Sakın Sarı Çizgiyi Geçme!

Eğer yolunuz İstanbul’da metroya düşmüşse, bizim meşhur sarı çizgiyle tanışmışsınızdır. Sarı çizgimizin işlevi çok basit, insanların zihinlerinde, tren raylarının uzandığı boşluktan uzak tutmak adına görünmez bir çit oluşturmak. Böylelikle olası tehlikeli durumların önüne geçip, insanlara daha güvenli bir metro deneyimi sunmak. İş çıkışı eve gitmek üzere kullandığım metronun peronunda oturmuş, trenimin gelmesini bekliyordum. İnsanlar önümden geçerken anlık olarak dahi olsa konuşmalarına kulak misafiri oluyordum. İki afacan çocuğun arkasından yürüyen aile üyeleri, çocukların hızlı adımlarına ayak uyduramıyorlardı. Önden yürüyen çocukların bir tanesi sarı çizgiye çok yaklaştı ve arkadan bir ses yükseldi “Sakın sarı çizgiyi geçme!” benzer ses tonuna sahip olan ikinci kişi ise şöyle ekledi “Eğer aşağı düşersen kimse aşağıdan kurtaramaz seni! Düzgün dur…”

“Olması Gerekene” Dönüş…

Afallamış gözüken çocuk, heyecanla dolup taşan bacaklarını dizginlemeyi başarmış bir şekilde, yol arkadaşlarına uyum sağlamaya başlamıştı. Düşününce; sert bir ses tonuyla, hayal etmesi bile zor ve ürkütücü olan korku dolu sözcükler, çocuğa etki etmiş ve onu “olması gereken” şekle sokmuştu. Çocuğun ise bu cümlelerden algıladığı tek sonuç, sarı çizgiyi geçmenin korkunç bir şey olduğuydu. Bu yaşanan küçük olaydan benim algıladığım ise, “korku” duygusunun küçüklüğümüzden beri hayatımızda ne kadar söz sahibi olduğuydu.

Çocuk gelişimini “dünyaya yeni gelmiş bir bireyin, dünyayı yaşayarak bilincini inşa etmesi” olarak tanımlar ve anlarsak, çocuklara karşı kullandığımız kelimelerin bu inşada kullanılan tuğlalar olduğunu ve onların bilinçlerinin temel yapı taşlarını belirlediğini söylemek yanlış olmaz. Bu bilinç ise, çocuğun bu dünyayı algılama şeklini tanımlar. Kuralları ve yapılmaması gereken davranışları öğretmek adına, çocuklara kullanılan korku dolu sözcükler, bu çocuğun bir ömür boyu “korkması” anlamına gelebilir. Büyüyen çocuk, işsiz kalma korkusuyla, sevmeyerek çalıştığı bir işi bırakamaz hale gelebileceği gibi, hayallerini de cesaret suyundan mahrum bırakarak kurutabilir. Hatta daha da ileri gidecek olursak; politikacıların, “korku” duygusuyla büyümüş nesilleri kontrol edebilmek adına onlara hitap ederken, “korku” duygusunu tetikleyen cümleler kurabilirler.

Odadaki Fili Fark Etmek!

Peki, bizim çocuğu sarı çizgiden nasıl uzak tutacağız? Tabi ki çocukların en sevdiği dille, oyun oynayarak! Hepimiz çok sevmez miydik oyun oynamayı? Oyunlar, çocukların fiziksel ve psikolojik anlamda gelişmelerinde büyük bir öneme sahip (Petrovska, 2013). Oyunların, her insanın geçmişinde olan, ortak bir nokta olması, çocukken kullandığımız “dünyayı tanıma” tekniklerinden biri olduğunun işareti olabilir. Bu tekniği her alanda uygulamak ise ebeveynlerin veya çocuktan sorumlu olan kişilerin sahip oldukları hayal güçlerine bağlı… Bizim örneğimize dönecek olursak, çocuğu yerdeki kaldırımların sınırlarındaki çizgilere basmamaya çalıştırmak, sarı çizgiden uzak tutabilecek çok basit bir çözüm olabilir. E tabi bu oyundaki heyecanı ve etkiyi artırmak için çocuğa eşlik etmeniz gerekebilir. Hem biz çocukken en çok bizimle oyun oynayan yetişkinleri sevmez miydik? Böyle çözümler, çocuğu kaçınılması gereken tehlikelerden uzak tutarken, çocuk ile aranızda var olan iletişim bağını da güçlendirecektir.

Zaman içerisinde oyun çeşitliliğinin ne kadar önemli olduğunu da anlayacaksınız. Çocukların dikkatini ve heyecanını yakalamak, tabi ki ince düşünülmüş oyunların sağlayabileceği bir şey. Çocukların sahip oldukları enerjiyi doya doya harcayacakları dinamik oyunlar, çocuğun fiziki gelişimine katkı sağlar. Bunun yanında, “Rol Oynama” oyunları ise çocuğa yeni davranış ve bakış açıları tanıtırken, bu davranışların “iyi veya kötü” olduklarıyla ilgili daha sağlıklı yargıya varmasını sağlayabilir. Tabi ki bu oyunların, çocuklara uygun bir mizah anlayışıyla sunulması, çocukların ruh halini iyi anlamda etkileyebilir. Çocukları en çok etkileyen oyunlar ise bu üç özelliği aynı oyunda barındıran oyunlardır (Petrovska, 2013).

Ortak Nokta Olarak: Oyun…

Oyunlarla büyüyen çocuk, yeni oyunları keşfederken kullandığı “problem çözme” yeteneğini geliştirirken, yeni oyunlar üretmek zorunda kalan ebeveynlerin de “hayal güçlerinin” gelişmesi kaçınılmaz olur. Bu iletişim türünün en büyük hediyesi ise çocuğunuz ile aranızda geliştirdiğiniz heyecanlı ilişki olacaktır. Çocuğunuzun bu oyunlar karşısında verdiği tepkileri analiz ederek, onların sahip oldukları kişisel özellikleri de daha iyi tanıma fırsatı bulacaksınız. Tek bir cümleyle özetleyecek olursak: Çocuklarınızı tanımak ve bu dünyayı tanıtmak için, onların dilinden konuşun; oyun oynayın…