Okun bize ey Yasin ve dokun bize ey Hüseyin

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selâm da Efendimiz Rasûlullâh’a olsun.

İşte yine o sevdiğimiz Ekim ayı geldi. Üşümeden abdest alıp terlemeden namaz kıldığımız en güzel aydır Ekim. Ekim, adı üstünde ekim ayıdır. O ayda ekersek senenin diğer zamanlarında biçeriz.

Eylül’ün hüznüne alışıp karşıladığımız aydı Ekim, Yasin ve arkadaşları şehit edilene dek. Ekim bir başka yakar içimizi, bir başka doldurur gözümüzü… Ekimde bir başkadır aşk acısı bile; yarenlerin, canların, cânânların özleminin kalp sızısı… Eylülde bomboştur tasalanılan şeyler, ekimde bir tasa duyarsanız işte o zaman sorun vardır. Eylülde hüzün ‘gelir geçer’, ekimde ‘deler geçer’ kalbin en dibini…

Ekimdeki hüzündür 6-8 Ekim şehitleri. Ama onların hüznü bile rahmettir canları gibi… Konuşan sadece dildir sanırız. O mübarek şehitlerin kanları da konuşur en az dilleri gibi. Çeyrek asırdan fazladır kendisini inatçı kardeşlerine anlatamamış garip ve mazlum bir camianın dilidir Yasinler. “Bizi hep zalim olarak gördünüz ama biz mazlumuz!” haykırışının resmidir. “Başkaları yalana inandırır da biz hakikate inandıramayız.” sitemini, yıllardır çekilen çileyi gözler önüne seren kısmıdır.

Birçokları söyledi, biz de söyleyeceğiz: Milattır Yasinler. Aynen milat gibi, öncesiyle sonrası arasında sayısız fark vardır. Yasin’den önce çalınıp da açılmayan kapıların sahipleri, ancak Yasin’den sonra kapılarını açıp Yasinler’in mekânına adım atabilmişlerdir. Gözler önünde vahşice katledilen bu civanların vesilesiyle Müslümanlar arasında ülfet ve muhabbet köprüsü kurulmuştur. Hatta müminler ve gayri Müslimler arasında dahi birtakım ilişkiler kurulmuştur. Vicdan sahibi herkesin buluşma noktasıdır 6-8 Ekim şehitleri..

Sen yol olursun da üstünden giden olmaz mı? Sen kendini toprak gibi, yol gibi ezdirirsin, feda edersin de insanlar senin üzerinden birbirine ulaşmaz mı? Sen dost düşman ayırt etmeksizin ihtiyaç sahibinin yardımına koşarsın da, dost da düşman da senin etrafında toplanmaz mı?

“Bu dost, şu düşman!” demeden kurban eti dağıtırken, düşmanın evinde saldırıya uğradı Yasinler. Kendisine et götürdükleri evin sahibi çağırmıştı kan içici zalimleri. “Gelin, buradalar!” demişti. Demek ki alacağı etten, kazanacağı muhabbetten daha değerli şeyler vardı onun için. Leş kargaları etten, muhabbetten ne anlardı ki?
Yasinlerin gideceği sadece bir ev kalmıştı oysaki… Ellerinde bir paket et… Katil sürüsü kendilerine saldırdığında bile en büyük dertleri bu emaneti yerine ulaştırmak idi. Ulaştırabilecekler miydi? “Kıyamet kopuyor olsa, elimde bir fidan varsa onu dikerdim.” buyuran Rasûlullâh(asv)’ın sevdalılarıydı onlar. Ellerinde son bir hayır işleme vesilesi kalmıştı ve emanetti. Ondandır ki şehit olana dek ellerinden düşürmemişlerdi.

Kurban bayramında Hakk için kurban kesilir. Sizlerse İsmailce Hakk’a adandınız ey yiğitler! Kurban bayramında et dağıtılır. Sizinse etleriniz ve kanlarınız dağıldı caddelere… Kurban bayramında kurban edilenlerin ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Ancak sizin gibi güzel kurbanların etlerini de, kanlarını da, canlarını da yanına aldı Rabbimiz!

