O emekli bir hakim. Emekli olduktan sonra yazarlık hayatı başlıyor. Yazarlık demişken öyle basit eserler ortaya koymuyor. Mesleğiyle de alakalı, Osmanlı kadılarının vermiş olduğu fetvaların peşine düşüyor ve karşısına iki önemli şeyhülislam çıkıyor; Yahya Efendi ve Ebussuud Efendi. Bu iki önemli şeyhülislamın fetvalarını asıllarından bulup derlemesini yapıyor ve “Fetvaları ile Şeyhülislam Ebussuud Efendi” külliyatı ortaya çıkıyor. Yine “Şeyhülislam Yahya Efendi” divanını şerhediyor.
Osmanlıcaya hakim, İslam hukuğu ile günümüz hukukunu çok iyi analiz edebilen şahsiyetlerin en başında geliyor Necati Demirtaş. Ortaya koyduğu eserler özellikle İslam ve Osmanlı hukuk araştırmacıları için bir ‘kaynak eser’ mahiyetinde. Kendisiyle yazarlığa başlama sörüvenini, bir merakla başlayıp onlarca ciltten oluşan eserleri yazmasına götüren süreci konuştuk. Bizim için çok istifadeli bir söyleşi oldu. Sizlerinde istifadelerine sunuyoruz.
Siz hakimsiniz, hukukçusunuz. Emekli olunca bir bakıyoruz bu hakimin içinden bir yazar ortaya çıkıyor. Yazmaya nasıl başladığınızı merak ediyoruz.
Ben 1985 senesinde Kadıköy Asliye Ceza Hakimliği’nden emekli oldum. Fakat hep içimde bir yazma iştiyakı vardı. Bu yazma iştiyakını önce ‘İslamın Doğuşu’ adlı kitapla tatmine çalıştım. Tabi o zamanlar adliyede daktilo vardı. Tabi biz hakim olduğumuz için çok daktilo ile ilgilenmediğimiz için ben hep el yazısıyla yazardım. Hatta öyle zamanlarım oldu ki, tabi bir fikri ifade edebilmek için muhtelif cümleler kurmak gerekiyor. Hangisi daha güzel? O en güzeli bulabilmek için, otuz kırk tane sayfayı yırttığımı bilirim. Bir ara bir bilgisayar edindim, onda yazmaya başadım. Fakat o makina o zamanlarda çok geri bir cihazdı. Özal zamanıydı, o yıllarda Türkiye’ye bilgisayar girmeye başladı. Bir avukatın yazıhanesinde yarı bilgisayar bir makina gördüm. Fakat çok pahalıydı, almak nasip olmadı. Sonra masaüstü bilgisayarlar çıktı ve ondan bir tane edindim. Bilgisayarın ne kadar insana hizmet ettiğini idrak ettim. İki üç tane katibin yapacağı işi tek bir makina yapıyordu.
İslamın Doğuşu kitabımı bu bilgisayar ile yazdım. Severek ve neşe içinde yazdığım bir kitap oldu o. Aradan bir süre geçti ve ben fetvalara merak saldım. İlk olarak fetvaları aradım ama bu konuda bir kitap bulamadım. Dedim ki, Süleymaniye Kütüphanesi’ne gitmek lazım. İki kez gittim, kapalıydı. Nihayet okullar açılınca kütüphane de açıldı. Müdürü ile tanıştım. Bana bir memur arkadaş verdi ve ben iki tane fetava mecmuası tesbit ettim. Birisi Nurul Fetava, diğeri de Câmi-ül Fetava. Bunların CD’lerini aldım ve bilgisayarıma yükledim. Osmanlıca kitaplar bunlar. Bir hayli onlar üzerinde çalıştım. Artık rüyama girer oldu.
Orada hem Ebussuud Efendi’nin hem de Şeyhülislam Yahya Efendi’nin fetvaları ile karşılaştım. Bizim medeni hukuk hocamız vardı, Ebülula Mardin. Bu hocamız talebeyi sıkmaz ve eski ile yeni hukuk arasındaki münasebeti çok güzel ifade eder ve insanı maziye bağlardı konuşmalarıyla. Özellikle Mecelle’nin Kavaidi Külliyesi vardır en başta, onlardan biri şöyledir: “sâkite söz isnad olunmaz, ancak marız-ı hacette süküt beyandır.” Bu Türk halkı arasında şöyle tercüme edilmiştir; “süküt ikrardan gelir.” Hala kullanırız bunu. Bunları bize tekrar ederdi hocamız. Beni cezbederdi.
Peki Osmanlı döneminde verilmiş olan fetvalarla ilgili neler söylersiniz?
Baktım ki fetvalar İslam Hukuku’nun büyük bir kısmının uygulama alanını istiab ediyor. Ve o kadarda güzel sistematize edilmiş ki bu fetavalar… Mesela imanla başlıyor, taharetle devam ediyor, sonra bütün hukuki konuları sırayla inceliyor ve cevaplar veriyor. Bunları anlamaya çalışıyordum. Mesela Ebussuud Efendi’nin üslubu çok ağır. Yahya Efendi’nin ki daha anlaşılır, daha türkçe. Beşiktaş’taki Yahya Efendi ile karıştırılmasın. Bu şair Yahya Efendi 4. Murad Han’ın şeyhülislamı. Aynı zamanda dönemin en büyük divan edebiyatı şairi.
Bizim hocamız olan Ebülulâ Mardin’in iki ciltlik bir ‘Huzur Dersleri’ kitabı vardır. Bu huzur dersleri 3. Mustafa ddöneminde başlamıştır. Ulemanın ileri gelenlerinden beş tanesi saraya davet edilirmiş. İçlerinden bir tanesi mukarrir olarak belli bir konuyu takrir edermiş, diğer muhataplarda dersin sonunda mukarrir efendiye sorular sorarlarmış. Bu sohbetler padişahın huzurunda icra edilirmiş.
