Su Ürünleri Mühendislerinin Su Kalitesi Sorunlarının Çözümündeki Rolü;

Şekil 1: 2007 yılında Sapanca Gölünde ortaya çıkan aşırı siyanobakteri artışı

Şekil 1: 2007 yılında Sapanca Gölünde ortaya çıkan aşırı siyanobakteri artışı

Bilindiği gibi ülkemizde yüzlerce göl, baraj gölü, akarsu ve bu alanları büyük oranda besleyen yeraltı sularının artan şekilde su kalitesi sorunları mevcuttur. Yüzyıllardan beri devam eden geleneksel tarımsal faaliyetler ve bu alanlarda bilinçsizce kullanılan tarımsal gübreler ve pestisitler, evsel ve endüstriyel atıklar, yanlış ve ölçüsüzce yapılan balıkçılık faaliyetleri ile özellikle yaz aylarında gerçekleşen aşırı su çekimleri nedeni ile bu alanlarda öytrofikasyon sorunu ortaya çıkmıştır. Yine akarsular üzerinde yapılan ve akarsularımızda önemli ekolojik sorunlar yaratan Nehir Tipi Hidroelektrik Santraller ile birçok su kütlesinde aşırı siyanobakteri artışlarını takiben ortaya çıkan balık ölümleri en sık yaşanan ekolojik sorunlar olarak dikkat çekmektedir.

Ülkemizin toplam 112 milyar m 3 ’lük bir Tatlısu rezervine sahip olduğu düşünülmektedir. Hiç kuşkusuz bu miktarın nitelik bakımından ne durumda olduğu, hangi su kalitesi sınıflarında yer aldığı, barındırdığı biyolojik / genetik çeşitlilik envanteri ve nasıl yönetildiği oldukça önemlidir. Yapılan yanlış uygulamalar nedeni birçok sucul canlının ortadan kalktığı, bir bölümünün IUCN’in kırmızı listesinde yer aldığı, yeni / istilacı türlerin su kaynaklarını işgal ettiği yapılan araştırmalar ile ortaya konmuştur. Yakın zamana kadar su kaynaklarımızın ekosistem temelli yönetim yerine sadece bütçe temelli bir anlayış ile yönetilmesi nedeni ile oldukça önemli ekolojik sorunlar yaşamaktadırlar. Hemen her yıl, Sapanca, Manyas, İznik, Burdur, Hazar, Uluabat gibi ülkemizin en çok bilinen göllerinde belirtilen sıkıntılar ortaya çıkmaktadır.

Şekil 2: Borçka / Artvin de yapılan bir Nehir Tipi Hidroelektrik Santral

Şekil 2: Borçka / Artvin de yapılan bir Nehir Tipi Hidroelektrik Santral

Bu süreçte olumlu bir gelişme yaşanmış ve Avrupa Birliği ile yapılan görüşmelerin bir sonucu olarak Su kaynaklarımızın Avrupa Birliği Su Çerçeve Direktifi, Hassas Alan Direktifi, Nitrat Direktifi gibi direktiflerin ülkemiz sularına uygulanmasına karar verilmiştir. Yeraltı suları dahil olmak üzere göller, baraj gölleri, göletler, akarsular ve geçiş sularında ekosistem temelli araştırmalar yürütülmeye başlanmıştır. Ülkemiz içsu kaynaklarının su kalitesinin envanterinin ortaya çıkarılmasına ve nihayet iç sularımızı “iyi su” kıvamına getirmeye yönelik olarak yapılan bu çalışmalar Su konusunda donanımlı olan meslek gruplarını bir adım daha öne çıkaracak gibi gözüküyor. Bu meslek dallarının başında ise Su Ürünleri Mühendisliği geliyor.

Çünkü şu anda AB ile yapılan anlaşmalar gereği, T.C. Orman ve u İşleri Bakanlığı, T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı gibi bir çok bakanlık içsu ve deniz kaynaklarımızın ekosistem temelli araştırmalar ile biyolojik zenginlikleri ve trofik durumlarını tespit için çalışmalar başlatmıştır. Benzer araştırmalar içsularda da yapılmaktadır. Bu ihtiyaca yönelik yetişmiş yüzlerce Su Ürünleri Mühendisine ihtiyaç vardır. Bu şansı iyi değerlendirmek ve ilgili alanlara yönelik teknik personel / akademisyen yetiştirmek bir zorunluluk haline gelmiştir. “Su” konusunda ülkemizin en yoğun ders müfredatına sahip olan Su Ürünleri Fakülteleri AB’nin ilgili direktiflerini iyi algılamalı, alan derslerini gözden geçirmeli ve mezunlarını ülkemiz için değil uluslararası birikimle yetiştirmeyi görev haline getirmelidir.

Mesleğimiz ile ilgili olarak algı yönetimini iyi yapamadığımız için sadece “su ürünleri yetiştiriciliğine” takılıp kalan Su Ürünleri Mühendisliği’nin önü bu açılım nedeni ile sonuna kadar açılacak gibi gözüküyor. Tabii bunun kolay olmayacağı, “suyu” en iyi bilen meslek grubunu yetiştiren öğretim üyelerinin ilgili derslerinin içeriklerini yeni ihtiyaçlara göre yeniden düzenlemeleri gerektiği açıktır. Değişimi ve ihtiyaçları algılayamayan, mezunlarının istihdam alanlarını tanımlayamayan, öğretim üyeliğini kürsüde ders vermekten ibaret sanan akademisyenler bu mesleğe ihanet etmeye devam edeceklerdir.  Artık “doğaya rağmen” değil, “doğa ile dost” üretim tekniklerini iyi bilen, ilgili kalite çalışmalarını tamamlayan, su kaynakları yönetimini ekosistem temelli yaklaşımlar ile çözen, yeni endüstriyel gıda ürünlerini sektöre kazandıran  “Su Ürünleri Mühendisliği” her zaman aranan meslek grubu olacaktır. Gelin en iyi bildiğimiz “su” konusunu daha iyi anlayalım, “Su Ürünleri Mühendisliğini” layık olduğu yere taşıyalım. Hepimiz kendimizi sorgulayalım, sorgulamaktan / sorgulanmaktan korkmayalım.

Prof. Dr. Meriç Albay

SÜMDER Başkanı