Tadına Doyum Olmayan Yerlerde Olacağız Biz, Eskisinden Daha Çok!

Reklam yüzünden canlı yayına geç giren veya galibiyet sevinci yaşayanları göremediğimiz maçlar, söylenen saatte televizyonu açtığınız halde yine reklamlar yüzünden başlamayan filmler, diziler; program süresi ile yarışan reklam kuşakları, ekranın dört tarafını saran yanar dönerli reklam bantları, on dakika süren “sunar” ve “sundu”lar…

İşte gına getiren bu sevimsiz reklamlar yüzünden ve daha da önemlisi internette fazlası varken artık televizyon neden seyredilsin ki? Hiç televizyonun açılmadığı evler var artık. Daha da radikali, televizyonun var olmadığı evler olmaya başladı. Çok ihtiyaç olursa internette bulunuyor nasıl olsa.

Benim de günlerce televizyonu açmadığım oluyor. Hiç bir eksikliğini de hissetmeden üstelik.

Gelecek önemli değişimlere ve yeniliklere gebe. Ucu göründü de.

Apple’ın geçen sene çıkan ürünlerinden biri Apple TV ve benzeri diğer platformlar televizyon izleme alışkanlıklarımızı ve reklamcıların iş yapış şeklini temelden değiştirecek gibi duruyor.

Televizyonunuza bağladığınız ufak bir kutu ile dünyaya bağlanıyorsunuz, tıpkı internette olduğu gibi. Oturduğunuz rahat koltuğunuzdan dilediğiniz filmi, diziyi veya bir programı [reklamlarla bölünmeden] dilediğiniz zaman seyretme şansınız var.

appletv.jpg

Yasaklı olmadığı! zamanlarda YouTube videoları veya Flickr resimlerinizi televizyon ekranına taşıyabiliyorsunuz, podcast’leri dinleyebiliyorsunuz. Yüksek veya standart çözünürlükte; kutu sizin için dilediklerinizi internetten indirip hafızasına alıyor.

Film ve dizilerin bazıları ücretli, bazıları değil. [Başka bir değişle film izlemek için DVD kiralama dükkanlarına gitmek de artık gelecekte tarih oluyor ve o sektör bitiyor.]

Bu kutu aynı zamanda kablosuz bağlantı ile kendi bilgisayarınızdaki [ iTunes aracılığı ile] tüm müzik, resim, film arşivinizi de televizyonunuzdan size izleme şansı veriyor.

[iTunes Store hesabı henüz Türkiye’den açılamadığı için, Apple TV ‘yi edinmek film kiralama imkanını kullanmak için yeterli değil, geçerli bir ülkeden hesap edinmek gerekli öncelikle. Bakalım Apple bizi üçüncü dünya ülkesi olarak görmekten ne zaman vazgeçecek?] [Apple TV’nin ürün özellikleri hakkında ciddi eleştirileri olanlar da var. Biz konuya sadece reklam dünyasına etkisi açısından bakıyoruz.]

Bu arada Digitürk ‘ün HD yayınları alabilen yeni kutusu programlama ve kayıt etme özelliklerine sahip. Zaten çok uzun süredir (ellerindeki kısıtlı seçeneklerden) film satın alma imkanı vardı. Yakında Dsmart da ilave özelikleri olan bir kutu çıkaracak. Bunu diğer üretici ve servis sağlayacıları takip edecektir mutlaka.

Esasında ben bu kutulara da karşıyım!

Neden yeni nesil televizyon üreticileri bu kutuların yaptıklarını “yaygın olarak” kendileri yapmaya başlamadılar? Televizyonun içine gömülü olarak.

Televizyonun zaten internet bağlantısı (ister kablolu, ister kablosuz) olmalı, seçeceğiniz servis sağlayıcılara (Apple TV veya Digitürk gibi) bağlanabilip, dilediğinizi indirip izleyebilmelisiniz. Gelişen teknoloji ve ucuzlayan data depolama maliyetleri ile bu çoktan yaygın olmalıydı.

Olmadıysa da olacak.

Bilgisayardan değil de rahat koltuğunuzda, arkadaş veya ailenizle ve daha büyük bir ekrana bakmak istediğinizde… Yani televizyon seyretmek istediğinizde!

