Tamam bu son.
Şu bölümü de bir geçeyim.
Bundan sonra bölüm sonu canavarı var; onu da bir alt edeyim.
Yeni bölümde ne var acaba?
Tamam tamam… Bir bakayım ne olduğuna sonra kapatırım.
Ah inanamıyorum! Demek bu bölüm o bölüm!
Tamam bu son.
Şu bölümü de bir geçeyim.
…
Ardından ne gelecek dersiniz?
Bu bir döngü, insanoğlunun haz veren bir şeyi tekrarlama dürtüsü ve en kolay kaçamağı… İnisiyatif almanın, motivasyonun, kendi dünyanızı yaratmanın, kazanmanın ve daha iyi performans gösterme ihtiyaçlarının kaçak yapılandırması bu. Bu döngüde ikame edilmiş her bir yapı için istenilen bir izin belgesi yok. Sözün özü şu; bu farklı dünya yanılsamasının tapusu beyninizde. Peki bir yanılsamanın egemenliği tamamen bilinçli bir beyne ait olabilir mi?
Bu sürecin bir ip, oyuncunun ise bir ip cambazı olduğunu düşünerek tekrar irdeleyelim. Çoğu zaman bilinçsiz yapılan bu tüketim sırasında Philippe Petit gibi (1974’te İkiz Kuleler arasında yürüyen ip cambazı) bir ipin üzerinde dengede ya da oyun akışında kalabilir miyiz dersiniz?
Ancak Philippe Petit’in güvenliksiz yaptığı bu heyecan dolu yürüyüş, aslında onun yıllar süren çalışmaları, provaları, meteoroloji, fizik ve yer çekimi hesaplamaları ile hayallerini bilimle harmanlayarak ortaya çıkardığı bir ürün. Bizler kendi oyun döngümüz içerisinde bu kadar fazla hesaplama yapmıyoruz sanki?
Oyun esnasında sinirsel ödül sisteminde, zevk, öğrenme ve motivasyonla ilişkili bir grup yapı olan işlevsel ve yapısal değişiklikler oluşmaya başlıyor. Oyunla ilgili ipuçlarına maruz bırakıldığınızda içinizde uyanan isteğe ve oyundan bir türlü kopamama halinize beyniniz ve dolayısıyla bilinçaltınız da sessiz kalmayacaktır…
Arne Dietrich’e göre akıştaki bu haliniz prefrontal korteksinizde azalan aktivite ile ilişkili (2004). Bu bölgede yaşanan geçici aktivasyon kaybı, zaman kavramını yitirmenize, bilinç kayıplarına ve dahası sorgulama yani eleştirisel düşünme becerilerinizin azalmasına neden oluyor. Bu durum her gün deneyimlediğimiz bir eyleme denk düşüyor sanki.
Rüyada tanımadığın yüzler görmek.
Rüyada yüksekten düştüğünü görmek.
Rüyada tetris oynadığını görmek.
Rüyada tetris oynadığını mı görmek?
Gözlerinizi ovuşturmanıza gerek yok. Uzun süre akışta kaldığınız oyun sonrasında gözünüzün önüne gelen oyun blokları hala aşağıya kayıyor olabilir. Yolda yürürken aynı renkte binalar bakış açınızda yan yana geldiğinde “COMBO!” diye sevinmek isteyebilirsiniz. Veyahut yorgunluğunuza yenilip kafanızı masanıza koyduğunuz 2 dakikalık bir iç geçmesi anında, fantastik bir evrende koştuğunuzu hissedebilirsiniz.
Günlük hayatımızı işgal ettiğini düşündüğümüz bu oyunlar, biz istemesek de bilinçaltımızda hüküm sürüyor. Tıpkı rüyalar gibi…
Rüyaların belirli görsel anıların aksine duyguların bir özeti olduğu varsayılıyor. Gelin küçük bir çocuğun iştahından ele alalım bu konuyu, ne dersiniz? Zorla götürüldüğünüz bir misafirliktesiniz ve masada bir tabak dolusu erikle göz göze geldiniz. Ne yazık ki size ikram edilmedi. Canınızın çok istemesine karşın duyduğunuz çekingenlik elinizi kolunuzu bağlıyor. Günün sonunda gece başınızı yastığa koyduğunuzda, erikle dolu bir havuzda yüzmeniz ya da kafaları erik şeklinde insanlar görmeniz olası değil mi?
