Bir işyerinin girdiği işkolunun tespiti, ilgili Bakanlıkça yapılır. Bakanlığın bu tespit kararı Resmi Gazetede yayımlanır. Bakanlıkça yayınlanan tespit kararına karşı ilgililer, kararın yayımından itibaren 15 gün içerisinde dava açma hakkına sahiptir. Bakanlık yetki tespit kararına karşı ileri sürülen bu itirazlar, uygulamada “yetki tespit davası” olarak adlandırılmaktadır.

6356 Sayılı kanunun “İş kolunun tespiti” kenar başlıklı 5. maddesi uyarınca yetki tespit davaları, ilk derece mahkemesi tarafından iki ay içerisinde, kararın temyiz edilmesi halinde ise yüksek mahkeme tarafından yine iki ay içerisinde kesin olarak karara bağlanması gerekmektedir.

6356 Sayılı kanunun “Yetki İtirazı” kenar başlıklı 43. Maddesinin (5). Fıkrasında ise “ itiraz, karar kesinleşinceye kadar yetki işlemlerini durdurur” hükmüne yer verilerek yetki tespitine karşı ileri sürülen itirazların, hiçbir yargısal denetimden geçmeksizin yetki işlemlerini durdurmasına; başka bir anlatımla doğrudan sonuç doğurmasına olanak tanınmıştır.

YETKİ TESPİTİNE İTİRAZ DAVALARINDA, UYGULAMADA KARŞILAŞILAN SORUNLAR

Bir sendikanın belirli bir işkolunda faaliyet gösteren işverenler veya işçiler ile toplu iş sözleşmesi süreçlerini yürütebilmesi için o işkolunda yetkili olduğunun tespit edilmiş olması gerekmektedir. Başka bir anlatımla yetki tespiti, sendikalar açısından toplu iş sözleşmesi yapabilmelerinin ön koşuludur. Toplu iş sözleşmelerinin ise sendikaların en etkili ve en önemli araçlarından biri olduğu, hatta toplu iş sözleşmesi yapmanın sendikaların var oluş sebebini teşkil ettiği aşikardır.  İşbu sebeple, Anayasal bir hak olan sendika hakkının temini için, yetki tespit sürecinin olabildiğince hızlı sonuçlandırılması gerekmektedir.

Yetki tespitine itiraz davalarının hangi sürelerde sonuçlandırılacağı kanunda açıkça hüküm altına alınmıştır. Kanunda belirlenen bu sürelerin oldukça kısa tutulmuş olmasının sebebi ise, yeki tespit sürecinin olabilecek en kısa sürede sonuçlandırılarak mağduriyetlerin yaşanmasının engellenmesidir.

Fakat, yetki tespitine ilişkin uyuşmazlıkların 4 ay gibi kısa bir süre içerisinde kesin olarak karara bağlanacağı hükme bağlanmış olmasına rağmen, yargı mercilerince bu sürelere riayet edilmediği görülmektedir. Birkaç ay gibi kısa bir süre içerisinde sonuçlandırılmış olması kanunen zorunlu olan bu davalar, gerçekte uzun yıllar boyunca sürmekte ve 6356 Sayılı kanunun 43. Maddesinin (5). Fıkrası uyarınca bu süreç boyunca yetki işlemleri sürüncemede kalmaktadır.

Yetki tespit kararlarına karşı ileri sürülen itirazların, yetki işlemlerini doğrudan doğruya durdurma gücüne sahip olması, kuşkusuzdur ki bu hakkı kötüye kullanmaya elverişli hale getirmektedir. Zira uygulamada, yetki kararına karşı ileri sürülen itirazların çoğu kez hiçbir hukuki delile dayandırılmadan, salt yetki işlemlerini ve dolayısıyla da toplu iş sözleşmesi süreçlerini sürüncemede bırakmak amacıyla ileri sürüldüğü görülmektedir.

YARGILAMANIN KANUNDA BELİRLENEN MAKUL SÜRELERDE SONUÇLANDIRILMAMASININ HAK İHLALİ TEŞKİL ETTİĞİ, ANAYASA MAHKEMESİNCE DE KABUL EDİLMEKTEDİR.

Anayasa Mahkemesince verilen bir kararda yetki tespitine itiraz davalarının kanunda belirtilen makul sürelerde sonuçlandırılmamasının açık hak ihlaline vücut verdiğine hükmedilmiştir ( Anayasa Mahkemesinin 17 Şubat 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 19.11.2020 tarihli kararı ). Anılan anayasa mahkemesi kararında hak ihlalinin tespitinden başka sendika lehine manevi tazminat ödenmesine de karar verilmiştir.

