Küçüklüğünüzde bir şeye çarptınız mı? (Sandalye, masa veya kapı gibi) Peki büyüklerinizden birinin “Ah, ah” diyerek çarptığınız şeye vurduğunu, yani bir nevi cezalandırdığını hatırlar mısınız? Ya da biriyle yaşadığınız bir sorunu, annenize anlattığınızda cevap olarak: “ Allah bilir sen ne yaptın/dedin de öyle oldu ” cevabı aldınız mı? Muhakkak sizde bir sorun olduğunu işaret etmiş olmuyor muydu bunu yaparak? Yani sen düzgün davranırsan, herkesin zaten düzgün olduğuna inanıldığı o büyüleyici an!
İki uç durumdan bahsediyoruz. Ya tamamen haklısınız ve karşı taraf (sandalye) cezayı hak ediyor, ya da sen düzelirsen her şey düzelecek! Peki gerçekten öyle mi? “
Siyah-beyaz
“, “
Ya hep ya hiç
” düşünce şekli denebilir bu duruma. Ben burada “siyah-beyaz” düşünce şeklini anlatma derdinde değilim. Amacım; konu
sorumluluk alma
olunca, iki uçta gidip gelmemizi anlatmak.
İş hayatında da buna benzer deneyimler yaşayanlar olmuştur. Yönetici, toplantı esnasında bir sorundan bahseder. Dinleyenlerden bazıları, sanki o işyerindeki ilk gün gibi kayıtsız davranır. Hiç oralı olmaz. Bazıları da savunmaya geçerek, esasında durumun farklı olduğunu anlatmaya çalışır. Bir de üçüncü grup insanlar vardır ki, sizin yakınlarınızda da varsa onları kaybetmemek için çaba gösterin. Bu insanlar, kişiye değil olaya odaklanırlar. Olayın gerçekleştiği süreçte neyin eksik kaldığına, bir daha aynı sorunun gerçekleşmemesi için ne yapılması gerektiğiyle ilgilenirler.
“Kim neyi neden yapmış, esasında arka planda bunu niyet ediyormuş da o yüzden bu şekilde davranmış, zaten bu insanlarla doluymuş sektör…”
gibi çözümü olmayan, kontrolümüzden çıkmamızı sağlayan ve en önemlisi zaman kaybetmemize yol açan konulara girmezler.
Peki nedir bu kişilerin farkı? Kendi sahip oldukları yeteneklerin farkında olup, yapabilecekleri ve yapamayacaklarının ayırdına varmış, değerlerinin ışığında karar alan; yani bireysel sorumluluğunun bilincinde, kısaca kendini bilen insanlar olmalarıdır.
Hiç oralı olmayanları unutmamalı. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyenler, yani sorumluluk almayarak başına iş açmak ve uğraşmak istemeyenler… Savunmaya geçenler ise kişisel sınırlarının farkında olmadan, her şeyi kendilerine karşı bir tehdit gibi alarak karşılamaya çalışanlardır. Bu kişiler her şeyin suçlusunun kendileri olduğunu düşünürler. Bu yüzden hayatları dışarıya karşı savunma; içeriye (yani kendilerine) karşı da yargılayıcı/eleştirel bir tutum içinde geçer gider.
Bir nevi kendini paralarlar. Hiç oralı olmayanlarla, kendini paralayanların birlikte çalıştığı kurumları düşünürsek, orada bir yenilik, bir iyileştirme veya bir gelişim beklemek ne kadar gerçekçi olur? Çözüm ne olabilir sorusunu duyar gibiyim.
Bir insan, değerleriyle hayatını idame ettiriyorsa o kişi zaten ne yaptığını biliyordur. Herkesin değerleri var muhakkak. Ama bu değerlerin kaç tanesini, hangi koşulda davranışa dönüştürdüğümüzün farkında mıyız? Herkes dürüstlüğün çok önemli bir değer olduğu konusunda hem fikirdir. Peki, hepimiz her zaman dürüst müyüz? Hangi durumlarda dürüst olup hangi durumlarda dürüst olamadığımızın farkında mıyız? En önemlisi, kendimize karşı ne kadar dürüstüz? Kararlarımızı değerlerimize göre almak için emek vermeye başlarsak, o zaman ne “oralı olmayanlar” ne de “kendini paralayanlar” grubuna gireriz. Çünkü kendimizle ilgili sorumluluk almaya başlamışız demektir.
“Sorumluluk alalım, kendimizi bilelim, değerlerimize göre hareket edelim” diye niyet etmek harika olabilir. Ama bunları yapabilmek neden bu kadar zor? Cevabı insan olmamızda; yani kırılganlığımızı kabul etmemizde yatıyor.
Ne kadar çok “Başarılı olmalıyım, hata yapmamalıyım, suçlu olmamalıyım, her şeyi bilmeli, öğrenmeliyim” derdi ile yaşarsak o kadar çok kırılganlığımızdan uzaklaşırız demektir. Kırılganlığımızdan uzaklaştıkça da insan olduğumuzu, mükemmel diye bir şey olmadığını, hepimizin hata yapma, suçlu olma, bilmeme, anlamama, istememe hakkımız olduğunu unutuyoruz.
Mükemmel olsak, kimse hata yapmasa, herkes birbirine benzese, herkes her şeyi bilse, sizce bu hayat yaşamaya değer olur muydu? Haydi gelin 2021’i bir başlangıç tarihi olarak belirleyip birlikte bir niyete girişelim, hazır mısınız?
2021’de kendi sorumluluğumu alma cesareti ve kırılganlığımı kabul etme gücü diliyorum!
Bir de unutmadan söyleyeyim; lütfen çocuk kafayı sandalyeye vurduğunda sandalyeyi dövmeyin, onun suçu yok.
Yazarımızı instagramdan takip etmek için: Ela Ünler
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse, sıradaki yazımız sizin için: Yeni Yaşam Tarzımız: Uzaktan Çalışma