Millet; dil, soy, vatan, din, örf, adet ve ülkü birliği olan insanların oluşturduğu bir topluluktur. (Ayni, 1943: 22-23, İzzet, 1969: 45, Toker, 1979: 55.) Etnolojik olarak ırklardan daha geniştir. (Arsal, 35-36.) Tarihi ve siyasi gelişim sonucu şekillenmesini tamamlamış olması sebebiyle kavimlerden de farklıdır. (Resulzade, 1978: 24-25.)
Milliyetçilik, tarihin yapıcısı, kültürün oluşturucusu ve taşıyıcısı olarak millet gerçeğini benimsemek, milleti tarihi gelişimi içinde oluşan özellikleriyle korumak ve yaşatmak temeli üzerine inşa edilmiştir. (Ertürk, 1952:5, Arsal, 1972: 64.)
Bu tanımıyla milliyetçilik rasyoneldir, sosyolojik ve psikolojik esaslara dayanır. (Gökdemir, 1964: 28-29.) Milli inancını tarihindeki örnekleriyle bir şuur halinde topluma aşılayarak sosyolojik anlamda millet kavramına dönüştürmeye çalışır. Diğer milletlerinkine benzemeyen herkes için uygulanabilir, milli bir töre ortaya koyar. (Ataman, 1977: 74-76.) Sosyo-psikolojik özellikleri dolayısıyla ırkçılıktan apayrı bir ideolojidir. (Turhan, 1987: 126.)
Avrupa medeniyetine XIX. yüzyılda girmeye başlayan milliyetçilik fikri, tarih sahnesine çıktığı andan itibaren, millet şuuruna ulaşan Türklerde Hun Devleti’nden beri mevcuttu. (Cansever, 1959: 8, Daniş-ment, 1983:16.) Türkleri bir devlet çatısı altında toplayan Mete Han dönemi Türkçülüğün başlangıcı olarak kabul edilir. (Ögel, 1988: 95-97.) Türk adının Türk Milletinin adının geçtiği ilk Türkçe metin olan ve VIII. asırda dikilen Orhun Abideleri, Türkçülüğün ilk yazılı vesikasıdır. Bu kitabelerde adı geçen hakanlar adını koymadan Türkçülük yapmışlardır. (Elçin, 1978: 12.)
Türkler İslamiyeti kabul ettikten sonra geçmişteki kimliklerini bir kenara bırakarak, inananların kardeş kabul edildiği ümmet prensibi içinde İslamî kişilik kazanmışlardır. (Kushner, 1979: 1.) Arap ve Fars edebiyatından etkilenen ilk Müslüman Türkler, işlenmemiş bir Türkçe ile yazmaktansa edebi değer verdikleri bu dilleri kullanmaya başlamışlardı. (Kabaklı, 1985: 192.) Diğer taraftan Müslüman Türkler arasındaki ilk milliyetçi hareketler Arap-Acem kültürlerinin tesirlerine tepki olarak olmuştu. (Banarlı, 1971: 247.) Bununla birlikte Karamanoğlu Mehmet Bey’e kadar Arap ve Fars kültürlerinin etkileri devam etmiş, Mehmet Bey 15 Mayıs 1277’de çıkardığı fermanla her yerde Türkçe konuşulmasını isteyerek öze dönüş hareketini başlatmıştır.
Osmanlı Devleti kuruluşunu takip eden yaklaşık üç asır boyunca genişleme devri yaşamış, sonra duraklama devrine, 1699 Karlofça Antlaşması’yla başlayan ilk toprak kayıplarıyla da parçalanma sürecine girmiştir. (Yavuz, 1999: 3.) Bu dönem içerisinde, XVI. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa devletleri, özellikle de Batı Avrupa’nın yeni gelişmekte olan ulus devletleri, Osmanlı devletini ekonomik, teknolojik ve askeri bakımdan geçmişlerdi. Bu hemen hepsi de Osmanlının ciddi yenilgileri ve toprak kayıplarıyla sona eren uzun savaşlar silsilesiyle açığa çıkmıştı. (Zürcher, 1995: 37.)