Ancak kuşkusuzdur ki, Anayasa Mahkemesince hak ihlalinin tespit edilmesi ve akabinde sendika lehine tazminata hükmedilmesi, toplu iş sözleşmesi sürecinin sürüncemede bırakılmasından doğan mağduriyetleri gidermeye yeterli ve elverişli  değildir.

OLMASI GEREKEN HUKUK AÇISINDAN DEĞERLENDİRMELERİMİZ
VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİMİZ

Yetki tespit kararına karşı ileri sürülen itirazların,  kanunda belirlenen makul süreler içerisinde karara bağlanmıyor oluşu, başlı başına bir sorun olmakla birlikte, bu sorunun kanuni düzenlemeler ile giderilemediği ortadadır. Zira yukarıda da açıkladığımız üzere kanunumuzda zaten bu konuya ilişkin düzenlemeler bulunmasına rağmen, yargı mercileri tarafından bu sürelere riayet edilmediği (veya edilemediği) sabittir.

Yetki itirazlarına ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması, kanuni düzenlemeler ile sağlanamadığına göre,  yargılamadaki gecikmenin sonuçlarına odaklanmaktan ziyade, hak kayıplarına sebep olan kanunun özüne odaklanmak ve sorunun asıl kaynağı olan kanun maddesi ekseninde çözümler aramak gerekmektedir.

Kanaatimizce yetki tespit sürecinde hak kayıplarının meydana gelmesinin yegane sebebi, 6356 Sayılı kanunun “Yetki İtirazı” kenar başlıklı 43. Maddesinin (5). Fıkrası hükmünden ibarettir. Zira yukarıda da kısaca değindiğimiz üzere, anılan kanun hükmü uyarınca yetki tespit kararına karşı ileri sürülen itirazlar, hiçbir yargısal denetimden geçmeden doğrudan sonuç doğurmakta ve yetki sürecini kendiliğinden durdurmaktadır.

Kanun maddesinin tanıdığı bu hak ile, hiçbir denetimden geçmeksizin sadece ileri sürecekleri bir itiraz ile tüm süreci durdurma imkanına sahip olan ilgili kişiler, bu haklarını açıkça kötüye kullanabilmekte ve toplu iş sözleşmesi süreçlerini yıllarca öteleyebilmektedirler. Bunun karşılığında ise neredeyse hiçbir yaptırımla karşılaşmamaktadırlar. Neticede, tespit davası sonuçlanıncaya kadar sendikalar etkisizleştirilerek, hem sendikaların hem de o sendikalara üye olanların hakları ihlal edilmektedir.

Doğrudan kanun maddesinin yanlış düzenlenmiş olmasından kaynaklanan bu sorunun yegâne çözüm yolu da, doğal olarak ilgili kanun maddesinin düzeltilmesinden geçmektedir. Bu kapsamda, 6356 Sayılı kanunun “Yetki İtirazı” kenar başlıklı 43. Maddesinin (5). Fıkrası hükmünün (“ itiraz, karar kesinleşinceye kadar yetki işlemlerini durdurur ) kaldırılması, bunun yerine idari yargılama usulündeki “Yürütmenin Durdurulması” sistemine benzer bir sistemin benimsenmesi gerekmektedir. Böylelikle,  yetki tespitine karşı ileri sürülen itirazlar, yetki işlemlerini doğrudan durdurmayacak, bunun yerine yetki işlemlerinin durdurulması hususunda karar verme yetkisi (kanuni sınırlar çerçevesinde) mahkemenin takdirine bırakılmış olacaktır.

Kanunda yapılacak düzenlemeler kapsamında dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise, mahkemenin yetki itirazı üzerine durdurma kararı verebilmesinin koşullarının ve sınırlarının, hiçbir şüpheye mahal vermeyecek açıklıkta ve kesinlikte düzenlenmesi gerekliliğidir. Zira, aksi halde hem yargıda birliğin sağlanması zorlaşacak, hem de keyfi uygulamalara mahal verilmiş olacaktır.

Sonuç olarak, yetki tespit kararına karşı ileri sürülen itirazların yetki işlemlerini doğrudan durdurması yerine bu konuda karar verme yetkisinin mahkemeye tanınması, hem haksız ve hukuksuz yetki itirazlarının doğrudan sonuç doğurmasını engelleyecek, hem de haklılık payı bulunan itirazların yargısal bir denetim neticesinde sonuç doğurma etkisi muhafaza edilmiş olacaktır. Neticede ise ilgili tarafların menfaatleri, hukuk ve bağımsız yargının takdiri ile koruma altına alınarak, hak kayıplarının en aza indirilmesi sağlanabilecektir.