Duymuşunuzdur, pazarlama uzmanları bir ürün veya servisin satış ve pazarlama stratejilerini çalışırlarken 4P, 5C gibi kısaltmalar kullanırlar. Pazarlama üstadı Amerikalı ağbilerimiz ürün, fiyat, dağıtım ve tanıtım için “4P” (product, price, place, promotion) veya firma, iş ortakları, müşteriler, rakipler ve ortam anlamına gelen “5C” (company, collaborators, customers, competitors, climate) gibi kısaltmaları kulllanmaya bayılırlar.
4 p’ler zamanla beş, 5 c’ler ise altı c olur! Kim bilir belki 7Q çıkmıştır bugünlerde, takip etmek zor! Keşke pazarlama denen şu illet bu formüller kadar basit olabilse.
Bence pazarlama, özde; karşındakinin var olan veya var olduğu zannettirilen bir ihtiyaca yönelik kendi ürün veya servisini sürekli satabilme becerisi. Bu “zannettirme” kısmı önemli. Üstelik sadece ihtiyaçlar için değil, her şeyde.
En kaliteli, en iyi, en ucuz veya verdiğin paranın en fazla karşılığını alacağın, en kolay bulabileceğin, en en en… Herkes de sürekli ve aynı anda “en” olamayacağına göre, birileri yalan söylüyor. En iyi yalan söyleyen de maalesef en iyi pazarlamacı oluyor. Bu yüzden olsa gerek [zamanında o tayfadan olan ben] bugünlerde “pazarlamacılar yalancıdır” diyorum, onlar da kızıyor bana!
Şimdi bu yazı nereden çıktı?
Geçen pazar Yeniköy Emek Cafe ‘deydim kahvaltı için. İstanbul’un boğaz kenarındaki en eski kıraathanelerinden biri. 40 seneyi aşan bir mazisi var. Tabii ki uzun yıllardır adı artık “cafe.”
Geçmişte;
sahip olduğu eşsiz boğaz manzarası, birden sizi sırılsıklam edebilen dalgaları, tekneleri,
beklemeden bir masa bulup, saatlerce rahatsız edilmeden gazetenizi okuyabildiğiniz,
masanıza konup, sizle birlikte kahvaltı yapan
serçeleri
,
50 yıl öncesinin Hayat Dergisi arasına sıkıştırılmış uygun fiyatlı menüsü,
insanı içine çeken salaşlık, nostalji duygusu,
uğruna
şiirler
yazılan,
eşsiz sahanda yumurtası, menemeni,
tepenizde sizi güneşten koruyan doğal asmaları,
hemen kenarında kabaklı börek ve portakallı kurabiye satan sevimli amcası,
dışarıdan getirdiğiniz yemeklere ses etmeyen orta yaşlı, göbekli, ilginç esprili garsonları,
Maslak İTÜ öğrencileri için kantin görevi görmesine rağmen tikisi, sosyetesi, rumu, ermenisi, lazı, akademisyeni ve fukarasi ile her kesimden müdavimi olan bu mekan,
Şimdilerde;
İstinye’ye taşınan borsa (İMKB) ve Maslak çevresi plaza çalışanlarının doluştuğu,
önce asmaların gidip tentenin geldiği, sonra tentenin gidip cam tavanın geldiği ve üzerine asmaların konulmaya çalışıldığı,
fiyatların artık ucuz olmadığı,
garsonlarının sevimliliğinin artık tartışılabileceği,
kurabiye satan amcanın olmadığı [duyduğum kadarıyla maalesef vefat etmiş]
dışarıdan yiyecek getirilemeyen,
etrafınızda masa bekleyen insanlarla göz göze gelmemeye çalıştığınız,
öğrencilerin azalıp piyasa yapanların doluştuğu, salaş görünümlü modern bir “cafe” oldu.
Ve burası şimdi eskiye oranla çok daha fazla talep gören, tahminimce çok daha fazla ciro yapan bir mekan konumunda. Geçen pazar erken gittiğimiz için 10 dakika bekleyip bir masaya oturan biz, 45 dakika sonra kalktığımızda bekleyenlerin neredeyse 10 metrelik bir kuyruk oluşturduğunu görüp hayrete düşmüştük.
Değişmeyen tek şey neredeyse manzarası . Ve doğal tarihi yerine kılıfına uydurulmuş da olsa, nostaljik bir mekanda olduğunu hala biliyor olmanız.
Bence;
– Yemekler vasat. [Kötü değil ancak sonradan anlatacağınız, damağınızda kalan bir lezzet yok.] – Fiyatlar ucuz değil. [Boğazda gidebileceğiniz diğer mekanlarla yarışır durumda.] – Servis kalitesi iyi değil. [Pek de umurlarında değil gibi.] – İlgi alaka zayıf. [Boş masa varken bile sizi yönlendiren yok.] – Etrafınız piyasa adamları ile dolu. [‘Emek Cafe’deydim demek kişisel markı algınıza katkı sağlar duruma gelmiş.]
İlginç olan ise; içerisi tıklım tıklım, dışarıda 10 metre kuyruk. [Üstelik servis, fiyat, lezzet ve hatta benzer manzaraya sahip birçok mekan ramazan ayında sinek avlarken.]
Şimdi allah aşkına bir pazarlama düşünürü bu başarıyı bana 4W, 7G gibi bir formülle açıklayıversin!