Türkiye’nin bir müddettir karşı karşıya kaldığı ve TL’nin hızla değer yitirmesiyle ortaya çıkan spekülatif atakların durduğunu ve kurda beklenin sakinleşmenin gerçekleştiğini görüyoruz. Ancak bu süreç bize bazı gerçekleri ve sorunları gösterdi. Öncelikle bunları tespit etmemiz ve gereken reformları ve tamiratları da yapmamız gerekiyor. Daha da açık söylemek gerekirse, 24 Haziran seçimlerinden sonra ekonomide yaşanılanların adata bize ayna tuttuğunu düşünenlerdenim. Tabii ki bunun adını da koymak gerekiyor. Bu bağlamda şu tespiti yapabiliriz:
Yaşanılan bir finansal kriz ya da reel sektör krizi değildi ancak gerekli adımlar atılmasaydı hızla bir reel sektör krizine dönüşme potansiyeli taşıyan hatırı sayılır bir türbülanstı… Önceden kurgulanmış ya da kendiliğinden (bu bütünüyle sonuçlar ve sonuçların yol açtığı hasardan ayrı bir tartışma konusudur) gelişen kur atakları ve bunların sonucunda reel sektörün artan borçluluk, fiyatlama, finansman ve satış sorunları ile karşı karşıya kalması bundan sonra üzerinde durmamız ve çözmemiz gereken sorunlar zincirinin temellendiği yerdir.
O zaman bütün bunlardan şu sonuç ortaya çıkıyor: Monopol-oligopol piyasalarını oluşturan “büyüklerin” öncelikle banka sistemiyle ilişkisi sorunlu; ikincisi bunların verimlilikleri (kâr oranlarının düşme eğilimi) ve buna bağlı yatırım stratejileri de sorunlu.
Şimdi bu türbülansla ortaya çıkan en temel sorunumuz bu. Peki, başka yok mu? Tabii ki var. Bir diğer temel sorun finansal sistemin yalnız banka ağırlıklı olması ve reel alanların fonlanmasının neredeyse yüzde 90 oranında, sermaye piyasalarını dışarıda tutarak, banka sistemi üzerinden yapılması.
Bu durum, aynı zamanda, yukarıda da anlattığımız monopol gruplar-banka sistemi arasındaki “tehlikeli” ilişkiyi de doğuruyor.
Bankaların kaynaklarının yanlış kullanılması ve buna bağlı olarak, ekonomide tekelci eğilimlerin artması, kar oranlarının, zaman içinde, paradoksal olarak düşmesine yol açıyor ki, bu durum, yine zaman içinde gelir dağılımını bozan bir dinamiği de öne çıkartıyor.
Bir diğer temel sorun, KOBİ’leri daha da rekabetçi yapacak, onları finansal türbülansta daha az etkileyecek reformlar konusundaki gecikmedir.
Ancak bu konuda son zamanlarda gerçekçi adımlar da atılmıştır. Örneğin KGF uygulaması ve alacak sigortası sisteminin üst yapısının düzenlenmesi gibi…
Ama her iki konunun da uygulanması aşamasında yapılacak çok şey vardır. Bilindiği gibi, KGF’de belli bir mesafe kaydedilmiş, alacak sigortası ise daha tam anlamıyla pratikte devreye girmemiştir.
Türkiye, 15 Temmuz darbe girişimini yaşamış ve arkasından cumhuriyet tarihinin en önemli siyasi sistem değişikliğini yapmış bir ülkedir. Siyasi sistem işleyişinin baştan aşağıya değiştiği bir ortamda ekonominin de aynı hızla değişmesini bekleyemeyiz. Burada da çok köklü bir değişimin ve yenilenmenin olacağı aşikârdır. Bu anlamda bu sürecin gerektirdiği reformları yapmak bundan sonra acil görevdir. Ayrıca yukarıda sıraladığımız temel sorunların çözümü için de hangi adımların atılacağı zaten sorunların içinde gizlidir. Ancak bunları zaman içinde, başka ülke örneklerini de ele alarak, burada yazmaya da çalışacağım.