Değerli Üyelerimiz, geçtiğimiz Aralık ayında Haliç Üniversitesi Gönüllülük Kulübü tarafından FARKINDALIK GÜNÜ çerçevesinde “KAS HASTALIKLARI SORUNLARI VE ÇÖZÜMLERİ” sempozyumu düzenlenmişti.
Haliç Üniversitesi Mecidiyeköy Yerleşkesi Konferans Salonunda 29 Aralık 2013, Pazar günü saat 09:00 dan 18:00 a kadar bütün gün süren bu etkinlikte; ”Psikoloji Kas Hastalarına Ne Sunabilir?” konusunda da Online Psikolojik Destek Grubumuzun değerli üyelerinden Uzm.Psikolojik Danışman Nilgün Sarı ihtiyaç duyulan sunumlar yapmıştı..
Bu sunumu sizlerle paylaşırken, Sayın Sarı’ya ve emeği geçen herkese yeniden teşekkürlerimizi sunuyoruz…
PSİKOLOJİ KAS HASTALARINA NE SUNABİLİR?
“K ”Kas Hastalıkları Sorunları ve Çözümleri” Sempozyumu – Haliç Üniversitesi – 29.12.2013
Kas hastalıkları ve hastaları ile ilk karşılaşma…
Meslektaşım ve arkadaşım İrem Bray’in liderliğini yaptığı gönüllü bir çalışma olan “Kas Hastaları ve Ailelerine On-line Psikolojik Destek Projesi” ne beni davet etmesi ile ilk olarak kas hastalıkları ve hastaları ile karşılaşmış oldum. Benim için oldukça yabancı olan bu hastalık, zihnimde boş bir sayfada yer almaya başladı. Büyük bir bilinmezlikle birlikte…
Bir süre yabancı kalmayı isteyip içimde oluşan meraka direndim. Bir çeşit korkuydu bu. Karşılaşma korkusu, çok üzülme korkusu, çaresizlik korkusu…
Ancak haftada bir toplandığımız süpervizyon çalışma grubunda olan birkaç arkadaşın da kas hastası olduğunu öğrenmem dönüm noktası oldu benim için.
Onlar da paylaşıyor, eğitimlerini sürdürüyor, üretmeye çalışıyor ve hayatı deneyimlemeye devam ediyorlardı. Sadece farkımız bedenimizi kullanma biçimimizdi.
Bilgi, deneyim, paylaşım, sorular ve cevaplarla bu hastalığı tanımaya başladım. Yabancı olan her zaman ürkütür ama tanıma, tanışma, temas yakınlaştırır; yabancılığı ortadan kaldırır.
Duygularımdan daha fazla bahsederek hasta dostlarımızın önüne geçmek istemiyorum. O zaman duygularım ve mesleğim bana yol göstersin ve yaşadıklarına anlam arama çabalarında onlara eşlik edeyim…
Hastalandığımızda, herhangi bir hastalık sebebiyle bedenimiz güçsüz düştüğünde ruhsal dünyamız sıkıntı içinde içinde kıvranır. Çünkü beden ve zihin bütünlük içinde işler. Hasta olduğumuzda duygu ve düşüncelerimiz bu durumdan etkilenir. Bunun tam tersini de yaşarız; bilinçli ya da bilinçsiz duygu ve düşüncelerimiz bazen bizi yatağa düşürebilir.
Hastalığı, uzun ya da kısa sürmesi, acı ve şiddetinin yoğunluğu, tedavinin etki ve sonuçları gibi kriterlere göre gruplandırabiliriz. Kronik hastalıklar ise sürekliliği ile kişinin yaşamı boyunca etkilerini deneyimlediği bir hastalık grubudur. Kronik hastalığı olan kişiler bedensel, duygusal, sosyal dünyalarının uyum ve denge içinde akıp gitmesini sağlamak durumundadırlar.
Kronik hastalıklarda hastanın ve yakınlarının ilk ve tek arzusu, hastalığın tedavi edilmesi ve bir an önce sağlıklı bedene kavuşmaktır. Bunun için eldeki bütün imkanların sonuna kadar kullanıldığı, mücadele etmekten asla vazgeçilmeyen bir duruşla yola devam edilmektedir. Dışarıdan baktığımızda görünen budur.
Peki, iç dünyada neler olup biter?
