Psikolojik Yaklaşımlara İsyan Eden Hümanizm

Geçtiğimiz yüzyıl boyunca pek çok psikolog; akademik psikoloji ve psikanaliz uygulamasının, insanın kendi yeteneğini en üst düzeye çıkarmasında yeterli olmadığı görüşüne savundu. Akademik psikoloji, insanın düşünme; duyguları deneyimleme ve karar verme yetenekleriyle ilgileniyordu. İnsanı inceleme ihtiyacına odaklanan psikanaliz ise; kavramları, duygusal açıdan sağlıklı olmayan kişilerle ilgili çalışmalar üzerine belirlediği için sıklıkla eleştirildi.

Daha sonraki yaklaşım olan bilişselcilik, bilgisayarı; insan düşüncesinin bir modeli olarak gördüğü için eleştirildi. Bilişselcilik; davranıştan ziyade, beynin kullanımına odaklanıyor. Ayrıca bilgiyi işlerken beyni bir bilgisayar olarak görüyor. Pek çok psikolog, bilgisayarın aksine; insanın duyguları olduğu için, zihnin bilgiyi bilgisayar gibi işlemediğini iddia etti. Bu nedenle, 1960’larda hümanist psikoloji; önceki psikolojik yaklaşımlara karşı bir isyan hareketi olarak ortaya çıkmış. Hareket, psikanaliz ve davranışçılıktan sonra ortaya çıkması nedeniyle psikolojide “üçüncü bir güç” olarak bilinir.

Hümanizm, insanı bütün olarak inceleyen bir yaklaşım (McLeod: 2007). Yaklaşım, her bireyin dünyayı anlama ve algılama biçiminin benzersiz olduğu varsayımlarından yola çıkıyor. Hümanizm, insan davranışına sadece gözlemcinin bakış açısıyla değil; aynı zamanda insanların belirli davranışları yapma nedenini bularak, yapanın bakış açısından da bakar. Bu yaklaşım aynı zamanda herkesin özgür iradeye, büyümeye ve potansiyelini gerçekleştirmeye yönelik eğilimi olduğu fikrini destekliyor. Ayrıca hümanist psikologlar, herkesin kendi seçimini yapma yeteneğine sahip olduğunu varsayar.

Bugünkü hümanist psikolojiye yaşadığı dönemden ışık tutan iki isme bakalım:

  1. Abraham H. Maslow

Yüzyılın ortalarında hümanist psikolojinin kurucusu olarak kabul edilen Maslow, insanların doğrudan farklılık gösteren ve farklı zamanlarda tatmin edilmesi gereken çeşitli ihtiyaçları olduğunu kabul eder. Bu nedenle, bireylerin ihtiyaçlar hiyerarşisine göre geliştiğini düşünür. Maslow’un hiyerarşisi en iyi metafor olarak, fiziksel ihtiyaçların tamamen tatmininden; güvenlik ve toplumsal ihtiyaçlara, saygınlık gereksinimlerine ve nihayet “kendini gerçekleştirmeye”, tam potansiyeline ulaşma durumuna doğru ilerleyen bir ihtiyaçlar piramidi olarak görülüyor.

1.1. Biyolojik ve Fizyolojik İhtiyaçlar: Oksijen, yiyecek, içecek, barınak, seks, sıcaklık, uyku…

1.2. Güvenlik İhtiyaçları: Tehlikeli unsurlardan korunma, güvenlik, düzen, kanun, limitler, istikrar…

1.3. Sosyal İhtiyaçlar: Aidiyet ve sevgi, aile, şefkat, bütün ilişkiler…

1.4. Saygı İhtiyaçları: Öz saygı, başarı, üstünlük, bağımsızlık, statü, hakimiyet, prestij, yönetim sorumluluğu…

1.5. Kendini Gerçekleştirme İhtiyacı: Kişisel potansiyelin farkına varma, kişisel arayış, zirve deneyimler…

Beş aşamalı ihtiyaçlar hiyerarşisi; bilişsel ve estetiği de içerecek şekilde, yedi aşamalı ihtiyaçlar hiyerarşisine dönüştü (McLeod: 2007). Daha sonra, aşkınlık ile sekiz aşamalı ihtiyaçlar hiyerarşisi haline geldi. Bu hiyerarşiye göre kişi, yükselmeden önce kişinin daha temel ihtiyaçlarının kısmen karşılanması gerekir.

