Dünyanın en önemli mesleklerinden biri olan öğretmenlik çeşitli aşamalardan geçerek günümüze kadar gelmiştir. Her medeniyet bu mesleğe önemli katkılar sağlamıştır. Öğretmenlik çok büyük sevgi, sabır gerektiren ve de sorumluluğu çok fazla olan bir meslektir. Bu mesleğe sadece iş gözüyle bakılmamalıdır. Çünkü yaptığınız şey, bir iş olmaktan çok öte, bir çocuğa dokunmak, ailesine yol göstermektir. Felsefe, nasıl ki hep yolda olmaksa aslında öğretmenlikte hep yolda olmak ve o yolculuk sırasında ki her bir durakta yeni şeyler öğrenmektir. Bu nedenle her çocuk bize dünyanın farklı kapılarını açar. Hayatınıza anlam katar.
Bir öğretmen olarak; bir çocuğun hayatına dokunmak, kalbinde yer edinebilmek bu hayatta ki en güzel şey olsa gerek. Onu sabırla dinlemek, şefkatle kucaklamak, gözlerinin içine bakmak ve oradaki heyecanı görmek o kadar güzel ki kelimelerle anlatılamaz. Çocuklar sevilmek ister, saygı duyulmak ister ve kucaklanmak isterler. En çok da anlaşılmak isterler. Çünkü o küçük dünyalarında genellikle anne ve babaları onları dinlememiş ve de anlamamıştır. Özellikle, kötü yaptığı bir şeyden dolayı cezalandırılmış, iyi yaptığı şeyler içinse ödüllendirilmiştir. En kötüsü de susmaları için ellerine bir telefon verilmiştir. Oysaki yaptıkları her bir davranışın altında yatan birçok anlam vardır. Duyulmak, görülmek, anlaşılmak isterler. Bu yüzden de öğretmenlere çok fazla görev düşmektedir. Duyulmayanı duymalı, görülmeyeni görmeleri gerekmektedir. Çoğu zaman ailesinden öğrenemediği, göremediği şeyleri onlara öğretmemiz gerekmektedir. Gayemiz, akademik başarıdan ziyade mutlu, kendini ifade edebilen, yanlış yapmaktan korkmayan, özgüvenli, saygılı, milli ve manevi değerlerine bağlı çocuklar yetiştirmek olmalıdır. Dünyanın en iyi doktoru ya da mühendisi olabilir ama insanlık duygularından yoksunsa ne önemi kalır.
Özellikle ilkokul öğretmenleri öğrencilerinin tohumdan güzel bir fidana dönüşmesini görürler. Öğretmenleri çocuklara dört yıl süren yolculuklarında yola arkadaşı olurlar. Bu yol arkadaşlığının da en güzel ve doğru şekilde yapılması gerekmektedir. Despot, her zaman kızan, asık suratlı, yanlış yaptığı için yargılayan bir öğretmeni hangi çocuk sever ve benimser ki. Bunların yerine gülmeyi bilen, onlarla oyun oynayan, yargılamayan, bir şeyi yapması için üzerinde baskı kurmayan bir öğretmen her zaman sevilir ve saygı duyulur. Öğrenci genelde yanlış yapacağını ve arkadaşlarının onunla dalga geçeceğini düşündüğü için çoğu zaman bildiği bir şeyi söylemekten çekinir. Hangimiz öyle değildik ki? Yanlış yaparsam öğretmen bana çok kızar korkusunu tüm eğitim hayatım boyunca hissettim. Benim şanssızlığım çoğu zaman bağıran, kızan, yanlışa tahammülü olmayan öğretmenlere denk gelmekti. Yaşadığım bu kötü tecrübeleri neden öğrencilerime yaşatayım ki. Sınıfta sıcak, samimi ve güzel bir atmosfer sağlamak her zaman bizim elimizdedir. Her daim öğrencilerimizi cesaretlendirmeliyiz ve yapabileceklerine inanmalarını