Kendimi bildim bileli kitaplarla barışık ve dost olmuşum. Kitaplar beni hep heyecanlandırmıştır. Hangi kesimden yazarın olursa olsun, yayınlanan her kitap beni mutlu etmiştir. Boş zamanlarımda genellikle kitapçıları dolaşır, yeni çıkan eserleri yoklarım. Onları elime alır, sayfa sayfa karıştırırım. Hatta koklarım. Onlarla aramda duygusal bir bağ vardır. Beni onlar kadar anlayan bir dost henüz dünyaya gelmemiştir. Bunun dışında ikinci el kitap satan yerleri de ziyaret eder, uygun bulduklarımı alırım.
Okumaya olan düşkünlüğüm çok eskilere dayanır. Köyde yetiştiğim için evimize gazete, dergi ve kitap girmezdi. Rahmetli babam çarşıdan ekmek aldığında bakkal, ekmeği gazeteye sarar öylece verirdi. Gazete parçası, naylon poşete göre daha ucuza gelirdi. Ben de ekmeği bir kenara koyar, gazete sayfasını satır satır okurdum. Gazete bazen birkaç yıl öncesine ait olurdu. Benim için fark etmezdi. Okunacak bir şeyler olsun da ne olursa olsun. Hatta karşı köyde eski bir evimiz daha vardı. O evin duvarları tahtadandı. Dışardan soğuk gelmesin diye duvarlara ekmek hamuruyla eski gazeteler yapıştırırdık. Uyumadan evvel bu yazıları dikkatle okurdum. Onları okurken uyuyakalırdım. Onlar benim için ninni vazifesi görürdü.
Şimdi bakıyorum da hemen her evde bir kütüphane var. Anne ve babalar çocuklarına bol miktarda kitap alıyorlar. Şehirlerde il halk kütüphaneleri ve çok sayıda okuma salonları var. Kitaplar rengârenk ve cıvıl cıvıl… Yani okumak için her şey uygun… Fakat nedense bugünün gençliği okumayı sevmiyor. Benim evimde beş binin üzerinde kitap var. Bu kitapların çoğunu da boğazımdan artırarak almışım. Fakat durum bundan ibaretken oğlum bu kitap bolluğunda kendi isteğiyle okumuyor. Ancak baskıyla ve takiple okuyor. Kitap denizinde yüzüyor ama bunlardan yeterince yararlanmıyor. Bu durumu kavramakta zorlanıyorum.
Ben hâlâ büyük bir okuma heyecanı içerisindeyim. Okumadığım gün yok. Okumadığım günü bir kayıp olarak addediyorum; okuduğum günleri de bir kazanç… Hemen her gün bir kütüphanedeyim. Okumak ve araştırmak benim için vazgeçilmez bir tutku… Aç dururum ama okumadan asla… Bunu öğrencilerime de aşılamanın mücadelesini veriyorum. Tam anlamıyla başaramasam da büyük yol aldığımı söyleyebilirim. Bu öyle kısa zamanda olabilecek bir şey değil zaten.
Kütüphanelerde en çok ilgimi çeken şey; eski gazete, dergi ve kitaplardır. Trabzon İl Halk Kütüphanesi’nde zengin sayılabilecek bir eski dergi ve gazete arşivi var. Zamanımın önemli bir kısmını burada geçiriyorum. Tozlu rafların arasında adeta kayboluyorum. Saatler boyunca kaldığım bu bölümden çıktığımda elim yüzün kapkara oluyor. İnsanlar bana deli gözüyle baksalar da bundan etkilenmiyorum. Bundan elli altmış yıl evvelinin gazetelerini okuyunca, hayatın tekerrürden ibaret olduğu hakikatini idrak ediyorum. Bugünkü meselelerle dünkü meseleler birbiriyle ne kadar da benzeşiyor. Değişen sadece zaman…
İnsan eski dergi ve gazeteleri okuyunca kendini tarihî bir yolculuğa çıkmış sanıyor. Mazi gözümüzün önünde canlanıyor. Artık aramızda olmayan şair ve yazarların yazdıklarını okuyunca o zamanın düşünce iklimini soluyorum. Onların fikrî altyapılarının zenginliği karşısında hayrete düşüyorum. Demek ki geçen zaman içerisinde köprülerin altından milyonlarca metreküp su akmış olsa da duygular, düşünceler ve hayaller değişmemiş. Belki bugünkü hayallerimiz düne nazaran sıradanlaşmış.
Kütüphanelerimiz paha biçilmez eski eserlerle dolu… Fakat bu eserlerin çoğu Osmanlı Türkçesiyle yazılmış… Yani Arap hurufatıyla… Günümüzde bunları okuyacak kültürel donanıma sahip insan sayısı bir elin parmaklarından fazla değil. Özellikle kentlerimizin hafızaları olarak niteleyebileceğimiz şehir yıllıkları bu açıdan önemlidir. Hemen her il halk kütüphanesinde geçmişe ait salnameler mevcuttur. Bunlar kütüphanelerimizde üstleri bir parmak tozla kaplı öylece duruyorlar. Hatta bazı cahiller bunları Kur’an sanıp abdestsiz dokunmayı günah kabul ediyor. Bunların kısa zamanda okunup günümüzün Lâtin kökenli Türk harflerine aktarılması zaruridir. Aksi hâlde yeni nesil bunlarda anlatılanlara vakıf olamayacaktır.
Eski dergi ve gazeteler geçmişin aynasıdır. Düne dair yaşananları onlara bakarak öğreniriz. Trabzon’da uzun yıllar yayınlanan Yeniyol gazetesini karıştırdığımda 1950’li yıllara gittim. O dönemleri gözlerimin önünde canlandırdım. Bu gazetenin yazarları artık yaşamıyorlar. Özellikle söz konusu yayın organının başyazarı Şevket Çulha’nın yazılarını okuyunca bir başka oldum. Kendisine yetişmiş bir insan olarak kendimi şanslı saydım. O insanların zor şartlarda ortaya koydukları kalkınma ve halkı aydınlatma mücadelesi beni çok etkiledi. Onların heyecanının bizden daha büyük olduğu kanaatine vardım. Her şeyin gelişmişlikle orantılı düşülmesinin bazen bizi yanlışlara sürükleyebileceği sonucunu çıkardım. Onların bu üstün gayreti beni şaşırttı.
Demek ki insan isteyince zor şartlar altında da güzel şeyler üretebiliyor. Bence başarılı olmanın sırrı yaşama dair umutlarımızı ve heyecanlarımızı diri tutmakta. Bunu başarabilirsek güzellikler peşi sıra gelecektir. Eskilerimiz, gücünü hedeflerinden ve geleceğe dönük hayallerinden alıyorlardı. Günümüz insanı hedef küçülttü. Umutlarımızı ve hayallerimizi Kaf Dağı’nın ardına sakladık. Onun içindir ki günübirlik yaşıyoruz.
Eski dergi ve gazeteleri okumak bana çok şey kazandırdı. İnsanın inançlarıyla nerelere gelebileceği ve neler yapabileceği gerçeğini onlardan öğrendim. Aslında yapı olarak değişmediğimizi, sadece ufkumuzun genişlediğini fark ettim. Yoksa zihni genişleme, dün olduğu gibi bugün de kişinin iç dünyasıyla alakalı bir durumdur. Değişmeyi gerçekleştirmek için teşebbüs etmek ve arzulu olmak şarttır. Bu hususta dünden bugüne değişen bir şey yok. İstemek başarmanın yarısıdır anlayışı dün olduğu gibi bugün de devam ediyor.