Kronik hastalık teşhisiyle karşı karşıya kalan kişiler başlarına gelenleri açıklamanın peşine düşerken; çaresizlik, depresif duygu durumu, inkar, şok, öfke, anksiyete, değersizlik ve kabullenme evrelerinden geçerek en sonunda hastalıklarıyla uzlaşmaya çalışırlar. Tüm bu aşamalarda yaşamın sürekliliği için beden ve onun değişen yaşantısı ruhsal bir çalışma ile desteklenmelidir.
Hastalık ruhsal sağlığı nasıl etkiler?
Hastalık, ruhsal dünyada; travma etkisi yaratıp beraberinde acı, kayıp ve yas süreçlerini gündeme getirir.
Travmayı, kişinin başa çıkma becerilerini yenilgiye uğratan ve hayatı tehdit eden olay, yaşam boyu etkisini hissettirecek bir deneyim olarak tanımlarsak hastalığın teşhis ve tedavi sürecini hayat boyu etkili olan bir travma olarak değerlendirebiliriz. Bedensel ve ruhsal olarak yaşanan acı ise şiddetli ve kalıcı olduğunda beden ve zihin bütünlüğünü tehdit eder. Hastalık sonucu kaybedilen bedensel fonsiyonlar ve gerçekleşmesi zorlaşan istek ve arzular kayıp ve yas süreçlerini kaçınılmaz olarak harekete geçirir.
Neden psikolojik yardım?
Psikoloji deyince ilk aklımıza gelen Sigmund Freud da yaşamı boyunca çeşitli hastalıklarla mücadele etmiştir. Grip, migren, tifo, kalp ritim bozukluğu, romatizmal myokardit ve uzun zaman kanserle giriştiği mücadele 1939 yılında ölümü ile son bulmuştur. Sigmund Freud savaşlar, kayıplar, kızı ve son olarak torununun ölümü ile yaşamında ilk kez depresyona girdiğini belirtmiştir.
Travma, acı, kayıp ve yas süreçleri üzerinde çalışmak, çatışma ile başa çıkmak, kabullenme ve denge kurarak yeni duruma uyum sağlamak, hastalığın etkilerini yavaşlatmak, yeni bağlar kurmak, eskilerini güçlendirmek, yaşama arzusunu harekete geçirmek, beden ve zihin bütünlüğünün sağlıklı işlemesini mümkün kılmak için hastalık durumunda psikolojik destek alınmalıdır.
Çocuk Hastalar…
Hastalık çocuk için bir stres kaynağıdır. Kronik hastalığı olan çocukların hastalık boyunca hareketsiz kalması, günlük yaşamlarının akışının bozulması, oyun, okul, arkadaş ilişkilerinin aksaması, çocuklarda duygusal ve davranışsal değişiklere neden olur. Uzun süreli hareketsiz kalan çocukların; daha saldırgan ve öfkeli olup huysuzluk ve düş kırıklığı yaşadıkları, annelerinin de daha üzüntülü ve endişeli olduğu gözlenmiştir.
Çocuklar bakım ve yatmayı gerektiren hastalık durumunda anne babalarının ilgilerini üzerlerinde toplarlar. Hastayken yetişkinler bağımlı ve çocuksu bir gerileme yaşarken, çocuklar daha çok hareketlerinin kısıtlanmasına üzülmektedirler.
Çocuklar hastalıkların anlamını kavrayabilmek için yetişkinlerin yardımına ihtiyaç duyarlar. Anne babalarının ve doktorların telaşlarından rahatsız olurlar. Hastalığa dair korkularına mantıklı açıklamalar ararlar. Hastalıklarından kendilerinin sorumlu olduğu düşüncesine kapılabilirler. Örneğin tırnaklarını yediği için başına bunlar gelmiş olabilir… 6 yaşın altındaki çocuklar, içinde bulundukları duygusal gelişim döneminin özellikleri nedeniyle, gördükleri tedaviyi yanlış yorumlarlar. Acı veren tıbbi işlemleri cezalandırılma olarak algılayabilirler. Bu, suçluluk ve anksiyete hissetmelerine neden olur.
Hastalığın bazen çocuk üzerinde beklendiği gibi çok olumsuz etkisi olmayabilir. Ama anne babalarda şok, kendini suçlama, somatik yakınmalar, tüm ailede anksiyete ve depresyon görülebilir. Anne babalar bütün bunların geçici olduğu şeklinde inkarcı yaklaşım içinde olabilirler.
