Orta Vadeli Ekonomi Programı Üzerine – Dr. Ali Tigrel

1985-1991 yılları arasında Devlet Planlama Teşkilatı’nda İktisadi Planlama Başkanı ve daha sonra müsteşar olarak görev yapmış, yedi yıllık program ve iki beş yıllık kalkınma planına imza atmış eski bir üst düzey bürokrat gözüyle yaptığım inceleme sonucunda yeni Orta Vadeli Program (OVP) hakkındaki düşüncelerimi aşağıdaki satırlarda özetlemeye çalışacağım.

Önce rakamsal bazda takıldığım bazı noktaları özetleyelim:

Altı ay kadar önce kaleme aldığım bir yazıda Türkiye ekonomisinin, COVİD-19 salgını öncesi itibariyle, aşırı kırılgan bir yapı sergileyen, izlediği ekonomi politikaları son derece tartışmalı, yabancı yatırımcıların ilgisini büyük ölçüde kaybetmiş, kaynaklarını rasyonel biçimde kullanamayan bir yapı sergilediğini belirtmiştim. Bu düşüncemi de şu beş temel faktöre bağlamıştım:

  1. Yabancı para cinsinden gittikçe artan oranlarda borçlanılarak sağlanan kaynakların doğru yerlerde kullanılmaması,
  2. İşsizlik sorununun yapısal ve sistemik bir boyuta erişmesi,
  3. Enflasyon-faiz ilişkisinin yanlış kurulması ve baz etkisiyle düşen enflasyon oranına göre aşırı sert faiz indirimlerine gidilmesiyle kurlarda yukarı yönlü bir dinamiğin tetiklenmesiyle hem dış borç servisinde hem enflasyon cephesinde ve hem de rezerv durumunda ciddi sıkıntıların doğmasına yol açılması,
  4. Ülkenin ciddi bir itibar kaybına uğramasının ve yabancı yatırımcıların isteksizliğinin ekonomik ivme kaybının telafisini giderek zorlaştırması,
  5. Jeopolitik gelişmelerin etkisiyle borç verenlerin Türkiye’yi ikinci veya üçüncü plana atması.

Peki, yeni orta vadeli programın piyasaya sürüldüğü şu günlerde yukarıda özetlemeye çalıştığım temel faktörlerde hissedilir bir iyileşmeden bahsedebilir miyiz?

Bence zor, çünkü söz konusu beş faktörde de daha iyi bir durumda olduğumuz söylenemez. Enflasyon-faiz ilişkisindeki hatalardan dönülebileceği yolunda bir sinyal gelmişse de bence yeterli olmamıştır. Esasen bu konudaki hatalardan dolayı ekonomi zaten ciddi bir hasar görmüş durumdadır. Bunu da özellikle belirtelim.

Beni oldukça rahatsız eden bir başka husus da iktidarın içinde bulunduğumuz yılda salgının da etkisiyle aşırı artan ve TBMM’de onaylanmış düzeyin çok ötesine gideceği kesinleşmiş olan bütçe açığının finansmanı bağlamında bir ek bütçe yapma ve Meclis’ten yetki alma yoluna hala gitmemiş bulunmasıdır. Bir başka deyişle, bütçe hakkının ihlali söz konusudur ve bu vahim bir durumdur. Halbuki yapılması gereken, öngörülenin çok ötesine giden açığın nasıl finanse edileceği, bunun ne kadarının kontrollü bir parasal genişleme ile sağlanacağı ve bu parasal genişlemenin ne zaman ve nasıl geri çekilmeye başlanacağı hususlarının şeffaf bir şekilde tartışılıp bütçeye bağlanmasıydı.

Yukarıda özetlemeye çalıştığım nedenlerle Orta Vadeli Programın baz yılı olan 2020 ile ilgili ciddi sıkıntılar ve değerlendirme hataları vardır. Bu da söz konusu programın inandırıcılığı hakkında ciddi kuşkular yaratmaktadır.

Bu noktada değinmek istediğim önemli bir husus daha var. Yurtdışı yükümlülüklerin aksamadan sürdürülmesinin giderek zorlaştığı bir ortamda dış borç ödemelerinin yeniden yapılandırılması için ne yapılıyor bilmiyoruz. OVP bu konuda da herhangi bir bilgi vermekten uzak kalıyor.

İktidara hatırlatmak istediğim en önemli nokta ise şudur. İçinde bulunduğumuz resesyondan serbest piyasa ekonomisi olmadan çıkamayız. Bunun içinde şu an için yerlerde sürünen kredi notumuzun mutlaka düzelmesi gerekir.

Kredi notu düzelmesi ise tartışmalı ve hatta çelişkili varsayımlarla hazırlanan süslü programlarla olmaz. Yatırımcıya güven telkin edecek, beklentileri olumluya çevirecek bir ortamın yaratılması şarttır. Bunun için, iç ve dış siyasetin normalleşmesi, parlamenter demokrasiye geri dönülmesi, hukuk ve yargı sisteminin bağımsızlığı ve tarafsızlığının teminat altına alınması, kuvvetler ayrılığı ve denetim mekanizmalarının etkinlikle çalışması, atamaların liyakat esaslarına göre yapılması yaşamsal derecede önem taşımaktadır.

Son söz: Güveni kaybetmek kolaydır ama geri kazanmak zordur.