Osmanlı Devletinin dayandığı insan unsuru, etnik köken, dil, din bakımından oldukça farklılık arz eden “anasır-ı muhtelife” den oluşmaktadır. Bu unsurlar arasında milliyet meselesi, İslam gelenekleri ve pratik anlayışlar uyarınca düzene konmuştu. Bu gelenekler, Müslümanlarla Yahudi ve Hıristiyanlar arasındaki ilişkiyi düzenlemekteydi. Bireyler arasındaki sınırlar, etnik ya da sosyal değil, dinseldi. (Bayraktutan, 1996: 50.) Bununla birlikte Osmanlı Devleti, sosyolojik anlamda ümmetten-millete XIX. yüzyılın ilk yarısından itibaren girmeye başlamıştı. (Say, 1998: 151.)
Osmanlı Devleti’nin gerileme dönemine girmesi ile birlikte, devlet idarecileri ve aydınlar, çöküşü durdurabilmek için çeşitli çareler aramaya başlamış, Tanzimat fermanının ilan edilmesi ile birlikte, XX. yüzyıla damgasını vuracak fikir hareketlerinden birisi olan Osmanlıcılık akımı devletin bütünlüğünü ve halkın birliğini sağlayacak yaklaşım olarak ortaya çıkmıştır. Sultan II. Mahmud’un ağzından “Ben tebaamdan Hıristiyanı kilisede, Museviyi havrada ve Müslümanı camide fark ederim.” ifadeleriyle resmiyet kazanan bu hareket, ülkedeki müslim ve gayrimüslim ahaliye eşit haklar vererek devletin bütünlüğünü sağlamaya çalışmıştır. Ancak bu akım ortaya çıktığında önemli iktisadi faaliyetler gayr-i Müslimlerin elinde olduğu gibi yönetimde de Türk olmayan unsurlar önemli mevkilerde bulunmaktaydı. (Kushner, 1979: 1-3, Berkes, 1973: 361.) Buna rağmen, devletlerini koruma endişesi taşıyan Türk ahali, gerilemenin önüne geçebilmesi, ayrılıkçılığın önlenebilmesi umudu ile bu akımı desteklemişti. (Heyd, 1979: 87, Gökalp, 1990: 49.) Ancak bütün bu çabalar, gayrimüslim unsurları devlete bağlamaya yetmediği gibi ayrılıkçıları cesaretlendirip, dağılmayı körükledi. Türkleştirildiklerini iddia eden, başını Rum ve Ermenilerin çektiği gruplar, Osmanlı idaresinde bağımsızlıklarını kaybettikleri gerekçesi ile bu akıma karşı çıkmaya başlamışlardır. Avrupa devletleri de Hıristiyan ahaliyi Türk hakimiyetinden kurtarmak propagandasıyla bu ayrılık hareketini körüklediler. Bu durumda Müslümanların gayrimüslimlerle eşit tutulmaktan duyduğu rahatsızlık da eklenince, idareciler ve aydınlar, Osmanlıcılık akımından umudu keserek yeni arayışlara giriştiler. (Akçura, 1976: 7.) Osmanlıcılık akımının gözden düşmesinde I. Meşrutiyet denemesinin ve ardından gelen 93 Harbi’nde yaşananların da önemli katkıları olmuştu. Zaten dünyada yükselen değer olan ve sömürgeci Avrupa tarafından körüklenen milliyetçilik hareketleri de, farklı din, dil, kültür ve milliyetten oluşan Osmanlı toplumunun, Osmanlıcılık yörüngesinde toplanmasının en büyük engeliydi.
Osmanlıcılık siyasetinden umduğunu bulamayan Osmanlı yönetimi tebaa ve reayasını birleştirmek politikasının yerine din ekseninde bir ortaklığı ve birlikteliği sağlayarak hiç olmazsa Müslümanları bir arada tutmak için İslamcı ve ümmetçi bir siyasete yöneldi. İslam birliği siyaseti, devletin resmi ideolojisi haline gelerek Müslüman ahali bir arada tutulmaya çalışılmıştır. II. Abdülhamid devrinde ön plana çıkan bu hareket, Genç Osmanlıların Avrupa’daki gelişmelere paralel olarak din ve ırk birliğinin önemini görerek Osmanlıcılığı terk etmeleri neticesinde daha da güç kazanmış ve devletin birliğini sağlamaya yönelik en büyük umut olmuştur. (Mardin, 1964: 12-13.) Müslüman tebaadan oluşacak sağlam bir yapı ile devletin devam ettirilmesi hedefine yönelik İslam birliği düşüncesi, dinî olmaktan daha çok siyasi nitelikliydi. Tanzimatla birlikte terk etmeye çalıştığı dinî devlet kimliğine tekrar bürünen Osmanlı Devleti, böylece tebaası arasındaki ihtilafları ortadan kaldırarak Müslümanlardan oluşan tek kimlikli bir yapı ortaya çıkarmaya çalışmıştı. Ancak içteki milliyetçilik hareketleri ve Avrupa’dan gelen baskılar, İslam birliği idealinin Osmanlı Devleti’nde yürütülmesini imkânsız hale getirdi ve Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in başlattığı Arap isyanları ve Arnavut ayaklanması, bu akımın geçerliliğini yitirmesine sebep olan siyasî hadiseler oldu. (Akçura, 1976: 21-23, 31-33.)
Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarının devleti kurtarmaya yetecek çareler olmadığı anlaşıldığında, aydınlar, devletin bekasını sağlayabilecek yeni bir hareket olarak Türkçülük fikrine sarılmışlardır. Bu noktaya gelindiğinde Osmanlının, Müslüman Arap dünyası ve Balkanlar’da bir kısım bölgelerde siyasi hakimiyeti sürüyor olmasına rağmen, gerçekte Osmanlı Türk unsuru kendi kaderini çizme endişesiyle baş başa kalmıştı. Esasen, Osmanlıcılık akımının moda olduğu devirlerde bile, tarihçi ve edebiyatçılar arasında, kesin çizgilerle belirlenmemiş olsa bile, Avrupa demokrasisine hayran, romantik bir milliyetçi zümre ortaya çıkmıştı. (Arık, 1969: 88-91.) Özellikle Batılı Türkologların hazırladığı eserler Şinasi, Ahmet Vefik, Celaleddin Paşa gibi Osmanlı aydınları üzerinde derin etkiler bırakmıştır. (Sadıq, ?: 6.) Bu şahıslar arasında yer alan Ahmet Vefik Paşa, Osmanlı ve İslam tarihi dışında Türk tarihi üzerine çeşitli eserler çevirerek Türkçülük hareketinin doğuşunda büyük rol oynamıştır ki, Şecere-i Türkî bu tercümeler arasında en önemlisidir. (Güray, 1966: 36.) Ahmet Vefik Paşa Darülfünun’da bu çalışmalarını devam ettirirken, Süleyman Paşa da askerî okullarda Hunlardan başlamak üzere Orta Asya tarihi dersleri vererek Türklüğü ön plana çıkarıcı faaliyetler göstermişti. (Gökalp: 8) 1869’da Paris’te çıkardığı Ulum gazetesi ile Türkçülüğü Osmanlı aydınları arasında yaymaya gayret eden Ali Suavi ise, dönemin Türkçüleri arasında diğer önemli bir şahsiyetti. (Danişmend, 1942: 28, 32.) İslam Birliği fikrinin moda olduğu zamanlarda, Türk olmayan Müslüman unsurların bağımsızlık istekleri, özellikle Arap ve Arnavutların ayrılıkçı faaliyetleri Türk toplumunu derinden etkilemişti. (Sadıq: 5.) Aynı dönemde 1783’te yurtları işgal edilen Kırım Tatarlarının, XVIII. yüzyıl sonlarında Volga-Ural boylarındaki Tatar ve Çuvaşların Osmanlı Devleti’ne sığınmaları, kamuoyunda dış Türklere olan ilginin artmasına sebep olmuştu. Öyle ki 1860-1870 yıllarında Orta Asya’daki Rus ve Çin işgallerine karşı halkta büyük bir tepki doğmuş, dış Türkleri konu edinen eserler yazılmaya başlanmıştı. (Kushner, 64-65.) Aynı dönemde Kırım ve Azerbaycan’da faaliyet gösteren iki önemli aydın, Osmanlı münevverleri arasında etkili olmaktaydı. Bunlardan birisi Mirza Fethali Ahundzade’dir ki; İstanbul’a gelerek Osmanlıcadaki Arap harflerinin ıslahı konusundaki çalışmaları ile büyük ilgi görmüştü. (Gökalp: 9.) İsmail Gaspıralı ise, Slav baskılarına boyun eğmeyerek Türklüğün kurtuluşunun ancak Türk birliğinde yattığını ifade eden yazılar yazarak Türkçü aydınları yüreklendirmekteydi. (Orkun, 1977: 70-72.) Diğer taraftan, İstanbul’a yerleşerek Osmanlı aydınları içerisinde fikirleri ile büyük ilgi gören Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset adlı eseriyle Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük hareketlerinin Osmanlı Devleti’nin varlığını devam ettirebilmesi için ne derecede faydalı olabileceğini ayrıntılı olarak açıkladıktan sonra, Türkçülüğün ön plana çıkarılması konusunda çalışmalar yapmaktaydı. (Kuran, 1987: 46.) Osmanlı aydınları arasında ise, Ahmet Hikmet Bey ile Mehmet Emin Yurdakul, edebiyat sahasında yaptıkları faaliyetler ile öne çıkmıştı. (Akçura, 1978: 132.)