Çocuklara hastalıklarıyla ilgili uygun ve anlayabilecekleri bir şekilde bilgi verilmeli, duygu ve düşünceleri üzerinde durulmalıdır. Çocukken kronik hastalık teşhisi konmuş ve açıklanma şekliyle bir çeşit travma yaşadığını belirten yetişkinlerin deneyimlerine kulak vermeliyiz. Hastalıkla ilgili doktor- aile görüşmesi sırasında çocuğun varlığı dikkate alınmalı, anlamadığı varsayılarak yanında konuşulmamalıdır. Böyle bir durumda odadan dışarı çıkarılması da uygun değildir. Biliyoruz ki çocukların sezgileri oldukça kuvvetlidir.
Çocukların kişilik gelişimi, geçmiş yaşam deneyimleri ve anne babalarıyla olan ilişkileri hastalığın çocuk üzerindeki etkisinde belirleyici rol oynar. Kronik hastalıklarda, çocuklar tek başlarına anksiyetelerini yenemeyeceklerinden anne baba hem kendisini hem de çocuğu yatıştırabilmeli, kapsamalıdır. İşte tam da bu noktada çocuğa ve aileye eşlik edecek bir profesyonele ihtiyaç vardır. Psikolojik yardım, hem çocuğu hem aileyi destekleyecektir.
Uzmanlar ve Sağlık Çalışanlarının Durumu…
Kronik hastalıkların tedavisi ile ilgilenen doktor ve sağlık çalışanlarının çabası hastalığın teşhisi, tedavisi ve hastanın yaşam kalitesinin arttırılması yönündedir. Hastalığın tedavisinde istediği sonucu alamayan, umutsuzlukla mücadele eden uzmanlar iç dünyalarında çaresizlik, yetersizlik, depresif duygu durumu, tükenmişlikle karşılaşabilirler. Kronik hastalıklarda doktorun hastaya iç açıcı olmayan haberler vermek durumunda kalması ve bunu ifade etme yolunu bulması da bir diğer zorluktur.
Doktorun güvenli duruşu, bilgisi ve tavrı çoğunlukla insanlar üzerinde olağanüstü etkili olabilir. Yapılan araştırmalarda hastanın durumunun, ilaç etkisini göstermeden bile düzeldiği görülmüştür.
Mihaly Balint bir makalesinde doktor hasta ilişkisine dair şunları yazmıştır ((Budapeşte, 1926). “Klinik uygulama bize hekimin amacının doğru teşhis koymak ve uygun tedaviyi uygulamak olduğunu gösterir. Bununla birlikte gene açıkça görülmüştür ki doğru tedavi yöntemi bazı hekimlerce uygulandığında başarısız kalırken, bazı hekimler tarafından uygulandığında etkili olmaktadır. Öyleyse teşhis ve tedavinin dışında gereksinim duyulan başka bir şey daha vardır ki, işte o uygun ruhsal etkidir.
Her hasta hekiminin bir rol oynamasını ister, iyi hekim bunu içgüdüsüyle hemen hisseder ve bu rolü oynayacağını belli eder. Gereğinde hastanın yüreğine su serper, gerektiğinde otoriter gözükür ya da her şeyi içine atan bir hastanın düşüncelerini sezgi yoluyla kavrayabilir.
Hepimiz hastalandığımızda çocuklaşırız. Bu durum yetişkinlerin, başkalarının özellikle de hemşirelerin kendilerine küçük çocuklara davranır gibi davranmalarına müsaade etmelerinin nedenini açıklar. Çocuklara hitap edildiği gibi edilir: Birazcık için, ağzınıza birkaç yudum alın, çalkalayın ve ana babanın yaptığı gibi çoğul biçim kullanılır: kalkacağız, bugün ne kadar usluyduk…
Hekimle ilişkide bu çocuksu davranışların yeniden ortaya çıktığı görülür. Yani anne babaya ait olan duygular hekimle olan ilişkiye aktarılmıştır. Hastanın çocukluk anıları nedeniyle hekim, kendinden emin babayı ve şefkatli anneyi çağrıştırır. Hekim ve hasta arasında olumlu aktarımsal ilişki, etkili bir tedavi için önemli bir koşuldur.”
Doktor hastalığı tedavi ederken ortama hakim olan duygusal yoğunluğa da etki etmektedir. Bu etkinin de bir çeşit psikoterapi olduğunu söyleyebiliriz. Bu terapinin bir kısmı sözsüz olarak gerçekleşir. Mesleki etkinliklerini korumak için duygu ve düşüncelerini gizleme, bastırma, yadsıma yoluna giden doktor ve sağlık çalışanlarına da psikolojik desteğin verilmesi gereklidir.
Nilgün Sarı
Uzman Psikolojik Danışman
Online Psikoloji Destek Grubu Gönüllü Üyesi
Web sitesi