Osmanlı Devleti, XV. yüzyılda Karadeniz’de; XVI. yüzyılda ise Akdeniz’de hâkimiyetini tesis etmişti. Kırım’ın Osmanlı hâkimiyeti altına girmesiyle Karadeniz bir iç deniz özelliği kazanmıştı. Bu durum, Boğazlar’da da Osmanlı hâkimiyetinin tek taraflı olarak kullanılmasını sağladı.
Osmanlı Devleti’nin Karadeniz ve Boğazlar’da hâkimiyetini tek taraflı olarak kullanması “Boğazlar’ın Kapalılığı İlkesi” şeklinde nitelendirilmişti. Osmanlı Devleti bu kural gereğince Karadeniz’de sadece imtiyaz tanıdığı ülkelerin ticari gemilerinin dolaşmasına izin verdi. Venedik, Fransa, İngiltere ve Hollanda elde ettikleri imtiyazlarla bu izne sahiptiler. Bu imtiyazlar, tek taraflı olarak tanınmış haklar olup antlaşma niteliği taşımamaktaydı.
Osmanlı Devleti’nin zayıflamasındaki en önemli dış etkenlerden biri de Rusya’nın Çar I. Petro (1682-1725) liderliğinde güçlü bir tehdit unsuru hâline gelmesiydi. Çar I. Petro, güneydeki denizlere inip dünya ticaretinde söz sahibi olabilmek için siyasetini Rus Çarlığı’nın ana amacı olarak uzun vadeli devlet politikası hâline getirdi. 1700 yılında Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan İstanbul Antlaşması ile Azak Kalesi Rusya’ya bırakılmıştı. Böylece Rusya Karadeniz’e açılmak için sağlam bir üs edinmişti.
Rusya, Karadeniz’de ilk olarak serbest ticaret hakkını 1720 tarihinde elde etti. Rus tüccarların Karadeniz’deki statüleri 1739 tarihli Belgrad Antlaşması ile belirlendi. Bu antlaşmaya göre, Rusya Karadeniz’de gemi bulundurmayacak ancak Rus tüccarları Osmanlı Devleti’nin gemileriyle ticaret yapabilecekti. Rusya, Belgrad Antlaşması ile Azak’a hâkim olsa da bu antlaşma Rus gemilerine Karadeniz’de seyrüsefer (gidiş geliş) hakkı tanımadı.
Antlaşmaya göre Ruslar, Karadeniz’de savaş ve ticaret gemisi bulunduramayacak ve Karadeniz sahillerinde gemi inşa edemeyecek, aynı zamanda Azak Denizi ile Karadeniz’de yalnızca Osmanlı gemileri ile ticari faaliyetlerde bulunacaktı. Dolayısıyla Ruslar, ne Karadeniz’de seyrüsefer hakkını elde edebildi ne de Boğazlar’dan geçerek Akdeniz’e çıkabilme emeline ulaşabildi.
1770’te Çeşme’de demirli hâlde bulunan donanmanın Rusya tarafından yakılması Osmanlı Devleti için büyük bir felaket oldu. Osmanlı donanması imha edilince, Karadeniz’den uzak tutulmaya çalışılan Rusların Baltık donanması Akdeniz’deki Osmanlı güvenliği için büyük bir tehdit unsuru hâline geldi. Ayrıca Rusya’nın, İngilizlerin yardımıyla Baltık donanmasını Akdeniz’e indirmiş olması o güne kadar Osmanlı Devleti’ne karşı Rusya ile iş birliği içinde bulunan Avusturya’yı telaşa düşürmüş ve iki ülke çıkarları çatışır hâle gelmişti.
Ruslar bağımsızlık vaatleri ile bazı Tatar prenslerini kendi taraflarına çekmeyi başarınca 1771’de Kırım’a saldırdı. Kırım Han’ı az sayıda kalan askerleriyle Ruslara karşı mücadele ettiyse de mağlup oldu ve İstanbul’a sığınmak zorunda kaldı. Bu durum Kırım’ın Ruslara karşı savunmasını oldukça zorlaştırdı.
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1768’de başlayan Kırım ve Karadeniz hakimiyeti mücadeleleri iki devlet arasında 1774 tarihinde imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile son buldu. Rusya, sürekli olarak Kırım Hanlığı’nın iç işlerine müdahale etti ve 1783’te Kırım’ı işgal ederek topraklarına kattı. Rusya, Karadeniz’in kuzey sahillerinde yaptığı tahkimatlar, kurduğu tersanelerde inşa ettiği donanmalarla Gürcistan bölgesini de himayesine aldı. Osmanlı Devleti ise yeni bir savaşı göze alamadığı için Rusya’nın keyfi hareketlerle Karadeniz sahillerindeki hakimiyetini pekiştirmesine karşı çıkamadı. Osmanlı Devleti 1787’de Kırım’ın geri alınması için Rusya’ya savaş ilan etti ancak eş zamanlı Avusturya’nın da Osmanlı Devleti’ne saldırısı iki cephede savaşılmasını zorlaştırdı.
1792 tarihinde Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Yaş Antlaşması imzalandı. Yaş Antlaşması’na göre Osmanlı Devleti Kırım’ın Rusya’ya ait olduğunu resmen kabul etti. Bu durum aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin Karadeniz hakimiyetinin zayıfladığının göstergesi oldu.
Osmanlı Devleti iktisadi menfaatlerle hareket eden tüccar bir devletti. Osmanlı deniz gücünün gelişmesi, XVI. yüzyılın başında güç dengesinin yeniden belirlenmesinde çok önemli bir etkendi. Osmanlı Devleti, Avrasya ticaret örüntülerinin mirasçıları olarak İslam felsefesinden veya askerî devlet ruhundan bağımsız, izole bir blok olarak değerlendirilemezdi. Keşifler Çağı’nın siyasi ve iktisadi süreçlerinin çözümlenmesinde, Batı Avrupa’nın dünya hegemonyasının daha sonra ortaya çıkacak sonuçları kaçınılmaz olarak görülmekteydi. Tüccar devlet ile burada kastedilen, birikmiş servetinin bir kısmını, kâr amacıyla ticari risklere yatıran ve seçkin askerî sınıflarının da bu şekilde davrandığı, ticari gelirlerinin kontrolü için sürekli başka devletlerle rekabet etmek, dış siyasetini sadece kolonileştirme ve tarımsal kaynakların sömürülmesi için arazi edinmek amacıyla değil ticari gelir kaynaklarının kontrolü amacıyla tasarlayan devlettir.