[vc_row][vc_column][vc_column_text]
Seslendiren: Volkan Kutluer
Her devirde olduğu gibi bilimsel bilginin tüm dertlerimize çare olacağı beklentisi hala çok büyük. Fakat bilimin kırılgan ve yanılabilir bir faaliyet alanı olduğunu sıklıkla unutuyoruz. Özellikle karşımızda insan beyni ve davranışları gibi esaslı bir sorun varken, bilimin sorun çözme yöntemleri çok hızlı ilerlememize izin vermiyor. Bulduğumuz cevaplar binlerce yeni soru üretiyor ve her adımda karşımızdaki gizemin karmaşıklığı karşısında gittikçe daha da fazla hayret ediyoruz. En azından bu alanda aktif olarak çalışan bilim insanlarının hissiyatı genelde bu yönde.
Tabii her zaman olduğu gibi madalyonun bir de diğer yüzü var. Sinirbilim alanında üretilen bilgiler günlük yaşantımızdan eğitimimize, sosyal ilişkilerimizden kişisel başarımıza kadar bir çok alanda yeni fikirler üretmemize imkan verirken, bilimsel bilgi ve diplomaların amacı dışında kullanılması da her zaman olduğu gibi gündemimizde. Günümüzde sadece bilgi üretenlerin değil, şarlatan ve dolandırıcıların da en fazla başvurduğu bilgi, şüphesiz beyin bilimleri alanından geliyor.
İçinde yaşadığımız dönem bazıları tarafından “nöromanya” dönemi olarak da adlandırılıyor. Zira bu gün hangi konuyu ele alsanız, başına “nöro” ekletilerek türetilen yeni bir versiyonuna rastlayabiliyorsunuz. Nöroekonomi, nöropazarlama, nöroeğitim, nörohukuk, nöroergonomi, nöromimari, nöroestetik ve daha niceleri adeta her gün pıtırak gibi çoğalmakta. Bunların bir kımı önemli ve derinlikli araştırmaların yürütüldüğü bilim alanlarına dönüşse de diğerleri sadece havalı ve altı boş birer terime dönüşüyor. Bunun en büyük sakıncası ise “nöro-sömürücülere” yani kulaktan dolma ve konuyla uzaktan ilgili insanların gözünü boyamaya uygun bölük-pörçük bilgilerle çıkar sağlamaya çalışan fırsatçılara uygun bir çatı sağlaması.
Kişisel gelişimcilerden yaşam danışmanlarına, koçlardan kişisel yahut kurumsal danışmanlara kadar tahsil geçmişi çeşitli bir çok insanın “Beyin ve…” diye başlayan başlıklar altında eğitimler, uygulamalar, konuşmalar ve danışma programları düzenlediğini görmeye başladık. Özellikle gençlerimizi bilimsel bilginin üretimi ve kapsamı hakkında maalesef oldukça zayıf bir kültürle yetiştirdiğimiz ülkemizde, bu tip kötüye kullanımlara çok uygun bir zihinsel ortam da mevcut.
Bırakınız biyoloji yahut tıp eğitimini, yaşam bilimlerinin herhangi bir alanında eğitim almamış bir çok insan günümüzde “beyin” ve sinirbilimlerine ait kavramları-bilgileri kullanarak insanların yaşamlarını iyileştirebilecek uygulamalar sattıklarını iddia edebiliyorlar. Adına yaşam koçluğu, nöro-danışmanlık, mentorluk ve benzeri havalı isimler konarak piyasada arz-ı endam eden insanların sayısını takip etmek mümkün değil. Ben aslen bir biyolog olmama, yüksek lisans ve doktoramı tıp fakültesinde yapmama, 25 yılı aşkın akademik hayatımı neredeyse tamamen sinirbilimleri üzerine farklı alanda araştırma ve eğitimlerle geçirmeme, klinik hiç bir alanda eğitim ve pratiğim olmamasına rağmen, her hafta onlarca “klinik görüşme” talebi alıyorum. Nedeni, insanların televizyonlarda ve halka açık eğitimlerde anlaşılır bir “hoca” olarak dinledikleri bir insandan “şifa” bulabileceklerini düşünmeleri. Eğer bu inancı kullanacak suistimal edecek olursanız, gayet büyük paralar kazanmanız işten bile değildir. Ne yazık ki ülkemizde bu tip uygulama ve iddiaları denetlemek, takip etmek ve önlemek konusundaki yasal önlemler çok yavaş ve geriden geliyor. Bu sırada da kötü niyetli ve insan sağlığını ticaret konusu yapan bir çok fırsatçıya çok cazip bir ortam sunulmuş oluyor.
