırdanmaya başladı bende. Bazen kitabevine öylesine uğrarsınız fakat bir anda bir kitap çıkar karşınıza ve size “mutlaka al” diye seslenir, işte “İlk İşim” kitabı bu heyecanı yarattı bende.
Kitap farklı mesleklerden iş insanlarının ilk iş deneyimleri üzerine kısa bölümlerden oluşuyor. 2-3 sayfada özetlenmiş ilk iş deneyimleri o kadar yoğun duygular barındırıyor ki deneyimlerin bu insanların başarılarını nasıl şekillendirdiklerini bu sayfalarda rahatlıkla görebiliyorsunuz. Acar Baltaş ve Handan Uşaklıgil’in önsözü ise hem ebeveynlik hem de ilk iş deneyiminin sonraki hayatımıza etkileri üzerine çok önemli tespitler barındırıyor ve çok yoğun bir özet niteliğinde.
Herkesin ilk iş deneyimi kendisi üzerinde farklı etkiler bırakıyor ve bu etkiler çerçevesinde kitap farklı kategorilere ayrılmış: “İşler Sarpa Sardığında”, “İş Keyfe Dönüştüğünde” gibi. Tabii ki herkesin ilk işine dair bakışı ve deneyimi bambaşka fakat ortak olan bir nokta var ki olumlu ya da olumsuz nasıl bir etki bırakırsa bıraksın acemilik dönemindeki bu ilk iş deneyimi insana çok şey öğretiyor tıpkı toprak bir yolda bir bebeğin düşmesine fırsat verilip düşe kalka yürümeyi öğrenmesi gibi.
Yazımı şu anda Proje Yönetim Direktörü olan ve ilk işini çay ocağında çalışarak deneyimlemiş Mehmet Nuri Nasliç’in deneyiminden bir bölümle noktalamak istiyorum: “… Dört farklı esnaftan bir dakika içerisinde diafonla gelen çay istekleri, çay ocağı önünde sıcak simidi soğumadan yemek isteyen bir müşteri, on dakika önce demlediğiniz fakat beş dakikaya daha ihtiyaç duyan bir çay. Samimi olduğunuz bir esnafa ilk çayı götürürken, sıcak simidiyle çay ocağının önünde bekleyen müşterinin sert bakışına, özellikle Trabzon’da maruz kalmak istemezsiniz. Ancak, sürekli bu denklemin ortasında kalmak ve denklemi çözmek zorunda olduğunuzu bilmek, bir süre sonra en ideal koordinasyonu sağlamanıza yardımcı oluyor. Tüm bu koordinasyon yeteneği, farklı zaman dilimlerinde farklı ülkelerde bulunan ekipleri milyon dolarlık projelerde büyük bir özgüvenle yönetmenizi sağlayabiliyor…”
Ebeveynler olarak gün gelecek, çocuklarımızla birlikte bu konu hakkında bir karar vermemiz gerekecek fakat ondan önce bir an kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor: Çocuklarımızın vakit geçirecekleri hangi ortam onlar için en sağlıklısı? Düşünce zarar vermemesi için tasarlanmış, plastik zemin üzerine kurulmuş, plastik oyuncakların yer aldığı, tehlikeden yalıtılmış plastik parklar mı? Yoksa karşılarına ne çıkacağını bilmedikleri, irili ufaklı tehlikeler barındıran, düştüklerinde dizlerini yaralayabilecekleri doğal ortamlar mı? Kısaca, ebeveynliğin korumacılıkla özdeşleştiği bu çağda hayata karşı bağışıklık kazanmış çocuklar yetiştirmek için cesaretimiz var mı?
Eser Dilsöz
Matematik Öğretmeni
kaynak: egitimpedia