İslamcılık akımının etkili olduğu zamanlarda ilmî çalışmaları ile öne çıkmaya çalışan Türkçüler, İttihad ve Terakki Partisi etrafında birleşerek siyasî alanda da etkili olmaya gayret etmişlerdir(Bayur, 1983: 398.). Türkçülüğün siyaseten yaygınlaşmasında, özellikle II. Meşrutiyet döneminde ortaya çıkan örgütlenmeler ve bunların faaliyetleri önemli izler bırakmışlardı. 12 Aralık 1908’de neşredilen nizamnamesi ile faaliyetlerini başlatan Türk Derneği, Osmanlı Devleti’nde kurulan ilk Türkçü dernek olurken, 18 Ağustos 1911’de açılan Türk Yurdu Cemiyeti ve 12 Ocak 1912’de kurulan Türk Ocakları, Osmanlı Devleti’ndeki Türkçülük faaliyetlerine hız kazandırmışlardı. (Darendelioğlu, 1977: 41, 44, 48.)
İslam Birliği fikrinin güç kaybetmeye başlaması ve Türkçü aydınların ilmî ve kültürel alanlardaki çalışmalarının hazırladığı ortamda, Türklerin oturduğu ve Türkçe’nin konuşulduğu ülkeler arasında kültürel ve siyasî birliği sağlama amacında olan Turancılık akımı ortaya çıkmıştır (Turancılık Ülküsü, 1978: 9.). Önderliğini İsmail Gaspıralı’nın yaptığı bu hareket, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu ve Hüseyinzade Ali Bey tarafından Osmanlı Türklerine aşılanmıştır. (Sadıq, 9.) Osmanlı aydınları içerisinde ise en çok Ziya Gökalp’in faaliyetleri dikkat çekmektedir. 1911’de Genç Kalemler Dergisi’nde yazı yazmaya başlayan Gökalp, 17 Şubat 1911’de, Türkçüler arasında büyük heyecan uyandıran Turan şiirini kaleme almıştı. (Tanyu, 1981: 62-63.) Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak adıyla formüle ettiği fikirleri ile Gökalp, bir taraftan Türklük bilincine ulaşılması için çaba sarf ederken diğer yandan da İslam inancı ile Türkçülük duygularını bir arada tutarak fikrî çatışmalara fırsat vermemiştir. (Gökalp, 1988: 176-177.) Bu fikirlerinin iyice anlaşılması için tezindeki kültür milliyetçiliğini ön plana çıkaran pek çok makale kaleme alan Gökalp, Osmanlı aydınları arasında büyük ilgi görmüştür. (Gökalp, 1980.)
Osmanlı Devleti’nin enkazında bütün Türklük alemini kucaklamaya çalışan Türkçü aydınlar, yukarıda bahsedilen ilmî faaliyetlerinin siyasî uzantısı olarak, Kuvvay-ı Millîye hareketine destek vererek bağımsızlık mücadelesi içerisinde aktif olarak yer almışlardır.Osmanlı Devleti’nin kurtuluşu için devreye sokulan Osmanlıcılık ve İslamcılık akımı kadar dünya ve Osmanlı gerçeklerinden uzak, biraz da duygusal ve hayalci olan Turancı yaklaşım da somut bir sonuç elde edememiştir. Osmanlı tamamen parçalanınca, daha gerçekçi bir yaklaşımla Osmanlı Türklüğünün kurtarılması hedefi benimsenerek, Türkçülük akımını kendine ülkü olarak kabul eden aydınlar, Türk Milleti’nin son bir hamle ile Türkiye üzerinde bağımsız bir devlet kurması için elden gelen tüm çabanın gösterilmesiyle yeni Türkiye devleti, kurulmuştur. (Arık: 97-101.) Birinci Dünya Savaşı sürecinde dağılan Osmanlının yerine kurulacak Türk devletinin siyasî, coğrafî, milli çizgileri belirlenirken, Turan hayali yerine daha gerçekçi, Osmanlı Türklüğünü ve Türk vatanını kurtaracak bir çerçeve çizilmiştir.