  1. Bilişsel İhtiyaçlar: Bilgi ve anlama, merak, keşif ihtiyacı…
  2. Estetik İhtiyaçlar: Güzeli, dengeyi, biçimi vb. şeyleri arama ve takdir etme…
  3. Aşkınlık (Üstünlük) İhtiyaçları: Kişi, kişisel benliğinin ötesine geçen değerlerle motive edilir. Kişi kendini, kendisinin ötesinde bir şeye vermekte tam aydınlanmayı bulur. Sonsuzluğa ulaşma arzusu olarak da ifade edilebilir.
2. Carl Rogers

Bir başka etkili hümanist psikolog Carl R.Rogers’tır. Abraham Maslow’un varsayımına katılmakla birlikte, kişinin özgünlük (açıklık ve koşulsuz olumlu saygı), kabul görme ve empati (dinlenmek ve anlaşılmak) sağlayan bir çevreye ihtiyacı olduğunu da ekler. Kendini gerçekleştirme teorisi, Rogers’ın psikolojiye en etkili katkılarından biri olarak görülür. Rogers’a göre herkes, hedeflerine ve isteklerine; kendini gerçekleştirme süreciyle ulaşabilir. Bu terim, yaşamda tatmin olma ve tamamlanma düşüncesini içeriyor. Ona göre herkes, kendi potansiyelini gerçekleştirme ve “insan olma” düzeyine (kişisel gelişim) ulaşma eğilimi olan temel güdüye sahip. Yine de, çevrenin bu noktada önemli rol oynadığını belirtir.

Sürekli Büyüyen ve Değişen Kişi

Rogers, kendini gerçekleştirebilen kişilerin “tam işlevli kişi” olduğunu kabul eder. Tam işlevli kişi ile kastedilen; burada ve şimdi ile temas halinde olan, kendi öznel deneyimleri ve duyguları sürekli büyüyen ve değişen kişidir. Tam işlevli kişinin beş özelliği bulunur:

Carl Rogers tarafından geliştirilen bir diğer teori: Kişilik Gelişimi. Bu teorinin merkezinde benlik kavramı var. Benlik kavramı, bir kişi olarak gerçekten kim olduğumuzu ifade eder. Rogers, kişinin benlik kavramını etkileyen iki temel kaynağın; çocukluk deneyimleri ve başkaları tarafından yapılan değerlendirmeler olduğunu belirtiyor. Benlik kavramı; benlik değeri (kendimiz hakkında ne düşündüğümüz), benlik imajı (kendimizi nasıl gördüğümüz) ve ideal benlik (olmak istediğimiz kişi) olmak üzere 3 bileşenden oluşuyor. Benlik değerinin (benlik saygısı olarak da ifade edilebilir); kişinin kendisine, başkaları tarafından değer verildiği ve saygı duyulduğunu hissettiği olumlu saygılarla ilgili olduğu biliniyor. Başka bir deyişle olumlu saygı; toplum tarafından verilen değerlendirme veya yargı ile ilgili bir şey.

