Orta Vadeli Ekonomi Programı Üzerine – Dr. Ali Tigrel
1985-1991 yılları arasında Devlet Planlama Teşkilatı’nda İktisadi Planlama Başkanı ve daha sonra müsteşar olarak görev yapmış, yedi yıllık program ve iki beş yıllık kalkınma planına imza atmış eski bir üst düzey bürokrat gözüyle yaptığım inceleme sonucunda yeni Orta Vadeli Program (OVP) hakkındaki düşüncelerimi aşağıdaki satırlarda özetlemeye çalışacağım.
Önce rakamsal bazda takıldığım bazı noktaları özetleyelim:
-
OVP’de, 2020 yılı sonunda cari açığın 24.4 milyar dolar olacağı tahmin ediliyor. Hatırlatalım. 2020 yılı ilk yedi ayında cari açık 21.6 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bir başka deyişle, OVP’ye göre yılın son beş ayında sadece 2.8 milyar dolar cari açık verilecek. Ekonomide çok ciddi bir daralma olmadan bu nasıl olacak?Halbuki OVP, 2020 yılı tamamı üzerinden ekonomide bir daralma olmayacağını öngörüyor. Yılın ikinci çeyreğinde ekonominin yaklaşık yüzde 10 daralmasına rağmen Temmuz sonunda 24.4 milyar dolara ulaşan cari açığın artış hızı yılın son beş ayında nasıl bu denli bir yavaşlama gösterecek? Bunun ancak ve ancak hatırı sayılır bir ekonomik daralma ile mümkün olabileceğini biraz esneklik bilgisi olan herkesin görmesi beklenir. Özetle cari açık ile ilgili tahminlerin bazında ciddi bir çelişki olduğu göze çarpıyor.
-
2020 yılı sonu için verilen yüzde 10.5’lik enflasyon tahmini gerçekçi olmaktan uzak gözüküyor. Resmi rakamlara göre, Ağustos ayında 12 aylık enflasyon rakamı yüzde 11.8 oldu. Yılın kalan aylarında fiyatlar sadece geçmiş yıl ortalamaları kadar artsa bile yıl sonunda enflasyonun yüzde 12’nin altında kalması mümkün değil. Kaldı ki Türk Lirası Dolar karşısında 2020 yılı başından bu yana yaklaşık yüzde 30 değer kaybetti; son iki aydaki değer kaybı ise neredeyse yüzde 10’u buldu. Elektrik, doğal gaz ve akaryakıt fiyatlarındaki artışlar enflasyonun çok üzerinde gerçekleşti. Enflasyon konusunda da baz yılı tahminlerinin gerçekçi olmadığı anlaşılıyor.
-
OVP’nin kur tahminleri insanı gülümsetecek kadar gerçeklerden uzak. Ortalama dolar kurunun 2020 yılında 6 Lira 91 Kuruş, 2021’de de 7 Lira 68 kuruş olacağı öngörülmüş. Dolar ise bu yazının kaleme alındığı saatlerde 7.75 TL civarında geziniyordu. Şimdi kalksın birisi açıklasın. Nasıl olacak da dolar kuru önümüzdeki aylardan itibaren hızla aşağıya doğru gitmeye başlayacak? Nasıl olacak da Türkiye değerlenen parasıyla hem cari açığını azaltacak hem de gelecek yıldan itibaren yüzde 5’leri aşan bir büyüme çizgisini yakalayabilecek? Türkiye ekonomisinin mevcut yapısına özgü esneklik katsayılarıyla tüm bunların bir arada olamayacağını biraz matematik bilgisi olan herhangi bir uzman kolaylıkla görecektir.
-
OVP, 2023 milli gelir hedefini 875 milyar dolar, kişi başına milli gelir hedefini ise yaklaşık 10.000 dolar olarak veriyor. Halbuki Sn. Erdoğan 2011 yılında piyasaya sürülen 11. Kalkınma Planı çerçevesinde 2023 milli gelir hedefini 2 trilyon dolar, kişi başına milli gelir hedefini ise 25.000 dolar olarak açıklamıştı. Bir başka deyişle, yeni açıklanan OVP, Türkiye ekonomisinde son 10 yılda yaşanan ürkütücü patinaj ve geriye kaymayı tüm çıplaklığı ile sergilemektedir.
-
OVP’de yer alan orta vadeli hedeflere erişilmesini çok zorlaştıran bir gerçek de Merkez Bankası rezervlerinin içine düşürüldüğü durumdur. İktidar, Merkez Bankası rezervlerini döviz kurunu tutacağız derken eritmeyi başarmıştır. Bugün itibariyle Merkez Bankası Net Rezervleri eksi 37 milyar dolar düzeyine kadar düşmüştür. Öte yandan, borçla ekonomiyi yüzdürme stratejisi iflas etmiş, ülkemiz gerçek bir borç batağına saplanmıştır. İçinde bulunduğumuz yılın ilk yarısında Devletin, şirketlerin ve ailelerin borçlarının toplamı milli gelirin yaklaşık yüzde 120’sine dayanmıştır. Bunun anlamı basittir. Bankalar ve finans kurumları hariç ülkenin toplam borcu bir yıllık gelirini aşmış durumdadır. OVP’de yer alan aşırı iyimser ve iç tutarlılığı bulunmayan hedeflerin özetlemeye çalıştığım bu gerçekler bağlamında tutturulmasının neredeyse olanaksız olduğu açıktır.