Yasin’i biz Kur’an’ın kalbi olarak biliriz. Meğerse Yasin, ümmetin de kalbi imiş. Ümmetin kalbi, diğer Yasinler gibi Hakk katında rızıklanıyor şu an. Kalp durursa insan ölürmüş. Yasin canını verdi ama ölmedi ya? Şehittir Yasin, hâlâ ümmete kan pompalıyor onun misyonu. Kurbanda koştura koştura et dağıtıyor artık gençler, Yasin olmak için…

Yasin suresini biz ağır hastalara okuruz, Rasûlullâh(asv)’ın tavsiyeleridir. Hasta ölecekse kolay can versin, iyileşecekse çabucak iyileşsin diye. Okun bize ey Yâsin… Okun ki, Rabbim şifa versin hasta hallerimize, derman versin dizlerimize, güç ve kuvvet bahşetsin güçsüzlüğümüze…

Siz ikiniz, 6-8 Ekim şehitlerinin en gençlerisiniz. Okun bize ey Yasin… Ve dokun bize ey Hüseyin! İmam Hüseyince dokun… İmam Hüseyin de düşmanlarının arasına korkusuzca dalmıştı Hakk’ı tebliğ etmek için. Ey Hüseyin, sen ve arkadaşların da düşmanlarınıza olan merhametinizden dolayı vardınız kapılarına… Dokun bize ey Hüseyin… Nakış nakış, gergef gergef dokun… Hücre hücre, zerre zerre dokun… Dokun kalbimize ey Hüseyin… Rabbimiz’in izniyle dokun.

Yasin Suresindeki bir Habib-i Neccar’ımız var bizim, kavmi kendisini şehit ettikten sonra “Keşke kavmim bilseydi…” diye kavmi için tasalanan… Ey Ekim şehitleri! Sizler de sizi şehit eden kavminiz hakkında aynı sözleri söylediniz mi?

Sahi Enes b. Nadr ile tanıştınız mı? Hani Uhud savaşında sizin gibi şehit edilen sahabe… “Uhud Dağı’nın eteklerinden beri cennetin kokusunu alıyorum.” demiş arkadaşı Sa’d b. Muaz’a. Hani şehid Riyad da ‘Şehadet bana yakışıyor, zorla mı?’ dermiş ya şehid olacağını görür gibi… Uhud Savaşında Müslümanlar dağılınca ‘Allah’ım! Bunlar için senden özür diliyorum.’ demiş Enes b. Nadr. Müşriklerin tarafına bakıp da ‘Bunlardan da beriyim yâ Rabbi!’ diyerek safını belirtmiş. Sizler de düşman safının tam ortasında savunmasız kaldınız onun gibi. Ve o da sizin gibi acımasızca şehid edildi. Burnu, kulakları ve sair organları kesilmiş olduğu için kız kardeşi onu parmak uçlarından tanıdı. Sahabece yaşamanın, sahabece Hakk’a kavuşmanın resmisiniz siz ey canlar…

Allah’ım! Şehit ailelerinin kalbine, kimseye vermediğin gibi inşirah ver, onların özlemini hafiflet, sıkıntılarını gider.

Allah’ım, bizleri yürüyen şehitler eyle. Şehitlerimizin yolunu sürdürenlerden ve onların emanetlerine sımsıkı sarılanlardan eyle… Dava aşkımızı onlarla güçlendir, sıkıntılar karşısında sabrımızı onlarla artır, çalışma azmimizi onlarla bile.

Allah’ım… Şehitlerimizin ailelerine, emanetlerine olan vefamızı giderek artır ve onların hasretini çeken yakınlarının gözlerini bizimle aydın eyle… Âmîn…

Sezgin Özbay
(6-8 Ekim şehitleri anısına kaleme aldığımız, Nisanur Dergisindeki ilk yazımızdır.)