Koşulsuz Saygı, Karşımızdaki Kişinin Koyduğu Koşulla Elde Edilirse…

Rogers, insanların büyüme potansiyellerini ancak kendileri hakkında temelde olumlu bir görüşe sahip olduklarında gerçekleştirebileceklerine inanıyor. Bu, insanlar başkalarından koşulsuz olumlu saygı görürlerse gerçekleşebilir. İnsanlar, çevresindekilerin zorunlu hissetmeden kendilerine değer verdiğini ve saygı duyduğunu hissetmek ister. Öte yandan kendi potansiyelini yerine getirmeyen insanlar, yalnızca belirli bir değer koşulunu (çok sayıda başarı elde etmek…) yerine getirdikleri takdirde sevileceklerini ve değer göreceklerini düşünürlerse koşullu olumlu saygıyı deneyimleyecekler. Bu öz değer koşulları; kişinin ideal benliği ile benlik imajının (gerçek davranışa yol açan deneyimler) aynı olmadığı bir duruma sebep olursa, uyumsuzluk durumu oluşabilir. Rogers, bir kişinin kendini gerçekleştirebilmesi için, uyum durumunda olması gerektiğini savunuyor. Kişi; benlik imajı ile ideal benlik arasındaki boşluğu kapatmaya çalışır ancak çoğu insan bunu yararsız yollarla, muhtemelen onları tutarlı kılmayacak başarıların peşinden koşarak yapar. Yüksek sınav puanları almanın her şeye değer olduğuna inanan bir öğrenci, ya B notu ile başa çıkmaya çalışır ya da kendisini daha yüksek bir not almaktan alıkoyan öğretmenleri suçlayıp bu sonucu düpedüz onların başarısızlığı olarak düşünür.

Bunlar hümanizmde baskın olan birkaç özelliktir:

  1. İnsanın alt yönlerinin bir tür parçalanmış haliyle değil; bütünüyle insanla ilgilenir.

Bu özellik, insanların belirli davranışları neden yaptığını algılamakla ilgili bir özellik. Başka bir deyişle; faaliyetleri gözlemcinin bakış açısından değil, davranışı yapan kişinin bakış açısından tanımlar (“birinci şahıs” bakış açısı).

  1. “Kendini gerçekleştirme” ve “kendini tamamlama” kavramlarına ilişkin kaygılar.

Hümanizm, “kişinin seçtiği veya değer verdiği yön ne olursa olsun, bir büyüme olduğunu” düşünüyor. Bir öğrenci sınavda iyi bir not almak (bir şeyi başarmak) istiyorsa bunu çok çalışarak gerçekleştirebilir. Böylece insanlar, bir tatmin aracı olarak büyüme ve yaratıcılık için kendi yönleri hakkında daha iyi seçimler yapmak için bir öz anlayışa ihtiyaç duyabilir.

  1. Bireyin kendini nasıl gördüğü ve kendini geliştirirken tercih ettiği değerlerle ilgili endişeler.

Hümanizm topluma katkıda bulunacak şekilde gelişme ve kendini gerçekleştirme kapasitesine ve inisiyatifine sahip olması için insana bireysel olarak güvenmenin önemini vurgular.

Öğrenmeye Hümanist Yaklaşınca Karşımıza Çıkan Eğitimsel Etkiler

Öğrenme; hümanist yaklaşımda, her birey için kaçınılmaz ve benzersiz bir süreç anlamına gelir. İnsancıl yaklaşım insanı, öğrenmenin merkezi parçası olarak görüyor. Yaklaşıma göre; öz motivasyonla başlayan bir eğitim süreci, daha iyi öğrenmeyle sonuçlanabilir. Her birey kendi doğal öğrenme yolunu geliştirirse öğrenci ne öğrendiğini belirleme konusunda daha fazla sorumluluk alabilir.

Hümanist eğitimin bazı tipik özellikleri vardır:

  1. Az Düzenlemeli Öğrenme

Öğrencilerin kendi eğitimlerini yönlendirmede; neyi okuyacaklarını, ne zaman ve nasıl çalışacaklarını seçmede önemli bir temelinin olması. Buradaki fikir, öğrencileri pasif bilgi alıcıları yerine; kendi kendini yöneten, kendi kendini motive eden öğrenciler yapmak.

