Squid Game, Toplumsal Gerçekçilikte Son Yılların En İyisi

Öyle bir dizi düşünün ki;  yüksek bir bütçesi olmadan hem inanılmaz hasılatlar yapabilsin, hem de o hasılatı yaptığı toplumun ve sistemin tüm çürüğünü çarığını en vurucu şekilde anlatabilsin…

Bazıları için yediği kaba pislemek, bazıları için fazlasıyla cesurca.
Bize göre mi? Bize göre ise her bölümünden, her oyunundan ve birçok karesinden farklı dersler çıkarabilecek kadar değerli ve anlam dolu. Squid Game , ilk yayına girdiği 17 Eylül tarihinden bu yana, Netflix ’ de son yılların en çok izlenen, en çok hasılat yapan, hedeflenmeden kendi endüstrisini oluşturan dizilerin başında geldi.


9 bölümlük ilk sezonunda, başından sonuna kadar hayatımıza, toplumumuza ve hayatlarımıza dair birçok şeyi sorgulatacak düzeyde bir kurguya sahip diyebiliriz.
Bu yazımızda henüz izlemeyenler için spoiler vermek gibi bir niyetimiz yok. Ama bazı sahneleri anlatmak, bizim aldığımız mesajları anlatabilmek için şart. Ama izlemeyenlere bir kıyak geçelim, yazının devamında hiçbir karakterden bahsedilmeyecek. Sadece “ karakter “ olarak geçecek. Endişe etmeyin.

Çaresiz, dipteki insanlardan oluşan 456 kişi

Dizinin en kalabalık, en yüksek aksiyonunu haliyle genel olarak konusunu temel alan hayatları dibe vurmuş 456 oyuncu. Sadece biri hariç, dizi boyunca geri kalanının hayatları hakkında kısa kesitler haricinde bihaberiz tabi, ama ortak noktaları aynı. Hepsi borç içinde, hayatlarını isteyerek veya istemeden berbat etmiş, kaybetmiş, tükenmiş insanlar. Dizinin ilk bölümünde tamamen ana karakterimiz hakkında, 2. Bölümde ise kısmi olarak hayatında kesitler sunuluyor.

Bu da bize, Güney Kore gibi Asya’nın parlayan yıldızı olan bir ülkede toplumsal uçurumun her ülkede olduğu boyutlarda olduğunu gösteriyor. Aslında, Güney Kore dizisi olmasına rağmen global bir tespit ve yansıma olduğunu kabul etmek lazım. Dünya çapında birden bu kadar ilgi görmesinin sebebi de bu olsa gerek. Özellikle Z kuşağı olarak tabir edilen 15-22 yaş aralığının, izleyici kitlesi içerisinde en büyük paya sahip olduğunu düşünürsek, bizi bir diğer düşünceye sevk ediyor aslında.

Özellikle gelişmiş ekonomilere sahip ülkelerin, yeni nesil bireyleri hâkim olan kapitalist düzenin her türlü gözler önüne serilişini pür dikkat takip ediyor. Popüler bir kültür argümanı olması, sahip olduğu kültürü ve sistemi tüm gerçekçiliği ile kurgu şeklinde gözler önüne sermesidir belki de en çok dikkat çekici tarafı.  Sonuçta, birçok yapımda hayatın gerçeklerini bu kadar acımasız biçimde bulmak çok zor.


Her şey bir metro istasyonunda başladı ama…

Evet, her şey bir metro istasyonunda başladı ama para hırsından ziyade çaresizlik geliştirdi geri kalan hikayeyi. Sıfırı tüketmiş bir insanın karşısına, tokatla çıkan bir şans.  Öyle bir insan ki, ne yaptığı işlerde başarılı olabilmiş, ne sahip olduğu en değerli varlığı olan kızına iyi bir baba olabilmiş, ne de o yaşına rağmen annesinin yanından ayrılabilmiş. Fakat kendine sunulan para kazanma yöntemi henüz ilk tanışmada bile o kadar acımasızdı ki, sadece çaresizlik buna katlanmasına izin verebilirdi.

Sonrasında ise verilen o meşhur kart, son çare olan arama.
Ada’ya hoş geldin 456.

Gündelik hayatında gördüğü ama hiçbir zaman umursamadığı yüzlerce insanla artık hem yan yana, hem karşı karşıya. Aralarından birkaçı ile kısa sürede kurduğu arkadaşlık, sonraki ekip oyunlarında ona bir hayli yardımcı oluyor. Ama aynı derecede şaşırtıyor ve üzüyor…


Ve başlasın oyunlar


Güney Kore’ye özgü ve geleneksel oyun türlerinden oluşan 6 turluk bir oyun macerası başlıyor. Yeşil Işık – Kırmızı Işıkla başlayan o efsane girişten sonra, Squid Game ( Kalamar Oyunu) diye bilinen ve diziye ismini veren oyuna kadar sadece 2 kişi kalıyor yüzlerce kişi arasından.

O arada geçen oyunlarda ise, ana karakterin çok sevip ilgilenmesine, yardımcı olmasına rağmen dizinin sonunda tüm oyunun mimarı olan yaşlı ve ölümü bekleyen amcayı da unutmamak lazım aslında.

Kuzey Kore’den gelip ailesini yanına aldırmaya çalışan hırsız kız, Pakistanlı Ali, Seul İşletme mezunu mahallenin altın çocuğu ve Ana karakter.

Arada geçen mafya lideri, her ortama ayak uydurmaya çalışan ve mafya liderinin azraili olan kadın, dindar adam, ateist ve ailesiz büyüyen kız ve daha nicesi…

Gerçekten bir toplumun, her farklılığını toplanan o 456 karakter arasında bulmanız mümkün.


Neden İzlenmeli?

Netflix ’in hem globelde hem de yerel yapımlardaki başarısı malum. Ama öyle bir dizi düşünün ki yerelden çıkış haliyle globelde bunca yankı yaratsın, kendi kitlesini hatta endüstrisini oluştursun. Halen, dizide geçen birçok meta ticari amaçlarla kullanılabiliyor ve ikinci sezon için yine milyonlarca bekleyene gün saydırabiliyor. Müzik olarak klasik standartlarının üzerine çıkamamış evet, sonu iyi bağlanmamış evet, çok kısa sürede merakla beklenen sonların üzerinden kısa bir özet gibi geçilmiş evet.

Ama böyle ufak ayrıntılar dışında milyonları hatta milyar insanı at yarışının içerisinde olduğunu tekrar tüm çıplaklığı ile göstermeyi başarmış bir yapım. Hepimiz yarış atıyız. Hepimiz, tökezleyebiliriz. Hepimiz, ardımıza kalanlara bakmayız. Hepimiz, her ne koşulda olursa olsun sadece kendimizi düşünürüz.


Belki bunları düzeltme gayesi ile çıkan bir yapım değil ama tüm gerçekliği ile tekrar önümüze sunan harika bir kurgusu var diyebiliriz. Kurgu dediğimizde, aslında hayatın ta kendisi.

Bizce izlenmeye ve takip edilmeye değer…

https://www.youtube.com/watch?v=YJoB8zwPpSk