Ben hocamızın bu ‘Huzur Dersleri’ kitabından çok istifa etmişimdir. Bir de Sultan Reşad devrinde ‘İlmiye Salnamesi’ çıkmıştır. İlmiye Salnamesi Osmanlı devrindeyetişen şeyhülislamlar başta olmak üzere, ulemanın hayat hikayelerini ihtiva eden bir kitaptır. Ve her şeyhülislamın bir kaç tane fetvasını örnek olarak almıştır kitaba. Bu kitaplar şimdilerde fıkıh denilen İslam Hukuku’nun temel kitaplarıdır bunlar. Tabi fetvalara nüfusum ilerledikçe, bunları bugün kü Türkçe ile ifade etmek gerekiyordu. Tabi bunu yaparken zorlanıyorsunuz. Çünkü bugünkü hukukla arasındaki münasebeti kurmaya çalışıyorsunuz hem de bugünkü Türkçe ile ifade etmeye çalışıyorsunuz.
Tüm bu çalışmalarınız neticesinde kitaplarınız çıkmaya başlıyor.
Evet, ilk olarak “Açıklamalı Osmanlı Fetvaları 1” çıktı. Sonrasında aynı kitabın ikincisini çıkardık. Bu kitaplardaki fetvaları ben kendim seçmiştim. Sonra düşündüm ve dedim ki, bir şeyhülislam tarafından sistematize edilerek ortaya konulmuş bir kitap. Böyle bir kitap bulayım ve onu Türkçeleştireyim diye düşündüm. Fetava-yı Ali Efendi’yi buldum. Bir gün sahaf dostlarımdan İbrahim Manav beyin muazzam bir deposu var. Oraya gittim ve Fetava-yı Ali Efendi’nin yazmasını buldum. Detaylıca inceledim ve üzerinde çalıştım. Kendi sistematiği içinde bastırmak mümkün oldu. Böylelikle fetava çalışmalarımız bitmiş oldu.
Bu arada Şeyhülislam Yahya Efendi’nin fetvalarında bir şey dikkatimi çekti. fetvalar çok düzgün cümlelerşe yazılmış, düşük cümle yok. Ebussuud Efendi öyle değildi. Yahya Efendi son derece düzgün cümlelerden oluşuyor fetvaları. Dedim ki Yahya Efendi şair. Acaba dedim, divanını acaba anlayabilir miyim diye aklıma bir fikir geldi. İbnül Emin Mahmut Kemal baskılı eski yazı divanını buldum. Okumaya çalıştım. Fakat okumakla iş bitmiyor. Bunu anlamak lazım. Üzerinde çok durdum. Gecelerim gündüzlerim o divanaı anlamaya tahsis edildi. Baktım ki, Yahya Efendi’yi anlayabilmek için önce tasavvufu anlamak lazım. Ve okuduğum tasavvuf kitaplarıyla Yahya Efendi divanını anlamaya, sökmeye çalıştım.
Büyük bir adam Yahya Efendi. Onunla ilgili çok söz söylenmiştir. “Şeyhülislamlık Ebussuud Efendi’de kemalini buldu, Yahya Efendi’de nihayete erdi.” Demişlerdir. Sadace din alimi değil bu zatlar. Aynı zamanda devlet adamı. Osmanlı devletinin bütün toprak rejimini ortaya koyan ve uygulanmasını sağlayan kişi Ebussuud Efendi’dir. Ölümünden sonra yıllarca onun verdiği fetvalarla kadılar işlem yapmıştır.
Şeyhülislam Yahya Efendi ise şair tabiatlıdır. Örnek alınması gereken büyük bir adam. Bu zatlar adaleti kendilerine şiar edinmiş insanlar. Bir memleket hukuk ve adaletten yoksun ise o memleketin ilelebet yaşaması mümkün değildir. Yahya Efendi’de son derece adil ve hakkı tutup kaldıran adamdır. Dördüncü murad çok severmiş Yahya Efendi’yi. O kadar saygısı varmış ki, elini öpermiş padişah. Alimliğini anlatmak için ikinci Numan demişler, yani hanefi mezhebinin kurucusu Ebu Hanife gibi alimdi demek istemişler. Lale Devri’nin önemli şairi Nedim onun hakkında, “ Şair Nef-i kaside vadisinde güzel ve düzgün söz söyler fakat olamaz gazelde Bâki ve Yahya gibi.” demiştir. Bu büyük zatın divanını şerhetmek hamdolsun bize nasip oldu.
Hocam bu anlattıklarınızla bizi alıp asırlar ötesine götürdünüz. Günümüze nasıl taşıyacağız tüm bunları? Bugün de yaşamamız mümkün mü bu güzelikleri?
Bazı türbelerin girişinde “EDEB YA HU” diye bir yazı vardır. Her şeyin başı edebtir. İslam kültürüyle beslenmedikçe bir insanın dört başı mamur bir insan olması mümkün değil. Her şeyden önce nezaketli olmak lazım. Baktığımız zaman görüyoruz ki, eskiler kültür bakımından bizden çok ilerideler. İki bin yıl içinde gelişmiş, oturmuş bir kültür bu. Çok zenginiz bu konuda. Sahip çıkıp, günümüze de taşımamız gerekiyor. Taşımak için de iyi öğrenmemiz ve bu değerlerimizi hayatımıza hayat kılmamız gerekiyor. Yani yaşanır hale getirmemiz lazım.