Aletli beyin eğitim teknolojileri 1980’lerden beri özellikle ABD kaynaklı araştırma gruplarının çalışmaları sonucunda tüm dünyada kullanılmakta. Bir çok farklı tipi ve yaklaşım tarzı olan çeşitli yöntemlerle, bedenden kaydedilen biyolojik sinyaller, çeşitli bozuklukları düzeltmek ve performansı artırmak amacıyla sıklıkla kullanılıyor. Temelde bedenden alınan sinyallerin görselleştirilerek çeşitli biçimlerde verilerin alındığı kişiye geri verilmesi ve bu sayede kişinin “aynaya bakar gibi” kendi fizyolojik parametrelerinde çeşitli düzelmeler sağlaması amacını güden yöntemlere “biofeedback” yahut “biyolojik geri-bildirim” diyoruz. Mesela normalde aletsiz olarak duyamadığımız kalp ritmimizi yahut bu ritimdeki değişiklikleri (HRV) kişiye görsel olarak geri-bildirerek, insanların stres düzeylerini azaltmayı amaçlayan terapiler, böyle biyolojik geri-bildirim yöntemlerinden birisi. Eğer kişiye gösterdiğiniz ve düzeltmek üzere baz aldığınız değişiklikler beyin dalgaları ise, bu yöntem bu kez “nörofeedback” yahut “sinirsel geri-bildirim” olarak adlandırılıyor (Konuyla ilgili daha detaylı bilgi için tıklayınız ).
Beyindeki elektriksel faaliyetleri kafa derisi üzerinden yazdırmayı mümkün kılan elektro-ensefalo-grafi (EEG) tekniği yirminci yüzyılın başlarında keşfedilmiş çok eski bir tekniktir. Bu teknikle kayıt cihazlarınız ne kadar iyi olursa olsun, beyinden alınan elektriksel sinyaller tek başına çok fazla bir bilgi vermez. Bu nedenle özellikle kişisel bilgisayarların yaygınlaşmaya başladığı 1980’li yıllardan itibaren, bu karmaşık sinyalleri analiz edebilecek yeni yazılım ve analiz teknolojilerinin gelişmesiyle, EEG kayıtlarından elde edebileceğimiz bilgi inanılmaz ölçüde arttı. Bu yöntemler sayesinde, kişilerin çeşitli zihinsel durumları, depresyon, endişe, takıntılar, dikkat ve yoğunlaşma gibi bir çok farklı duruma dair belirleyici ve ayırt edici ipuçları elde edebiliyoruz. Bu analiz sonuçlarını çeşitli biçimlerde görselleştirdiğimizde ve kişinin kendisine uygun bir yazılımla gösterdiğimizde ise, özellikle zihinsel performansı azaltan bir çok durumu tekrarlayan seanslar boyunca değişik oranlarda iyileştirmek ve zihinsel keskinliği artırmak mümkün oluyor.
ABD’de NASA astronot eğitim programından askerlerin yetiştirilmesine kadar bir çok alanda sinirsel geri-bildirim yıllardır standart eğitimin bir parçası olarak kullanılıyor. Dünyada da bir çok alanda, özellikle spor performansını artırmak, dikkat eksikliği ve depresyon gibi konularda yıllardır başarıyla uygulanıyor.
