Trajik Bir Aşk Hikayesi: Soru ile Yanıt

Soru ile Yanıt ilişkisi insanın zihin evreninde süren belki de en hazin, en trajik ilişkidir. Bir yönüyle Yunan mitolojisini andırıyor. Ölümsüz bir tanrıça (burada tanrıça Soru oluyor) ile fani bir insanoğlu (fani insanoğlu da Yanıt) arasında, sonu mutlaka ayrılıkla bitecek acıklı bir aşk hikayesi…

Bu hikâyede trajediyi oluşturan bu iki karakterin birbirlerine olan aşkı değil aslında. Bu hikâyeyi böylesine trajik, hatta trajikomik yapan, Yanıt’ın zamanla Soru gibi ölümsüz olabileceğine, ilelebet var olabileceğine inanıp kendini bir tanrı olarak görmeye başlaması. Tanrıçasıyla sonsuza dek birlikte yaşayabileceğine inanması. Devri sona erdiği ilk gün Soru’nun kendine yeni bir Yanıt bulup bu sefer de ona âşık olacağını öngörememesi.

Bu trajedide Soru’nun da payı var kuşkusuz. Onun hatası da Yanıt’ın o göz kamaştıran güzelliğinin, özellikle de o eşsiz zekasının karşısında tüm sağduyusunu yitirip kendi eli ile yarattığı bir faniyi tüm dünyaya hayatının biricik ve değişmez aşkı ilan etmesi. Yanıt’ın ağzından çıkan her söze inanıp kendi başındaki tacı hiç çekinmeden ayaklarının önüne atması. Aynı şeyi daha önce yüzlerce, hatta belki de binlerce kez yaşamasına rağmen hala her Yanıt’ı, kendisini tamamlayacak eksik parçası sanması.

Bu hikâyenin dışında, gerçek hayatta da işler pek farklı sayılmaz ama gerçek hayatta trajediyi oluşturan bu kez insanların Yanıt aşkı. Sorunun yanıt karşısındaki değerini laikiyle kavrayamamaları. Oysa bu iki kavram aynı düzlemde bile değil. Matematik diliyle tarif etmek gerekirse, yanıtlar soruların sadece alt kümesidir. Her soru kendi içinde, sonsuz sayıda yanıttan oluşan bir alt küme barındırır ve o kümedeki yanıtlardan hiçbiri ne sorunun gerçekliğine sahiptir ne de onun kadar kapsayıcıdır. Hatta diyebiliriz ki yanıtların varlık amacı sadece sorunun zaman içinde olgunlaşmasını, insan zihnine daha iyi hizmet vermesini sağlamaktır, o kadar.

Öte yandan, bu iki kavramın insanların zihinsel şekillenmesinde belirleyici bir yanı da var. Birinin soruperver ya da yanıtperver olması, düşünsel yapısını büyük ölçüde etkileyebiliyor. Ve bu etkiyi insanlarda gözlemlemek hiç de zor olmuyor. Mesela Yanıtperlerin yanıtlara düşkünlüğü, hatta ambarlarında mal gibi yanıt biriktirme merakları onları bir yere kadar zengin gösterse de düşünce esnekliğinden yoksunlukları sürekli yerlerinde saymalarına neden olabiliyor. Soruları acizliğin, yanıtları ise zekanın ürünü görme yanılgıları onları bir bağnaza dönüştürüyor. Ve bu özellikleri daha birkaç satır sözlerinde dahi hemen ortaya çıkıyor.

Soruperverler ise belki de soruların enerjisini sürekli kullanabildikleri için, çok daha dinamik bir zihne sahiptirler. Onlar soruları kaynak, yanıtları ise araç olarak gördüklerinden, hiçbir yanıtın ayaklarında prangaya dönüşmesine izin vermezler. Dönemsel işlevleri dışında, ne kadar sükseli olursa olsun, yanıtların görkemine asla itibar etmezler. Soru ne denli basit görünürse görünsün, bir yanıtın onu mühürleyip tedavülden kaldırmasına izin vermezler. Yanıtları sadece soruyu dönüştürme becerisi bakımından anlamlı görürler.

Başka bir tanımla, Soruperverler için yanıt “bugün” soru ise “zaman” gibidir. Yanıtperverlerin anlayamadığı da budur işte. Onlar için her gün “bugün” olsa da Soruperverler “bugünün” aynı yanıt gibi, sadece zamanın akmasını sağlayan hayali bir dönem, farazi bir söylem olduğunu bilirler. Yanıt delilen şeylerin tıpkı gün, ay ya da yıl gibi hem süreli hem de izafi şeyler olduğunu asla göz ardı etmezler. Belki de bu yüzden de yanıtlar fen bilimlerinde , sorularsa daha çok sosyal bilimlerde itibarlı sayılırlar.

Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Pozitif Sezgi, Negatif Sezgi