Bu bilgilerden anlaşılacağı üzere, Osmanlıcılık ve İslamcılık fikirlerinin Osmanlı Devleti’ni kurtaracak çare olarak görüldüğü dönemlerde yapılan ilmî çalışmalarla filizlenen Türkçülük fikri, XIX. yüzyılın sonlarına doğru siyasî bir hareket halini almıştır. Osmanlı Devleti’nin yıkılmaya yüz tutması ile birlikte ise, Türkçü aydınlar, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile sonuçlanacak Millî Mücadele’yi başlatanlar arasında en önde yer alarak fikren kavgasını yaptıklarını, ideallerini fiilen millet ve vatan hizmetine sunmuşlardır.
Akçura, Yusuf: 1976, Üç Tarz-ı Siyaset.
Arık, Remzi Oğuz: 1969, İdeal ve İdeoloji.
Arsal, Sadri Maksudi, 1972, Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları.
Ataman, Sebati, 1977, Milliyetçilik ve Türkiye.
Ayni, Mehmed, Ali, 1943, Milliyetçilik.
Banarlı, Nihat Sami, 1971, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C. I.
Bayraktutan, Yusuf:1996 Türk Fikir Tarihinde Modernleşme, Milliyetçilik ve Türk Ocakları.
Bayur, Yusuf Hikmet: 1983, Türk İnkılabı Tarihi, C. II, Kısım IV.
Berkes, Niyazi: 1973, Türkiye’de Çağdaşlaşma.
Cansever, Hasan Ferit, 1959, Türkçülük Nedir.
Danişmend, İsmail Hami, 1983, Türkçülük Meseleleri.
Danişmend, İsmail Hami: 1942, Ali Suavi’nin Türkçülüğü.
Darendelioğlu, İlhan: 1977, Türkiye’de Milliyetçilik Hareketleri.
Elçin, Şükrü, 1978, Türkçülük ve Milliyetçilik.
Ertürk, Selahattin, 1952, Türkçülük Nedir.
Gökalp, Ziya: 1980, Makaleler IX (Hazırlayan: Şevket Beysanoğlu).
—————-: 1978, Türkçülük.
—————-: 1988, Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak.
—————-: 1990, Türkçülüğün Esasları.
Gökdemir, Ayvaz, 1964, Millet Duygusunun Esasları.
Güray, Sevim: 1966, Ahmet Vefik Paşa.
Heyd, Uriel: 1979, Türk Ulusçuluğunun Temelleri.
İzzet, Mehmet, 1969, Milliyet Nazariyeleri ve Milli Hayat.
Kabaklı, Ahmet, 1985, Türk Edebiyatı C. I.
Kushner, David: 1979, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu (Çeviren : Şevket Serdar Türet v.d.)
Mardin, Şerif: 1964, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri.
Mohammad Sadıq: Baskı yeri ve yılı?, Türkçülük Cereyanı.
Orkun, Hüseyin Namık: 1977, Türkçülüğün Tarihi.
Ögel, Bahaeddin, 1988, Türk Kültürünün Gelişme Çağları.
Resulzade, Mehmed Emin, 1978, Milli Tesanüd.
Say, Ömer: 1998, Milli Devlet Kültürü.
Tanyu, Hikmet: 1981, Ziya Gökalp’in Kronolojisi.
Toker, Yalçın, 1979, Milliyetçiliğin yasal kaynakları.
Turancılık Ülküsü : 1978 (Yayınlayan : Turan Yayıncılık.)
Turhan, Mümtaz, 1987, Kültür Değişmeleri.
Yavuz, Ünsal: 1999, Atatürk İmparatorluktan Milli Devlete.
Yusuf Akçura Sempozyumu Tebliğleri : 1987.
Zürcher, Erik Jan: 1995, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi.