Şiddetle Nasıl Mücadele Etmeli?

“Şiddet başımızın belası. Acaba neden bu kadar şikayetçi olduğumuz halde bu sorunu çözemiyoruz?

Biraz düşünelim mi?

Şiddet deyince ne anlıyoruz? Sadece kaba güç uygulamak mı demek şiddet? Aşağıdaki sözlük anlamlarına bakarsanız bunun sadece mecaz olarak sonradan keskinleşmiş bir anlam olduğunu görürüz.

Acaba neden şiddeti ortadan kaldıramıyoruz, ne dersiniz? Kimin işine nasıl yaradığını gördünüz mü hiç? Öyle ya, işe yaramayan, insanların hayatta kalmasında bir şekilde olumlu etkisi olmayan şeyler giderek seyrelirler. Günlük hayatınızda cinayet, vahşet, uç noktalarda güç uygulaması dışında var oldu mu şiddet? Nasıl bir etkisi oldu? Nasıl mücadele ederdiniz onunla? İşe yarayan bir yönü var mıydı? Düşünüp paylaşmak ister misiniz?

Sözlük anlamını da verelim sizin için:

  1. isim Bir hareketin, bir gücün derecesi, yeğinlik, sertlik.
  2. isim Hız.
  3. isim Bir hareketten doğan güç:

Rüzgârın şiddeti.

  1. isim Karşıt görüşte olanlara kaba kuvvet kullanma.
  2. isim, mecaz Kaba güç.
  3. isim, mecaz Duygu veya davranışta aşırılık.

Sizi düşünmeye ve paylaşmaya davet ediyoruz.”

*

Murat:

Belki on yıl oluyor, eğitim vermek için şehirler arası yolculuk yapmıştım yine. Ankara Bilkent’te şirketin misafirhane olarak kullandığı daireye doğru yola çıktım uçaktan inişte. Havaş’tı, taksiydi derken, gece yarısı olduğu halde karnımın acıktığını hissettim. Sitenin girişinin karşısında bir fastfood restoranı vardı, taksiye burada ineyim deyip indim.

Şansıma kapatmışlar, ortalığı toparlıyorlarmış. Belki evde vardır bir şeyler diye bilgisayar çantasını aldım omzuma, valizi de tekerlerinin üzerinde çekerek sitenin girişine doğru yürümeye başladım. Geniş bir cadde, ışıklı, ama tek tük arabalar, hızlı hızlı geçiyorlar. Uzaktan köpekleri gördüm. Çete gibiydiler. 5-6 tane varlardı sanırım.

Arabalar hızlı diye bana yeşil ışığın yanması için yolun kenarında beklerken bir araba daha geldi. Köpeklerden bir tanesi, çetenin alfası mıydı artık ya da alfa olmaya mı oynuyordu bilmem, arabaya doğru havlaya havlaya koşmaya başladı. Ama öyle sıradan sokak köpeği tipinde değil. Sitenin zenginlerinin alıp da besleyemeyip sokağa bıraktıkları köpeklerden belki. Böyle yere yakın bir köpek ama omuzları bacakları iri, suratı haydut gibi.

Köpekten de hiç korkmam, aklıma bir şey gelmedi, tehlike algılamadım o manzaraya rağmen. Köpektir işte, havlar arabaya, araba gelirken koşmaya başlar biraz da yanında koşar havlaya havlaya, durur sonraki arabayı bekler. Değil mi?

Araba geçti, ortalama cüssesine göre çok kaslı ve korkunç suratlı o boksör bozuntusu köpek, havlamasını ve koşmasını hiç kesmeden bana doğru devam etti.

Hani öyle anlar olur, insan içindeki hayvanla tanışır. Korkup tırsar kaçar mısın, donup kalır mısın yoksa savaşır mısın ortaya çıkar.

Işıklı geniş yol. Ötede çete liderlerinin peşinden bakan üç beş köpek. Arkamda kapanmış restoran. Yolun karşısında girip içinde de daha bir hayli yürümem gerekecek sitenin girişi. Ve bana doğru korkunç havlamalarla lokomotif gibi koşarak gelen, bir ağız dolusu dişiyle bana ne yapacağını pek de tasarlamamış kendini araba peşinde koşmanın şehvetine bırakmış bir hayvan.

Valizi bıraktım.

Omzumdaki bilgisayar çantasını elime düşürdüm ve geriye doğru kaldırdım.

Köpeğe doğru hızlı ve kararlı birkaç adım attım ve haykırdım. Yüzüm sanırım köpeğin yüzünden daha az korkunç değildi o an.

O şimendifer gibi koşarak gelen cehennem zebanisi suratlı köpek nasıl sustu, nasıl durdu, nasıl dönüp kuyruğunu kıstırıp geri kaçtı, anlamadım bile.

Saniyeler içinde belli olmuştu işte: Onun şiddet potansiyeli beni korkutmuştu belki ama korku içimde şiddeti, savaşmayı tetiklemişti. Ve benim şiddet potansiyelim onu daha çok korkuttu.

Tüm hayatımda kavgaya karışmışlığım bile üçü beşi geçmez. Nereden çıktı içimden o hayvan bilmiyorum ama iyi ki de çıktı o an. Ve iyi ki de işe yarayacağı an bitince geldiği gibi geri döndü derinlere.

Misafirhaneye varana kadar kalbimin biraz daha hızlı çarptığını yine de itiraf etmeliyim.

