Bazı şeylerin değerini çok geç anlıyoruz; ihtiyarladığımızda gençliğin, hastalandığımızda sağlığın, yokluğa düştüğümüzde varlığın, çok meşgul olduğumuzda boş vaktin, ölüm geldiğinde hayatımızın …
Avucumuzun içinden kayıp giden şeylerin acısını yüreğimizde hissettiğimiz zamanlar olur. Bazen kayıp giden şeylerin avucumuzun içinde olduğunun bile farkına varamayabiliriz. Kayıp gittikten sonraki farkındalık anında yaşadığımız duyguya da kayıp/yas diyoruz aslına bakarsanız. Günlük yaşantımızda kullandığımız yas; insanın yaşamında karşılaştığı kayba karşı verdiği doğal bir tepkidir diyebiliriz. Yas denilince akla ilk önce sevdiğimiz bir kişinin kaybı gelse de evcil hayvanımızın, sağlığımızın, işimizin hatta terk eden sevgilimizin ardından da yas tutabiliriz.
Kayıplar ve kayıplardan kaynaklı yas, yaşamımızın doğal bir parçasıdır. Yas süreci, yaşama dair her alanda olduğu gibi, edebiyata da konu olmuştur. Edebiyatçılar da yaşamlarındaki kayıpları anlamlandırabilmek, bu süreçle baş edebilmek için eserlerinde kaybı ve yas sürecini ele almışlardır. Recaizade Mahmud Ekrem kaybettiği oğlu Nijad’ın ardından duyduğu kederi şu dizelerle anlatmıştır.
“Bu ayrılık bana yaman geldi pek,
Ruhum hasta, kırık kolum kanadım.
Ya gel bana, ya oraya beni çek.
Gözümün nuru oğulcuğum Nijadım.”
Türk Edebiyatının bir başka ünlü şairi Ümit Yaşar Oğuzcan’ın, oğlu Vedat’ın 24 başarısız intihar denemesinden sonra Galata Kulesi’nden atlayarak intihar etmesiyle yaşadığı acıyı şu dizelerde görebiliyoruz.
“Bir adam düştü
Galata Kulesi’nden
Bu adam benim oğlumdu
Küçüktü bir zaman
Kucağıma alır ninniler söylerdim ona
‘Uyu oğlum, uyu oğlum, ninni’
Bir daha uyanmamak üzere uyudu Vedat”
Çoğumuzun dinlediği, duyduğu bir albümün de hikâyesi tam olarak bu konuya dayanıyor aslında. Model adlı müzik grubunun 2013 yılında yayınladığı “Levlâ’nın Hikayesi” adlı albümünde, biten ilişki sonrası yaşanan yas sürecine, sürecin evrelerine ve yas tutan insanın duygularına değinilmiş. Albümde bulunan şarkılar ve yasın evreleri şöyle sıralanmış:
Recaizade Mahmud Ekrem ve Ümit Yaşar Oğuzcan, iki farklı dönemin edebiyatçısı olmalarına rağmen satırlarındaki duygular birbirine oldukça benzer. Kişiler yas süreçleriyle farklı farklı yollarla başa çıkmaya çalışır. Kişi kimi zaman kendini gündelik yaşantısından tamamen soyutlayarak inzivaya çekilir; kimi zaman içindeki duyguları birilerine/bir şeye anlatmak ister; kimi zamansa güçlü kalmaya çalışıp yas sürecindeki duygularıyla savaşmayı tercih eder. Buradaki kritik nokta, kişinin kendisi için anlamlı olan bir şeyin/varlığın yoksunluğunu yaşıyor olmasıdır. Yas sürecinde gösterilen tepkiler bireysel olsa da insanlarda fiziksel, bilişsel, duygusal ve davranışsal olarak bir dizi ortak belirti görülür:
Fiziksel Belirtiler: Nefes alamama, boğulacakmış gibi olma, düzensiz kilo alma/verme…
Bilişsel Belirtiler: Rahatsız edici düşünce ve rüyalar, dikkat dağınıklığı, unutkanlık…
Duygusal Belirtiler: Korku, endişe, üzüntü, çaresizlik, umutsuzluk, yalnızlık…
Davranışsal Belirtiler: Sosyal çevreden veya kaybedileni hatırlatıcı uyaranlardan kaçma, uyku ve iştah problemleri, alkol ya da madde kullanımı…
1969 senesinde İsviçreli psikiyatrist Elisabeth Kübler-Ross ölmek üzere olan hastalarla bir çalışma yaptı. Bu çalışma ile Ross, hastalara ölüm teşhisi konduktan sonra hangi duygusal aşamalardan geçtiklerini sınıflandırdı ve yazmış olduğu “Ölüm ve Ölmek Üzerine” adlı kitabında bundan bahsetti. Ross Modeli olarak da bilinen bu sınıflandırma yasın beş evresi olduğunu gösteriyordu. Modele göre yas yaşayan kişiler “inkar, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme” olmak üzere beş aşamalı bir süreçten geçmekteydiler. Fakat bu evreler herhangi bir sistematik teste tabi tutulmamıştı. Popüler kültürde yasın beş evresi modeline yaygın olarak atıfta bulunulmasına rağmen bazı araştırmacılar bu modelin yas sürecini açıklamada yararsız ve yanlış olduğunu düşünmektedir.
