Recep İvedik ‘Stand By Me’ Söyler mi?

Mark Johnson 10 yıl önce bir sabah, New York metrosunda kendini baştan aşağı beyaza boyamış iki sokak müzisyeni görüp duruyor. Biri naylon gitarını çalarken, diğeri yabancı bir dilde şarkı söylüyor. Farklı din, ırk, renk ve kültürden işlerine gitmeye çalışan yaklaşık 200 kişinin büyülenmiş bir şekilde bu çalgıcıları dinlediğini görüyor. Kaçırdıkları trenlerini umursamadan…

Mark, birbirlerinden çok farklı bu kişilerin müzik sayesinde nasıl birleştiklerine canlı şahitlik ediyor. Ve o an bir karar alıyor; müzik en önemli “birleştirici” unsur olabilir. Daha iyi bir dünya için insanlar kendi “farklılıkların” üstesinden gelebilir.

Bu, aynı zamanda onun bir şeyler yapabileceğini anladığı an da oluyordu. Bir film olmalıydı bu, daha önce denenmemiş bir film.

“Playing For Change: Peace Through Music” [Değişim için çalıyorum: Müzik yoluyla barış] ismini verdiği müzik belgeselinin fikri, New York metrosundaki o iki sokak çalgıcısından ve onu dinleyenlerden aldığı olumlu enerjiyle doğuyordu.

Yaşadığımız gezegendeki herkesin biraraya gelip, tek vücut olmaya ilham alacakları ortak dil müzikti elbette. Bu filmde daha önce birbirleriyle hiç karşılaşmamış müzisyenler, yine kendi mekanlarında şarkılar söylecek, fiziksel olarak olmasa da, söyledikleri şarkılarla biraraya geleceklerdi. Farklı ekonomilerde, kültürlerde, siyasi görüşlerde ve dinlerde yaşayan bu kişiler, tüm farklılıklarından önce “insanlardı.”

Ben E. King’in söylediği o meşhur “Stand By Me” şarkısı bu filmden bir kayıt. Çok sayıda müzisyen aynı parçayı çalıyor ve söylüyor. Daha sonra Mark ve ekibi aylar süren bir montaj çalışması yapıyor:

Müzik tüm duvarları yıkıp, “bağlayıcı” olabiliyordu gerçekten de. New Orleans’daki kasırga veya Güney Afrika’daki ırk ayrımı bile sokak çalgıcılarının yaydığı olumlu havayı değiştiremiyordu. Çünkü müzik sınır tanımıyordu. Müzik barış için bir fırsattı.

Önce 2003 yılında, sadece üç şehirdeki (New York, New Orleans ve Los Angeles) sokak müzisyenlerinden oluşan bir müzik belgeseli çekmişler.

Sonra ellerinde kayıt cihazları (Güney Afrika’dan Hindistan’a, Nepal’den, İspanya’ya, Tibet’ten Amerika’ya) dünyanın farklı ülkelerine gidip çekimlere devam etmişler. 100’ün üzerinde sayıda müzisyenle yaptıkları konuşmalar da filmde yer alıyormuş.

İkinci bulabildiğim kayıt da Bob Marley’den bildiğimiz “One Love” şarkısı. Şarkının tamamı olmasa da video bir fikir veriyor:

Filmin tamamı ilk kez (Robert De Niro, Jane Rosenthal ve Craig Hatkoff tarafından kurulan) Tribeca Film Festivali ‘nde gösterilmiş. 2009’un bahar aylarında da cd ve dvd ile çıkmayı planlanıyorlar.

Filmin yapımcı yönetmenleri Mark Johnson ve Jonathan Walls. New York Film Akademisi mezunu Jonathan Walls, İspanya’daki Peniscola Uluslararası Film Festivali’den birincilik ödülü kazanmış. Mark Johnson ise Grammy ödüllü bir mühendis/yapımcı. Mark müzik konusunda, Jonathan ise sinema konusunda projenin liderliğini üstleniyor.

“Playing For Change: Peace Through Music” için hazırladıkları tanıtım filmi de şu:

PlayingForChange.com onların web sitesi. Yakın bir gelecekte, müzikle dünyanın birleşebileceğine inanan kişilerin paylaşımda bulunabileceği bir sosyal ağı da sitelerine entegre etmeyi planlıyorlar. Sosyal ağdan çok bir ‘hareket’ esasında bu. Hareketin merkezine de kurdukları  ‘Playing For Change Foundation’ isimli vakfı koymuşlar.

Vakıfla yoksul ülkelere müzik okulları yapacaklar. Bu sayede yaşadıkları sorunların dışında “ilham” alacakları ortak bir noktaları olacak bu çocukların. Amaçları yüzlerce müzik okulu inşa etmek ve içlerine enstrümanlar, kayıt cihazları ve canlı webcam’ler koymak.. Böylece dünyanın neresinde olursanız olun, müziğin birleştirdiği çocukları internetten takip etmek mümkün olacak.

Müzik gerçekten ne güçlü bir olgu.

Mark’la Jonathan, Fikir Atölyesi’nde daha önce konu ettiğimiz İstiklal Caddesi ‘ni hatırlattı bana. Stand By Me’yi izlerken de gözüm Türk müzisyenlerini aradı. Belki Siya Siyabend değil ama, Banu Alkan veya Huysuz Virjin; hatta ilki gişe rekorları kıran ve şimdi ikincisi gösterime girecek olan Recep İvedik filminin kahramanları bu yazıyı okusalar ne düşünürlerdi, merak etmiyor da değilim!

Ancak bir dakika, haklısınız… Onlar bizim nabzımıza göre şerbet verme konusunda üstad kişilerdi, öyle değil mi?

Geçtim yarın adını dahi hatırlamayacağımız insanları… Bugün gönlümüzde taht kuran hangi ünlü yapımcı, yönetmen veya sanatçımız, müziğin; din, siyaset, kültür veya ekonomi tanımaksızın sahip olduğu birleştirici gücünü kullanıp, evrensel bir şeyler üretmek isteyecek?

Reyting kaygısı taşımadan! Sadece daha iyi bir dünya uğruna…