Hem tam zamanlı çalışıp, hem üniversite okuyorsunuz. Ailenizden epey uzakta. Mezuniyete haftalar kala, çok istediğiniz bir şirkete iş başvurusu yaptınız. Onlarca şirket değil, sadece orası. Hayaliniz orada çalışmak çünkü.
3-4 mülakat görüşmesi. Şirket 2 saat uzaklıkta başka bir şehirde, ancak sorun değil. Her görüşmeye çağırdıklarında kalbiniz yerinden çıkacak gibi oluyor. Her şey iyi gidiyor. Ücrette anlaşılmış. Hatta şirket size bir kişi tahsis etmiş, onun yardımıyla bilmediğiniz bu şehirde oturacak ev bakıyorsunuz.
Okul bitmeden istediğiniz işi bulmuşunuz, derslere girerken havanız bile farklı artık! Sonra o da ne, beklenmedik bir mektup:
“Sizi tanıdığımıza çok memnun olduk. Ancak eğitim ve ilgi alanlarınıza uygun bir pozisyon bugün itibariyle şirketimizde olmadığından başvurunuzu üzülerek kabul edemiyoruz. CV’inizi gelecekte olabilecek fırsatlar için saklıyor olacağız…”
Nasıl yani? Şaka mı bu? Ne oldu bizim o olumlu görüşmelere? Neden ev aramaya kadar gitti bu süreç? Ne olduysa oldu, son dakika top direkten döndü, reddedildiniz işte!
[Bu arada aldığı ret mektubunu reddedenler varmış, bayıldım fikre!]Bu ret beni öylesine sarsmıştı ki, öncesinde çok istediğim o universiteye kabul edilmediğim zamanları bile unutturmuştu. Ön kapıdan almadınız, o zaman bacadan girerim misali, 2 sene bin kişilik, tek bir lokantası bile olmayan terk edilmiş bir köyde ufak bir okula gidip, 2 sene sonra, beni başta reddeden o okula transfer olmuştum. O genç yaşlar için bu bir zaferdi, reddedilmek motive etmişti.
Ancak o sıralarda hayal gibi gördüğüm o iş başvurusundan gördüğüm ret çok ağırdı. Ben eksik, yetersiz, başarısız, zavallı biriydim. Kendime güvenim sıfırlanmıştı.
Hayal ettiğim ‘ben’ bu değildi. İşte bu yüzleşme canımı yakıyordu.
Bu arada bilim adamları diyor ki , reddedilme insanın kalbini kırar, hatta ağrı verir. Bu ‘ağrıma’ kısmını incelemişler de. Gözüne bir yumruk yediğinde beyninde bu ağrıyı hissetmeni tetikleyen bölgeyle, reddedilince harekete geçen bölge aynıymış: ‘ anterior cingulate cortex ‘ (ACC). O yüzden duyulan ağrı gerçek. [Hatta bu dönemlerde alınacak ağrı kesicinin işe yarayacağını bile söyleyenler var!]
Bu iki ret hikayesine daha sonra, işten kovulmak dahil, o kadar çok yenileri eklendi ki, alıştım reddedilmeye! Yeni gelen ‘hayır’ların çoğu iş dışı konulara kaydıysa da, ben artık bir ret canavarıydım. Reddedildikçe gaza gelir olmuştum. Ne olmuştu bana?
Ne olmuştu da, beğenilmeme, geri çevrilme, dışlanma ve hatta varlığımın tanınmaması beni motive eder olmuştu?
Sanırım şu soruyu daha sık sorar oldum kendime:
“Tunç, ‘reddedilme korkusu’ nasıl olur da; kafandaki fikirleri paylaşmanı, sevdiklerine sevdiğini söylemeni, girmek istediğin bara gitmeni veya kafandan geçenleri yazmanı engelleyebilir; kafayı mı yedin?”
Korkuya bak sen!
Ancak ne zaman;
– Facebook’ta tanımadığım birinin ilgimi çeken bir yönü olduğunda, bunu açıkça yazınca,
– Üç sapla bir bara gidip, kapıdaki cüsseli ağbiye ‘içtenlikle’ neden içeri girmek istediğimizi söyleyince, yine de almazsa kızmayıp, yanda da bar olduğunu hatırlayınca,
– Bir yatırımcıya neden bir fikrin tutacağını, ‘ya aşağılar ya da kendisi yapar’ diye çekinmeden anlatınca,
– Birine, uçuk bir fikri “sen ne aptalsın” deme ihtimaline karşı bile heyecanla anlatınca,
– Veya hoş bir kıza; “hadi bir şeyler yapalım, sevdim seni” diyince…
hiçbir şey kaybetmediğimi, aksine denedikçe, hem çok eğlendiğimi , hem de daha çok nasıl ‘evet’ alırımın yollarını öğrenirken buldum kendimi:
Ben şimdi gerçekten sizin reddedilme hikayelerinizi merak ediyorum. Mutlaka vardır sizin de bu oyuna geldiğiniz anlar…