Bu eksikliği gidermek için Yale Üniversitesi’nden araştırmacılar bu beş evreyi bir çalışmayla sınadılar. Bu evreler kaynaktan kaynağa göre değiştiği için şu başlıklarda karar kıldılar: İnanmama, özlem, öfke, depresyon ve kabullenme. Üç yıl (Ocak 2000 ile Ocak 2003) süren çalışma Connecticut’ta yaşayan yakınını kaybetmiş 233 kişiyle yapılan görüşmelere dayanıyordu. Katılımcıların büyük çoğunluğu eşlerini kaybetmişti; diğerleri ise ebeveynlerini, çocuklarını ve kardeşlerini kaybedenlerden oluşuyordu. Katılımcılarla yas dönemlerinin altıncı, on birinci ve on dokuzuncu aylarında görüşmeler yapıldı.
Ortaya çıkan manzara, beş evrede tanımlanandan çok daha karmaşıktı. Araştırmacılar inanmamanın en zayıf, kabullenmenin ise en güçlü evre olduğunu tespit etti. İkinci en güçlü evre ise özlemdi ve her evrede öfkeden ziyade depresyon ağır basıyordu. Ayrıca bu duygular sırayla ortaya çıkıp birbirinin yerine geçmiyordu. Fakat bu duyguların en güçlü hissedildiği dönemler, beş evre teorisindeki sıralamaya uygunluk gösteriyordu.
Araştırmada altı aydan sonra, tüm kötü hissettiren duyguların inişe geçtiği ama bunun yas tutan kişilerin artık bu dönemi atlattığı anlamına gelmediği görüldü.
Columbia Üniversitesi’nden Klinik Psikoloji Profesörü G. Bonanno, “Üzüntünün Öteki Yüzü: Yeni Yas Biliminin Bize Söyledikleri” adlı kitabında, yirmi yılda binlerce konuya dayanan hakemli araştırmayı şöyle özetlemektedir: Yas, doğal psikolojik dayanıklılığın temel bir bileşenidir ve yasın geçmesi gereken aşamalar yoktur.
Ölen yakına duyulan özlemin yıllarca devam etmesi yaygın bir duygu olsa da çoğu kişi bunun üstesinden gelebiliyor. Bizim toplumumuzda ölümün arkasından birtakım dini ve kültürel ritüellerle kayıp süreci yakınlar arasında paylaşılır. Kaybın olduğu günden başlayarak yedinci, kırkıncı ve elli ikinci günlerde yapılan ritüeller süreç için kolaylaştırıcı faktörlerdir. Genel olarak yas sürecinde birey birkaç hafta içinde iş yaşamına dönebilir, birkaç ay içinde sosyal rolleri ile denge kurmaya ve yaklaşık 6 ay – 1 sene içinde de sağlıklı ilişkilerle hayatına yeni bir yön vermeye başlayabilir (Seda Çelik, Işık Sayıl,2003). Bu süreç kendi içerisinde değişiklik gösterse de eğer süre bir seneyi aşmışsa ve kişi hala kabullenmemiş, yaşantısına dönememişse profesyonel bir destek almasında büyük fayda var.
Eğer bu yazı hoşunuza gittiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Dokunmak Sevginin Neresinde?