  1. Duyuşsal Öğrenme

(Duyuşsal Öğrenme: Kişinin öğrenmesi gereken olguların sadece okulda değil, sosyal yaşamda ve aile hayatında öğrenme durumu duyuşsal öğrenme olarak kabul edilir.) Hümanist eğitimciler; öğretmenlerin dikkate alma, işbirliği yapma, karşılıklı saygı ve dürüstlük gibi değerleri hem örnek teşkil ederek hem de uygun olduğunda bu değerleri tartışarak ve pekiştirerek vurgulamalarını tavsiye eder.

  1. Otantik Değerlendirme

Bu özellik; notlardan, standart testlerden ve diğer resmi değerlendirme yöntemlerinin çoğundan kaçınıyor. Hümanist eğitimciler; genellikle yazılı değerlendirmeler, “otantik” değerlendirmeler (problem çözme, deney yapma…) kullanılmasını veya hiç değerlendirme yapılmamasını tavsiye ediyor (Kirschenaum ve diğerleri, 1971).

  1. Kişisel Motivasyon

Eğitimcilerin, öğrencilere kendi iyilikleri için nasıl öğreneceklerini ve öğrenmeye değer vermeyi öğretmesi. Bu nedenle hümanist programlar genellikle öğrencilerin bilgi bulması, karar vermesi, problem çözmesi ve kendi ürünlerini yaratması gereken açık uçlu etkinliklerin sık kullanımını içeriyor. Çoğu eğitimci, okul dışındaki dünyada sık sık saha gezileri ve keşifler yapılmasını öneriyor.

  1. Disiplin

Öğretmenin, öğrenciyi disipline sokmaya zorlamaması. Öğretmenlerin, kendilerini öğrencilerin yanında disiplin ve öz kontrol konusunda cesaretlendirmeleri; öğrenci için sosyal model olmalarını sağlıyor. Öğretmenin disiplin ve öz kontrol konularında sorumluluğu öğrenciye vermesi.

  1. Öğrencinin Yeri ve Rolü

Burada öğrenciler, öğrenmeyi öğretme sürecinde merkezi bir rol oynuyor. Öğretmen, öğrencilerin rehberi; arkadaşı veya yardımcısı olarak hareket ediyor. İhtiyaçlarına ve ilgi alanlarına göre gelişme ve ilerleme özgürlüğü veriyor.

Hümanizmin Güçlü ve Zayıf Yönleri

Hümanizmin eğitimde uygulanmasında bazı güçlü yönler bulunur. Öğrenciler daha aktif ve yaratıcı oluyor; çünkü öğretmenler, onlara potansiyellerini seçme ve geliştirme özgürlüğü veriyor. Öğretmen her öğrencinin kendine özgü özelliklerini bildiğinden, öğrenciler için en iyi yöntemin hangisi olduğuna karar verebilir. Ayrıca öğrencilerin belirli bir zamanda belirli bir konuda uzmanlaşma sorumluluğu daha fazla. Bunun sonucunda öğrencilerin daha disiplinli olmaları sağlanır.

Bu güçlü yanların yanı sıra; hümanizmin birkaç zayıf yönü de var. İlk olarak öğretmenin her öğrenciyi veya küçük grubu izlemesi gerekiyor; bu nedenle öğretme ve öğrenme süreci daha fazla zaman gerektirebilir. İkincisi; öğrenciler daha çok duyuşsal başarıya odaklandıkları için akademik başarıdan yoksun olabilirler. Daha sonra; öğrenci, öğretmen tarafından “kişisel” muamele gördüğü ve bireysel olarak çalışmak üzere görevlendirildiği için daha bireysel çıkarlara sahip olma eğiliminde. Son olarak, ekonomik değil; çünkü öğretmen ve okul, hümanizm yaklaşımının uygulanması konusunda daha fazla imkan hazırlamak zorunda.

Eğer bu içerik hoşunuza gittiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Geçmiş ve Gelecekteki Anıların Katili: Yoğun Stres

Daha fazla bilim haberi için tıklayın.