Taşınmaz Satış İhalesinin İptali İle İdarenin Tazminat Ve Eski Hale Getirme Yükümlülüğü

Bu yazımızda, idare ile özel hukuk kişisi arasında ihale üzerine akdedilen sözleşmelerden, kamuya ait taşınmazların ihale yoluyla satışına ilişkin kurulan sözleşmeler esas alınarak, satış ihalesinin evvelde meydana gelen sakatlıklar sebebiyle mahkeme kararıyla iptal edilmesi halinde meydana gelen hukuki durum incelenecektir.

İdare ile özel hukuk kişisi arasında akdedilen bu gibi satış sözleşmeleri, mesnedini idare tarafından yapılan taşınmaz satış ihalesinden almaktadır. dolayısıyla daha sonradan mahkeme kararıyla satış ihalesinin iptal edilmesi, mesnedini bu ihaleden alan satış sözleşmesini de baştan itibaren geçersiz hale gelmektedir.

Konu özelinde hukuki incelemeye geçmeden önce, idare ile özel hukuk kişisi arasında akdedilen sözleşmenin hukuki niteliğinin ve idarenin tazmin etme yükümlülüğünün açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

İDARE İLE ÖZEL HUKUK KİŞİSİ ARASINDA AKDEDİLEN SÖZLEŞMENİN HUKUKİ NİTELİĞİ

İdareler tarafından yapılan ihalelerde, ihaleden sonra özel hukuk kişileri ile idare arasında sözleşmeler akdedilmektedir. Sözleşmenin kurulmasından önce, ihale sürecinin idari mevzuatta öngörülen şart ve usullere uygun olarak idare tarafından tamamlanması gerekmektedir. Özel hukuk kişisiyle akdedilen sözleşmeden sonra, idare ile karşı taraf arasında özel hukuka tâbi bir hukuki ilişki doğmaktadır. Ancak taraflar arasındaki ilişkinin iki özel hukuk kişisi arasında akdedilen sözleşmeler ile birebir aynı olduğu da düşünülmemelidir. Çünkü akdedilen sözleşme, sözleşmenin diğer tarafını teşkil eden idare tarafından evvelce yapılmış bir dizi idari işleme dayanmaktadır. İhale sürecinde yer alan aşamaları oluşturan her bir idari işlemin sözleşmeden ayrılması ve icrai niteliği haiz olmaları sebebiyle idari yargı denetimine tabi olduğu açıktır. İdare tarafından sözleşmenin akdedilmesinden önce yapılan işlemlerde çıkan sakatlık ise, . Özel hukuk kişisiyle akdedilen sözleşmenin geçerliliğini de etkileyebilmektedir.

Buna karşın, İdare ile özel hukuk kişileri ile arasında sözleşmenin akdedilmesi ile hukuki ilişkinin idare hukukundan tamamen borçlar hukuku alanına kaydığını söylemek de mümkün değildir. Çünkü idare mahkemeleri tarafından ihale sürecinde söz konusu olan idari işlemler iptal edildiği vakit, idareler sözleşmeyi sona erdirme yönünde bir eğilim göstermektedir.

Mahkeme kararlarının uygulanması her ne kadar anayasal bir zorunluluk olarak ortaya çıkmakta ve bu yönden özel hukuk sözleşmelerine etki etse de, mahkemenin iptal kararı ile özel hukuk sözleşmesinin doğrudan doğruya geçersiz olduğunun kabul edilmesi mümkün değildir. İdarece sözleşmenin feshedilmesi gerekir. Edimlerin iadesine ilişkin olarak idare tarafından açılan davalar da sözleşmenin sona erdirilmesi yönünde irade beyanı olarak kabul edilmelidir.

İHALENİN İPTALİ HALİNDE İDARENİN ESKİ HALE GETİRME VE TAZMİNAT SORUMLULUĞU

İhale sürecinin aşamaları olarak değerlendirilebilecek idari işlemler, idare mahkemeleri tarafından iptal edildiği zaman, iptal kararlarının idareden bağımsız olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir başka anlatımla mahkeme tarafından verilen iptal kararları, idarenin ihale sürecinde gerçekleştirdiği hukuka aykırılıklara istinat etmektedir. Bu sebeple mahkeme tarafından alınan iptal kararlarının idareden tamamen bağımsız olarak değerlendirilmesi ve bu suretle idarenin kusurunun kapatılması mümkün değildir. Çünkü iptal ile idarenin hukuka aykırı eylem ve işlemleri arasında doğrudan doğruya bir illiyet bağı olduğunda şüphe bulunmamaktadır.