Fakat her işe yarar teknikte olduğu gibi maalesef bu incelikli yöntemlerin de kötüye kullanımından kar elde etmeye çalışanlar, en başından beri mevcut. Ülkemize 90’lı yıllarda giriş yapan sinirsel geri-bildirim uygulamaları maalesef çoğu kez ehil olmayan ellerde merdiven altı bir umut tacirliğine araç olarak kullanılmaya başlandı. Özellikle bu tip denetimsiz uygulamalar nedeniyle çeşitli sağlık meslek birliklerinin tepkisi gecikmedi ve oldukça işe yarar ve potansiyeli yüksek bir yardımcı tedavi tekniği olabilecek sinirsel geri-bildirim, maalesef hızla kötü bir şöhrete sahip oldu. Son yıllarda bu alanda yayınlanan akademik çalışmalardaki hızlı artış, konuyu tekrar araştırmacıların ve sağlık alanında çalışanların dikkatine sokmakta gecikmedi. Fakat yine maalesef, her zamanki gibi bu eğilimden de kar elde etmek isteyen uyanıklar etrafta bitmeye başladı.
Sinirsel geri-bildirim gibi yöntemler, bir çok rahatsızlıkta ve zihinsel performans sorunlarında oldukça faydalı olmasına rağmen, her derde deva mucize tedaviler değildir. Özellikle tanılı ve tedavi protokolleri belli durumlarda en fazla destekleyici olarak kullanılabilir. Kaldı ki sinirsel geri-bildirim gibi bir yöntemi uygulayabilmek ciddi teorik altyapı ve deneyim gerektirir. Yöntemin uygulanması sırasında her danışanın yahut hastanın benzersiz özellikleri göz önüne alınıp, uygulamalar sırasında kişilerin sürekli izlenmesi ve tedavi protokollerinin kişiye göre sürekli ayarlanması en önemli gerekliliktir. Nasıl ki her ilaç her hastaya iyi gelmezse, standart bir beyin eğitim prosedürü de ancak çok sınırlı sayıda insanda işe yarayabilir. Hatta birçok durumda, eğer kişiye has (psikoz, anksiyete vb) olası özel durumlar göz önüne alınmazsa, sinirsel geri-bildirim faydadan çok zarar bile verebilir.
Ülkemizde tıp fakültesi mezuniyeti, bu konuda ayrıca tartışılması gereken bir başlık. Adının başında “doktor” ibaresi olan hemen herkes, beyin ve davranış üzerine uzman gibi konuşma hakkına neredeyse otomatik olarak sahip olabiliyor. Tıp eğitiminin uzmanlık gerektiren teknik bir alan olduğunu unuttuğumuzda bu bize doğal gibi gelebiliyor ama normalde bir kalp yahut sindirim sistemi uzmanının beyin hakkında tıbbi teşhisler koyması ve tedavilere girişmesi ne kadar tuhafsa, psikiyatri, psikoloji yahut klinik sinirbilimleri gibi alanlarda eğitimi olmayan insanların sadece “hekimlik diploması” olduğu için beyin ve zihin sağlığı gibi meselelerde (herhangi bir ilave çalışması olmadan) ahkam kesmesi de aynı derecede tuhaftır. Tabii ki sadece hekimler değil, bana sorarsanız her meslek dalından insan yeterli bir süre ciddi bir çalışmayla sinirbilim konularında insanların sorularına cevap verecek düzeyde bir bilgi birikimi elde edip bunu paylaşabilir (hatta keşke herkes böyle yapsa!). Fakat insanların doğrudan sağlığını ilgilendiren meselelerde “nöro-ahkam” kesmek, maalesef gittikçe daha sık gördüğümüz bir davranış bozukluğu ve suistimal haline gelmeye başladı.
Bu kadar anlattıktan sonra bu tip fırsatçıları gerçek şifacı ve bilim insanlarından ayırabilmeniz için sizlere bazı kısa ipuçları sunmak isterim:
[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]