*

Ebru:

Dönüp dönüp tekrar okudum sorunuzu. Önce kızdım. Şiddet nasıl işe yarardı ki? Her gün kadın cinayetlerinin haberlerini duyduğum bir ortamda, neden bahsediyordunuz siz böyle?

Öfke duydum size.

Dünyanın her yerinde insanlar birbirini boğazlarken, her tarafta savaşlar varken… Tecavüzler, cinayetler, bir evin içinde kocası diye bildiği, babası diye bildiği insandan fiziksel işkence, psikolojik işkence görenler…

Çıldırdım.

Sonra dönüp bir daha okudum. Tekrar okudum. Şiddetin anlamı üzerine uzun uzun durdum.

İçimdeki duyguya dokundum. Bu yazdığınız yüzünden içimde kabaran öfkeye dokundum ellerimle. Keskindi. Sivriydi. Şiddetliydi. Sertti, güçlüydü, aşırıydı. Ama çıkıp da ofisinizi basmak aklımdan bile geçmiyordu. Gelip sizinle kavga etmeyi de düşünmüyordum.

Birkaç gün aldı doğrusu. Yavaş yavaş, tekrar düşüne düşüne, şiddetli bir his yaşamakla kontrolü kaybetmek arasındaki farkı anladım. Cinayetleri ortadan kaldırmak için dünyadan öfke duygusunu mu kaldırmak gerekiyordu? İçimde duyduğum güçlü duyguların şiddetini mi yok etmek gerekiyordu?

Sanırım bu kavram karmaşasını bir dünya yerde, pek çok konuda yaşıyoruz. Bir kelimeye yüklüyoruz her şeyi ve ona savaş ilan ederek kendimizi aklıyoruz, asıl sorumluluktan, ince işten, zorluktan kaçıyoruz. Ya da kaçtığımızı zannediyoruz.

Ama olmuyor işte.

Zor sorunların karmaşık çözümleri olur. Kaçış yok. Bazen sorun zordur ama çözümü gerçekten basittir, o zaman çok daha zordur iş. O kadar basit olan ve gerçekten çözüm olan şeyi uygulayamıyorsak, o basitlikle aramızda kendi alışkanlıklarımızdan kat kat örülmüş duvarlar olur genelde çünkü.

Ama durun, örnek verecektik değil mi? Şiddetin gerçekten işe yaradığı durum gördüm mü?

İki çocuk büyüttüm ben. Daha doğrusu iki bebek büyüttüm diyelim, hala çocuk sayılırlar. Biri ortaya başladı öbürü ortayı bitirmek üzere.

Aynı anne babadan olup aynı ortamda büyüdükleri halde çocuklar bazen ne kadar farklı oluyor birbirinden değil mi?

Büyük oğlum isteklerini de duygularını da hissettiği şiddet neyse o seviyede belli eder. Sizin verdiğiniz sözlük tanımından yararlandım bakın 😊 Canını yakan bir şeyden bahsediyorsa anlarım ne kadar canının yandığını. İstediği bir şey varsa ne kadar istediğini bilirim. Az mı çok mu, ne şiddette isteği ya da acısı? Kendisi de bilir, herkese olmasa da anacığına belli de eder. Bebekliği de öyleydi. Hangi ağlaması huysuzlanma, hangi ağlaması açlıktan, altının kirinin rahatsızlığından… Bilirdim, anlardım kolaylıkla. Canını yakan bir şey olsa, beklenmedik, ani, acılı bir şey olsa onu da anlardım hemen ağlamasından. Evin öbür ucunda bile sesini duyduğumda nedir derdi çoğu zaman doğru anlamış olurdum daha yanına varmadan.

Küçük oğlumsa pek bir ölçülüdür. Beni çoğu zaman çok daha az üzdü abisinden zannederdim. Sizin şu yazıyı okuduğumdan beri düşünüyorum. Yani okuduğumdan beri değil de öfkemi yenip düşünebilmeye başladığımdan beri. Küçük oğlum beni çok daha az üzmüş ama küçük oğlum yüzünden pek fazla üzülmüşüm ben.

Bebekken niye ağladığını da pek bilemedim onun zaten. Sadece huysuzluktan mı ağlıyor, kucak mı istiyor, yoksa canını yakan bir şey mi var o bile her zaman belli olmazdı. Şiddeti yoktu pek çünkü ağlamasının. Biraz nasıl diyeyim, içine ağlar gibiydi.

Orta okulda artık, hala derdi tasası olduğunda derinliği nedir anlamak için uzun uzun didiklemem gerekir. Tabii önce bir derdi tasası olduğunu anlamam gerekir, sonra da didiklemem.

Zehir dozdadır derler değil mi?

Biz şiddet diye, öfkenin, kıskançlığın, gayretin, hırsın, çabanın kontrolsüzce fazla olduğu her durumu tek bir etiketle yaftalıyoruz galiba.

*

“İki örneğini gördünüz.

Siz ne dersiniz sevgili okur?

Acaba neden şiddeti ortadan kaldıramıyoruz, ne dersiniz? Kimin işine nasıl yaradığını gördünüz mü hiç? Öyle ya, işe yaramayan, insanların hayatta kalmasında bir şekilde olumlu etkisi olmayan şeyler giderek seyrelirler. Günlük hayatınızda cinayet, vahşet, uç noktalarda güç uygulaması dışında var oldu mu şiddet? Nasıl bir etkisi oldu? Nasıl mücadele ederdiniz onunla? İşe yarayan bir yönü var mıydı? Düşünüp paylaşmak ister misiniz?

Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Depresyondan Önce Son Çıkış