İhalenin iptaline ilişkin mahkeme kararları, idarenin sözleşmenin imzalanmasından önceki aşamada yer alan idari işlemlerini hukuka aykırı şekilde gerçekleştirmesi sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Bu durumlarda idarenin faaliyetleri bakımından bir “hizmet kusuru” söz konusu olacağı kuşkusuzdur. Nitekim hizmet kusuru da, “ idarenin mevcut bir ödevi yerine getirmesindeki eksiklik ” olarak tanımlanmakta olup, idarenin gerektiği gibi davranmadığı zaman kusur işlediği kabul edilmektedir.

Bu kapsamda Sözleşmenin sona erdirilmesinin sebebi olarak her kadar mahkeme ilamı gözükmekteyse de, mahkeme ilamına sebep olan olgu idarenin önceki kusurlu eylem ve işlemlerine istinat ettiği sabittir. Bu sebeple mahkeme kararlarında, idarenin kusurlu eylemini peçelemesine yol açacak uygulamalara izin verilmemeli; idare kendi kusurlu eyleminden doğan zararları tazmin etmelidir.

Danıştay da, idarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişinde nesnel nitelikli bozukluğu, aksaklığı veya boşluğu hizmet kusuru olarak tanımlamakta; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde hizmet kusurunun gerçekleştiğini belirtmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açtığını ifade etmektedir (Danıştay, 10. D., T. 19.06.2007. E. 2007/13815, K. 2007/3442)

İDARENİN, İŞLEM VE EYLEMLERİNDEN DOĞAN ZARARI KARŞILAMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ

Sözleşmenin, idare mahkemesi kararı ile ortadan kaldırılması durumun da, taraflar arasındaki ilişkinin “hukukun üstünlüğü ilkesi” gözetilerek tasfiye edilmesi gerekmektedir. Hukuk devleti olmanın gereklerinden biri, idarenin mali sorumluluğunun bulunmasıdır. Bununla idarenin eylem ve işlemlerinden dolayı, kişilere verdiği zararları tazmin etmesi gereği kastedilir. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında “ İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür ” denilmekle bu prensip anayasal bir düzeye taşınmıştır. Bu bağlamda idare zarar ve ziyanı kendiliğinden ödemiyorsa mahkemeler, onları tazminata mahkûm edebilir.

Öğretide idarenin kamu yararının gerektiği hallerde sözleşmeyi feshedebileceği, bu tür fesihlerde sözleşmenin diğer tarafının tazminat talep edebileceği, bu tazminatın hem fesih sebebiyle uğranılan zararı hem de mahrum kalınan kârı kapsayacağı kabul edilmektedir. İdarenin kusuruna dayanan fesihlerde bunun evleviyetle kabul edilmesi gerekir. bu gibi durumlarda idare, tarafından sözleşme sona erdirilmekteyse de sözleşmenin sona erdirilmesi idarenin kusuru sebebiyle ortaya çıkan mahkemenin iptal kararına dayanmaktadır. Burada idarenin kusuruna dayalı olarak sözleşmenin sona erdirilmiş olması sebebiyle, idare, bundan doğan zararı gidermekle yükümlüdür.

İDARENİN ZARAR SORUMLULUĞUNUN KAPSAMI

Davalı idarenin sözleşmeyi haksız olarak sona erdirmesi sebebiyle davacı, uğradığı zararın tamamını talep edebilir. Bu kapsamda sözleşmenin sona erdirilmesi sebebiyle uğranılan zarar ve zararın faizi istenebilir. Zararın faizi ile kastedilen temerrüt faizi değil; sözleşmenin ihlalinden doğan zararın faizidir . Faiz zarar verici olayın gerçekleştiği anda doğar ve bu andan itibaren alacaklı tarafından talep edilebilir. Dolayısıyla alacaklı zararın gerçekleştiği anda tatmin edilmiş olsaydı ekonomik yönden durumu hangi durumda olacak idiyse o durumun sağlanması gerekir. Bu sebeple hesaplanacak faiz miktarı sözleşmenin ihlali dolayısıyla uğranılan zararın ayrılmaz parçası durumundadır.

Zarar, bir kişinin malvarlığında veya şahıs varlığında iradesi dışında meydana gelen eksilmedir. Zarar kavramının, maddi ve manevi zarar olarak iki ayrı başlık altında ele alınması mümkündür. Maddi zararın kapsamına fiili zarar, yoksun kalınan kâr da dahildir. Fiili zarar, malvarlığının aktifinde meydana gelen bir azalma veya pasifinde meydana gelen bir artış olarak görülebilir. Kâr kaybı da elde edilebilecek bir kazançtan yoksun kalınması dolayısıyla uğranılan zarardır. Sözleşme sorumluluğu bakımından fiili zarar ile yoksun kalınan kar, müspet zarar olarak nitelendirilir.