Herkes dilediğini, dilediği zaman izleyebilmeli. Üstelik 8 dakikalık bitmek bilmeyen, seyirci ile dalga geçer gibi “az sonra” kandırmacaları olmadan.

Aynen internette olduğu gibi, neyi indirip izleyeceksem öncesinde ona gelen yorumları televizyondan okuyabilmek o kadar zor olmamalı. Veya canlı podcast’leri izlerken diğer kişilerle sohbet edebilmek. Veya bir müzik arşivi oluşturmak, bunu diğer izleyicilerle paylaşmak. Veya bir kamera ile kendi kanalımızı oluşturup yayın yapmak.

Hepsi televizyon üzerinde… İnternetle o kadar haşır neşir olmayıp televizyonu daha çok tercih edenler hep olacak çünkü.

Reklamcılar içinse artık “çekerim bir reklam filmi, yayınlatırım prime time’larda defalarca, her yayından da alırım komisyonumu” döneminin yerine, daha yaratıcı reklam uygulamalarını bulma ve reklam verenleri ikna etme zamanı.

Çok alıştılar tembelliğe =) Parayı veren de, harcayan da.

1989 yılından dan beri AGB ‘nin ölçümlediği rating’lerin ne kadar sağlıklı olduğu tartışılsa da yıllarca, daha iyi bir alternatifi üretemedi bizim reklam ve medya sektörümüz. Belki de kimsenin işine gelmedi!

Size sormak istiyorum arkadaşlar, 2.500 hanede 3.682 people meter varmış. Hiç çevrenizde kimsenin televizyonunda (people meter) rating ölçer alet takılmış birini gördünüz mü, veya duydunuz mu?!

Bundan 2.5 yıl önce yazdığımız bir yazıda dile getirdiklerimizden bir bölümü tekrar etmekte fayda var:

“Ben artık daha az televizyon seyrediyorum. Hem de çok daha az.

* Rating kandırmacılığının arkasına sığınarak televizyon ve basılı mecralarda yaratılan reklam kirliliği ve hızlı para uğruna adeta yok sayılan gerçek (samimi) izleyici tercihleri nerede?

* Kendi ev bütçesini yönetirken gösterdiği hassasiyeti, şirketinde daha da titiz uygulama yetkinlik ve sorumluluğuna sahip yöneticiler?

* Yapılan harcamalar ve karşılığında kazanılan iş sonuçlarının hesabını iş ortakları, müşterileri ve (borsaya açılıp) hisse sahiplerine verme zorunluluğunu hisseden reklam veren ve reklamcı patronlar?

Günün sonunda karar veren merci bizleriz, yani ‘müşteriler.’ Bizim ilgi alanlarımız ise sadece “ Kurtlar Vadisi ” ile sınırlı değil. Çatılara konan yapışma çanak antenler, duvarlarda biten ayakkabı cilaları. Nereye kadar?

Bizler bizi anlayan, ilgi odaklarımızı anlayıp suistimal etmeyen, bize bir şey öğretirken eğlendiren markaları daha da çok seveceğiz. Bu kadar çok seçenek varken, tadına doyum olmayan yerlerde olacağız biz, eskisinden daha çok.

Tercihlerimize saygı duyarak hayatımızı kolaylaştıran, zenginleştiren her markanın ise başımızın üzerinde yeri var.”

Hayal dünyamızı yönetmeye çalışanların kullandıkları yöntemlerin ‘işlevselliğinin,’ bizim tercihlerimize gösterdikleri samimi saygı oranında ‘arttığı’ bir döneme girdik artık.

Onların değil, bizim dilediklerimizin bize sunulması…
Onların değil, bizim konforumuzda…
Onların değil, bizim zamanımızda…

Türkiye’de bunu hayata geçirebilen markaların öncü, diğerlerinin ise ufaktan yok oldukları zamanlar çok uzak değil.

Bu da esasında, (özellikle şu an içinde olduğumuz ekonomik daralmanın olduğu dönemlerde daha da fazla) büyük düşünebilen cesaretli markalara kocaman fırsatlar sunmuyor mu?