Altı ay kadar önce kaleme aldığım bir yazıda Türkiye ekonomisinin, COVİD-19 salgını öncesi itibariyle, aşırı kırılgan bir yapı sergileyen, izlediği ekonomi politikaları son derece tartışmalı, yabancı yatırımcıların ilgisini büyük ölçüde kaybetmiş, kaynaklarını rasyonel biçimde kullanamayan bir yapı sergilediğini belirtmiştim. Bu düşüncemi de şu beş temel faktöre bağlamıştım:
-
Yabancı para cinsinden gittikçe artan oranlarda borçlanılarak sağlanan kaynakların doğru yerlerde kullanılmaması,
-
İşsizlik sorununun yapısal ve sistemik bir boyuta erişmesi,
-
Enflasyon-faiz ilişkisinin yanlış kurulması ve baz etkisiyle düşen enflasyon oranına göre aşırı sert faiz indirimlerine gidilmesiyle kurlarda yukarı yönlü bir dinamiğin tetiklenmesiyle hem dış borç servisinde hem enflasyon cephesinde ve hem de rezerv durumunda ciddi sıkıntıların doğmasına yol açılması,
-
Ülkenin ciddi bir itibar kaybına uğramasının ve yabancı yatırımcıların isteksizliğinin ekonomik ivme kaybının telafisini giderek zorlaştırması,
-
Jeopolitik gelişmelerin etkisiyle borç verenlerin Türkiye’yi ikinci veya üçüncü plana atması.
Peki, yeni orta vadeli programın piyasaya sürüldüğü şu günlerde yukarıda özetlemeye çalıştığım temel faktörlerde hissedilir bir iyileşmeden bahsedebilir miyiz?
Bence zor, çünkü söz konusu beş faktörde de daha iyi bir durumda olduğumuz söylenemez. Enflasyon-faiz ilişkisindeki hatalardan dönülebileceği yolunda bir sinyal gelmişse de bence yeterli olmamıştır. Esasen bu konudaki hatalardan dolayı ekonomi zaten ciddi bir hasar görmüş durumdadır. Bunu da özellikle belirtelim.
Beni oldukça rahatsız eden bir başka husus da iktidarın içinde bulunduğumuz yılda salgının da etkisiyle aşırı artan ve TBMM’de onaylanmış düzeyin çok ötesine gideceği kesinleşmiş olan bütçe açığının finansmanı bağlamında bir ek bütçe yapma ve Meclis’ten yetki alma yoluna hala gitmemiş bulunmasıdır. Bir başka deyişle, bütçe hakkının ihlali söz konusudur ve bu vahim bir durumdur. Halbuki yapılması gereken, öngörülenin çok ötesine giden açığın nasıl finanse edileceği, bunun ne kadarının kontrollü bir parasal genişleme ile sağlanacağı ve bu parasal genişlemenin ne zaman ve nasıl geri çekilmeye başlanacağı hususlarının şeffaf bir şekilde tartışılıp bütçeye bağlanmasıydı.
Yukarıda özetlemeye çalıştığım nedenlerle Orta Vadeli Programın baz yılı olan 2020 ile ilgili ciddi sıkıntılar ve değerlendirme hataları vardır. Bu da söz konusu programın inandırıcılığı hakkında ciddi kuşkular yaratmaktadır.
Bu noktada değinmek istediğim önemli bir husus daha var. Yurtdışı yükümlülüklerin aksamadan sürdürülmesinin giderek zorlaştığı bir ortamda dış borç ödemelerinin yeniden yapılandırılması için ne yapılıyor bilmiyoruz. OVP bu konuda da herhangi bir bilgi vermekten uzak kalıyor.
İktidara hatırlatmak istediğim en önemli nokta ise şudur. İçinde bulunduğumuz resesyondan serbest piyasa ekonomisi olmadan çıkamayız. Bunun içinde şu an için yerlerde sürünen kredi notumuzun mutlaka düzelmesi gerekir.
Kredi notu düzelmesi ise tartışmalı ve hatta çelişkili varsayımlarla hazırlanan süslü programlarla olmaz. Yatırımcıya güven telkin edecek, beklentileri olumluya çevirecek bir ortamın yaratılması şarttır. Bunun için, iç ve dış siyasetin normalleşmesi, parlamenter demokrasiye geri dönülmesi, hukuk ve yargı sisteminin bağımsızlığı ve tarafsızlığının teminat altına alınması, kuvvetler ayrılığı ve denetim mekanizmalarının etkinlikle çalışması, atamaların liyakat esaslarına göre yapılması yaşamsal derecede önem taşımaktadır.
Son söz: Güveni kaybetmek kolaydır ama geri kazanmak zordur.