sağlamalıyız. Bir gün bir öğrencim matematik sınavından düşük not aldığı için bir köşede ağlamaya başladı. Çok çalıştığını fakat matematiği bir türlü yapamadığını söyledi. Bazı arkadaşlarının ismini söyleyip “Onlar yapabiliyorken ben neden yapamıyorum?” dedi. Kendini doğal olarak arkadaşlarıyla kıyaslıyordu. Onu o an gerçekten anlamıştım çünkü aynı yollardan ben de geçmiştim. Bu yüzden de öğrencime benimde onun yaşında bazı derslerde, özellikle matematikte zorlandığımı fakat asla pes etmediğimi bunun sonucunda da öğretmen olduğumu söyledim. Kimse ile yarış halinde olmaması gerektiğini, kendi yapabildiklerine odaklanmasını söyledim. Fakat o an duyduğu tek cümle, benimde küçükken matematiği yapmakta zorlanmamdı. Kurduğum tek cümlenin bu kadar etkili olabileceğini hiç düşünmemiştim. Çünkü o an ona samimiyetle yaklaşmış ve onu anladığımı hissettirmiştim. Ayrıca, matematiği elbet bir gün yapabileceği sinyalini vermiştim. İşte bu yüzdendir ki anlamak, dinlemek, duyguları hissetmek, empati kurmak çok önemlidir. Çünkü bizler çocukların hayatlarına dokunuyoruz. İyi şekilde dokunmakta, kötü şekilde dokunmakta bizim elimizdedir. İleri de sevgi ve saygı ile anılan bir öğretmen olmak mı yoksa nefret ile bahsedilen bir öğretmen olmak mı isteriz?
Öğretmenlik mesleğinin ilk yıllarında, Zinde Okullarında çalışmaya başladığımda çocuğu da anlamaya başlamıştım. Çünkü Zinde bana, çocuk gözüyle bakabilmeyi öğretti. Çocukların seviyelerine inmeyi değil, onların seviyelerine çıkmayı, oyunun çocuk için bir ihtiyaç olduğunu öğretti. Zorlu süreçlerle baş edebilmeyi ve çocuğun , üzerinde hâkimiyet kurulacak bir varlık olmadığını öğretti. Anlamak ve dinlemenin ne kadar mühim olduğunu öğretti.
Öğrencilerin, öğretmeni sevmesi ve benimsemesi kadar okulunu da sevmesi ve benimsemesi çok önemlidir. Bir yere girildiğinde kim mutsuz suratlarla karşılanmak ister ki. Çocuk içinde aynı şey geçerlidir. Saatlerini geçireceği yeri sevmesi gerekmektedir. Zinde Okullarında öğrenciler öğretmenlerini sevdiği kadar okullarını da çok severler. Çıkışlarda, okulda biraz daha kalmak için can atarlar. Peki, bunu sağlayan şey nedir? Neden koşarak eve gitmek yerine, biraz daha kalmayı tercih ederler. Bunun sebebi öğretmenlerin ve yöneticilerin samimiyeti ve sıcakkanlılığıdır. Araya duvarlar ören bir yönetim yoktur. Aksine her çocuk ile iletişim halinde olan onları dinleyen bir müdür ve müdür yardımcısı vardır. Okullarda çocuklar müdür ve müdür yardımcısını çok az görürler. Fakat bu okulda, sorunlarını anlatmak için müdür yardımcısının odasına girip kendilerini rahatça ifade edebilirler. Öğrenciler her daim Zinde Okullarında bu samimiyeti hissetmişlerdir. Tüm bu sebeplerden dolayı da Zinde Okulları çocuk dostu okul olmayı başarabilmiştir. İnşallah çocuk dostu okul sayısı artar. İnşallah, öğrencisinin ne hissettiğini umursamayan ve öğretmene değer vermeyen, sadece ticari kaygıları olan okul sayıları azalır ve sonunda tükenir.
SINIF ÖĞRETMENİ
TUĞBA ÇULAMOĞLU