Oyunu ve rüya durumunu anlamak için çocukluk dönemine gitmeye de gerek yok aslında. Kim bir kâse dolusu eriğe can atmaz ki? Sonbaharda ayağınızın altına denk gelen çıtırdatmalık yapraklara ne demeli? Peki ya lades kemiğini bulan kişinin yüzündeki hınzır gülümseme? Demek ki marifet o anki duygu yoğunluğunda ve belki de bizi tetikleyen şeyi doğru seçebilmekte… Dahası bu serotonin tetikleyicisini gece mesaisine bırakabilmekte…
Rüyalar bir gündüz kalıntısı şeklinde örülürler. Aslında bir nevi içinizde tuttuğunuz dileğinizi ya da yoğun duygularınızı bir nebze de olsa gerçekleştirme ya da pekiştirme çabasıdır bu. Bu çabayla birlikte beyinde bilinçdışı bir trafiğin pekâlâ hüküm sürdüğüne emin olabiliriz.
Merak, insanın çevresini anlama ve algılama tetikleyicisi… Bu tetikleyici sayesinde büyür, gelişir ve geliştiririz. Bu sayede öğrenme açlığımız ortaya çıkar ve şanslıysak bitmez. Oyun ise merakın tetikleyicisidir. Bir insanın bedensel, ruhsal ya da zihinsel gelişiminin her evresinde yeri vardır. Yıllarca oyundan beslenen bir öğrenme merakının yetişkin formunda kaybolacağını düşünebilir miyiz? Hiç sanmıyorum. Bir oyunun içinde olmak ya da kendi oyununu kurmak, her birey için kişisel bir gereksinim aslında. Mesela dünyanın en kolay kurulan oyunudur merdivenleri ikişer ikişer çıkmaya çalışmak ya da yerdeki tuğlaların belirli çizgilerine basmadan yürümeye çalışmak… kısa süreli bir kafa dağıtmadır, yük dökümüdür bu oyunlar. Bir rüyanın içinde olmanın, bastırılmış duyguları açığa çıkarmanın bilinçaltı temizliği ihtiyacını karşılaması gibi.
Gün içerisinde deneyimlediklerimizi rüyalarımıza aktardığımızın farkındayız. Beynimiz uyku anında gün içerisinde yaşadıklarımızı tekrarlayıp pekiştirir ve uzun süreli hatıralara dönüştürmek için hippokampusu görevlendirir. Yazının başındaki tekrarlı hal buna dahil olabilir mi? Bunun akabinde uyku ve oyun sırasındaki akış baz alındığında bu iki ortamdaki pekiştirme bağdaştırılabilir mi?
Prefrontal korteksin uykuya daldığınız sırada kapanıp beynin karar verme mekanizmasının devre dışı kalması ile öğrenmeye daha yatkın olduğumuz düşünülebilir mi? Arka planda özgürce duyguları fikirlere dönüştüren bir sürecin başlaması, öğrenilenin tekrar tekrar tetiklenmesini sağlıyor. Yapılan araştırmalar uyurken çevremizde olup bitenleri bilinçli olarak hatırlayamadığımızı göstermiş olsa dahi uyku halinde iken olayları bilinçsizce algılayabilme ve kaydedebilme eylemleri geçerliliğini sürdürüyor.
Rüyaları gündüz kalıntısı şeklinde tanımlamamızdaki neden, uyanıklık sırasında elde edilen bilgilerin daha sonra uyku sırasında nöral tekrarlama yoluyla güçlendirilmesi, yani bir öğrenme yöntemi olan pekiştirme sağlanmasıdır. Bellek konsolidasyonu olarak adlandırılan bu süreç, uyku sırasında hafıza sistemlerini aktif halde bırakır (Ruch & Henke, 2020). Bu yüzden epizodik bellek (günlük olayların, kişisel deneyimlerin depolandığı yer) oluşumunu destekleyen hipokampus, uyku sırasında uyanıklıktan daha aktiftir (Ruch & Henke, 2020).
Norman’a göre (2011) oyun tabanlı öğrenme ortamında öğrenme tetikleyicileri ile karşılaşıldığında, ilgili bilişsel çalışma belleği kaynakları eğitimsel öğrenme hedeflerini karşılıyorsa, öğrenmenin gerçekleşmesi muhtemeldir. Bu uğurda çalışan bellek kaynakları, aynı anda yalnızca birkaç bilginin işlenmesine izin veren sınırlı bir kapasiteye sahiptir. Hele ki bellek öğelerinin provası mümkün değilse, öğrenilen bilgi saniyeler içinde kaybolur.
Bir bakıma uyku anımızda ve oyun oynadığımız anda hem akışta -pekiştirme döngüsünde- tutuyoruz beynimizi, hem de bir o kadar başıboş bırakıyoruz aslında. Tam bu anda, tetikleyici olarak bir de matematik seçtik mi, değmeyin keyfimize. Denemeye ve düşünmeye değer mi, ne dersiniz?
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Anlatı Biliminin Perde Arkası: Nöro Storytelling
Kaynakça