İdarenin kusurlu eylemleri sebebiyle ihalenin idare mahkemesince iptal edildiği durumda, ihale makamı idarenin kusuru sebebiyle gerçekleşen tüm zararların (fiili zarar, yoksun kalınan kâr dahil olmak üzere uğranılan tüm zararların) istenebileceğinde şüphe bulunmamaktadır. Bu kapsamda zarar gören, zarar gerçekleştiği anda tatmin edilmiş olsaydı  ekonomik yönden hangi durumda olacak idiyse o durumunun sağlanmasının gerektiği, bu bağlamda uğranılan zarar ile ilgili olarak ekonomik gelişmelere göre güncelleştirme yapılmasının da gerekeceği ifade edilmelidir.

GERÇEK ANLAMDA ESKİ HALE GETİRME VE DENKLEŞTİRİCİ ADALET İLKESİ

Gerek satış ihalesinin iptali istemiyle açılan davalar, gerek ise iptal kararına dayanarak idarenin ikame ettiği tapu iptal ve tescil davalarının sonuçlanması uzun yıllar sürebilmektedir. İşte bu gibi durumlarda idarenin doğan zararı tam ve eksiksiz olarak tazmin etme yükümlülüğü kapsamında “Denkleştirici Adalet İlkesi” gündeme gelmektedir. Zira belirli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile iade edildiği tarihteki alım gücü arasında (enflasyon vb. sebeplere bağlı olarak) azalma olması kaçınılmazdır.

Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında denkleştirici adalet ilkesi, haklı bir sebep olmaksızın başkasının malvarlığından istifade ederek mal varlığını artıran kişinin elde ettiği bu kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade etmektedir. Söz konusu ilkeye dair Yargıtay’ın incelemesine konu olan hukuki uyuşmazlıklarda Yargıtay, geçersiz taşınmaz satışından kaynaklı satış bedelinin alım gücünün ilk ödeme günündeki alım gücüne ulaştırılmasını ve bu şekilde iadeye karar verilmesi gerektiğini belirtilmektedir (Yargıtay 3. HD., E.2019/3735, K.2020/77; Yargıtay 8. HD., E.2019/4575, K. 2019/8713; Yargıtay 3. HD., E.2016/20984, K.2018/8571). Bu noktada belirli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranın aradan geçen zamana ve enflasyona oranlarına bağlı olarak iade günündeki alım gücünün farklı ve az olduğu bilinen bir gerçektir.

Ayrıca söz konusu ilkenin, Anayasa Mahkemesi’nin mülk kapsamında değerlendirilen alacağın değer kaybına uğratılmamasına ilişkin ilkeleri ile de uyumlu olduğu belirtilmelidir (Anayasa Mahkemesi B. No: 2014/333, T. 04.10.2017).

Hesaplama yöntemini Yargıtay’ın “denkleştirici adalet ilkesi” çerçevesi kapsamında yaptığı müşahede edilmektedir. Bu kapsamda çeşitli ekonomik etkenlerin oranları, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur ve asgari ücretlerdeki artışlar, faiz ve benzeri göstergelerin ortalamaları alınmak suretiyle alım gücü belirlenmekte ve bu suretle belirlenecek miktara karar verilmektedir.

Burada ayrıca belirtmemiz gerekir ki, ihalenin iptali kararına, başka bir anlatımla idarenin kendi kusuruna dayanarak idarenin açmış olduğu tapu iptal ve tescil davası neticesinde hükmedilen yargılama giderleri toplamı ve vekalet ücreti miktarının iadesi de gerçek anlamda eski hale getirme kapsamında değerlendirilmelidir.  Önceki kısımlarda da izah edildiği üzere tarafların arasındaki satım sözleşmesinin sona erdirilmesinin sebebi olarak her kadar mahkeme ilamı gözükmekteyse de, mahkeme ilamına sebep olan olgu idarenin önceki kusurlu eylem ve işlemlerine istinat etmektedir. bu sebeple mahkeme kararının idarenin kusurlu eylemini peçelemesine yol açacak uygulamalara izin verilmemeli; idare kendi kusurlu eyleminden doğan zararları tazmin etmelidir.

Yargılama neticesinde karşı tarafa yükletilen yargılama giderlerinin ve vekalet ücreti miktarının da zarar kavramı içerisinde değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Söz konusu yargılama giderlerinin ve vekalet ücretinin iadesi/ödenmesi, gerçek anlamda eski hale getirmesi anlayışına ve adalete de uygun düşecektir.