Hamd âlemlerin Rabbine, salât ve selâm da O’nun pak Rasûlüne olsun.
Olmaz ama varsayıma dayanarak düşünelim: İçerisine hiç insan girmeyen, sadece hayvanlar ve bitkilerle dolu bir ormanda hayata gözlerini açan bir insan, ilk olarak neyi arar? Keşke bu soruyu bir sohbet ortamında konuşabilseydik. Gelebilecek cevaplar çok merak uyandırıcı…
Sizi bilmem ama bence ıssız bir yerde hayata gözlerini açan ve çevresindekiler hakkında bilgisi olmayan bir insanın ilk işi kendini aramak olur. İlk sorusu da “Ben kimim?”…
Bu “Ben kimim?” sorusu var ya, bunun cevabını bulmak için felsefeden psikolojiye, antropolojiden arkeolojiye sosyal bilim dallarının yanı sıra biyoloji gibi fennî bilimler de meydana gelmiş.
Neden bu kadar önemli ki kendini, özünü bilmek? Neden insan fıtratına yerleştirilmiş ki? İnsan kendini bulsa ne olur bulmasa ne olur?
“İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır?”
demiş Yunus Emre Hz.leri. Sonrasında
“Okumaktan mana ne?”
diye sormuş ve kendi sorusunu kendisi
“Kişi, Hakk’ı bilmektir.”
şeklinde cevaplamış.
Demek ki insan kendini buldukça ve bildikçe Hakk’ı bulur. Hakk’ı buldukça kendini keşfeder ve bu döngü böylece devam eder.
Esasen vahşi bir ormanda doğmuş olmasak da hepimiz kendimizi ararız ve özümüze dönmek isteriz. Milyonlarca insanın arasında da yaşasa, her insanın bir aradığı özü vardır. Ölene kadar da arar insan kendisini… Bazen kaybeder, bazen bulur, bazen yeni özelliklerini keşfeder adeta yeni aldığı bir eşyanın özelliklerini keşfeder gibi. Bazen de bulduğunu sanır insan, en büyük kayıplarda iken…
İnsanın özne olduğu her davranışta özünün yani kendisinin nesne yahut tümleç olması, kişiyle özü arasındaki ilişki hakkında ipuçları verir.
Fevri hareket edip bir zarara sebep olan kişi hakkında “kendini kaybetmiş” deriz. Boş vermişlik içerisinde olana “kendine gel” diyerek emir kipinde söz söyleriz. Zira kendinden uzaklaşarak bunu hak etmiştir. Aklı başında olmayan biri hakkında “kendinde değil” deriz. Bilinci işlemez olan yahut bayılana da ‘kendinden geçmiş’ deriz. Bunlar ve daha fazlasından görüyoruz ki insanın en büyük meselesi kendisiyledir.
Kâlû beladan kalma o yitiği, yani özümüzü bulmak zorundayız. Her şeye rağmen o özün izini ölene dek sürmemiz gerekir. Dünyanın bütün aldatmacasına, hayatın bütün ağırlığına ve yaşadığımız bütün imtihanlara rağmen özümüze ulaşma çabamız olmalı.
Şeytanın sevdirmeye çalıştığı bütün parıltılara, berrak gösterdiği bataklıklara ve ışıltılı gösterdiği kirli yollara inat, özümüzün toprak yolunun kokusunun peşine düşmeliyiz. Direnmeliyiz, belki de bu asrın cihadı kendini fethetmektir. Kendi fethini tamamlayamayan insandan insanlık adına ne beklenebilir ki?
İnsanlık hâli, zaman zaman özümüzden uzaklaştığımız olur. Uzaklaştıkça artar yalnızlığımız, çaresizliğimiz ve muhtaçlığımız. Öyle ki artık derdin de dermanın da peşini bırakırız, zira artık derdimiz bizzat kendimizdir, kendi özümüzdür. Korkularımız, kaygılarımız, vazgeçişlerimiz adeta bir duyu organı gibi yapışır ruhumuza…
“Kendini bu kadar bırakma!” diyorlar. Bulsam o kendimi, bırakır mıyım hiç?
Yapay dopaminlerin üretemeyeceği mutluluklar vardır ki bunun en güzel hali muhabbettir. Özünü bulanın, en azından arayanın muhabbeti bol olur. Muhabbetse hemen her derde devadır. Deva olmadığı dertlerin de sıkıntısını mutluluğa çevirir. Muhabbet ile yalnızlığımız ünsiyete, çaresizliğimiz huzura, muhtaçlığımızsa zenginliğe dönüşür. Yine korkular emniyete, kaygılar güvene muhabbetle tebdil eder.
İmtihan bu ya, bazen ne kadar arasak o kadar bulamayız, o kadar dibe gömülürüz. Belki son ömrümüzde bulacağızdır, belki son nefeste. Belki de bulmuşuzdur da haberimiz yoktur. Her ne olursa olsun bilmek gerek ki, “Aramakla bulunmaz ama bulanlar ancak arayanlardır.” (Hacı Bayram Veli Hz.)
Öze dönüş… Geldiğin yere yani Hakk’a, bir bitki gibi tohumuna, bir meyve gibi çekirdeğine…
Öze dönüş… Sıyrılarak kabuğundan özgürleşmek belki de… Hakk’ın huzurunda hâk ile yeksan olup kanatlanmak göklere…
Özünü bilen Rabbini bilir. Kendi değerini anlayan, o değeri yaratanı da bulmaya, tanımaya, anlamaya çalışır.
Özünden uzaklaştıkça çürür insanın kalbi ve ruhu. Halbuki o değerliler çürütülmeye, kurutulmaya değil, ihya edilmeye layıktır.
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”
der Şeyh Gâlib. (Kendine hoşça bak; âlemin özüsün sen.
Varlıkların gözbebeği olan insansın sen.)
Herkesi hoş görmeye çalıştığı gibi kendini de hoş görmeli insan. Kimseyi hor görmediği gibi kendini de hor görmemeli. Herkesin, en çok da çocuklarının olmasını istediği gibi olmalı kendisi de. Zira insan en çok çocuklarının iyiliğini ister.
Kendini, özünü en küçük bir imtihanda kaybetmemeli insan. Büyük imtihanlarda da tabii… Kendini kaybeden Rabbini de kaybedebilir. Bu ise işin en tehlikeli kısmıdır. Bu manada öze dönüş mücadelemizi ölene kadar sürdürmeli.
Kendinden geçmek mi, kendini bulmak mı…
Kendini aşmak mı, kendin kalmak mı…
Kendinle uğraşmak zor vesselam.
Kendini bize buldur Allah’ım, kendini bizde buldur, içimizde, kalbimizde, ruhumuzda… Özünü bulan, haddini bilen ve sınırı aşmayanlardan eyle bizi.
Kendini arayanlara, arayıp da bulamayanlara, bulduğunu sanıp sonra en baştan aramak zorunda kalanlara yardım eyle… Sevdiklerini kaybedenlere yardım et, özünü kaybedenlere daha çok yardım et İlâhî… Âmîn.
Sezgin Özbay / Nisanur Dergisi, Kasım 2020