Dünya nüfusunda meydana gelen hızlı artışın etkisiyle birlikte, beslenme problemi de ortaya çıkmaya başlamıştır. Dünyadaki hızlı nüfus artışına paralel olarak ülkemizde de hızlı bir nüfus artışı yaşanmakta, bu artışın etkisiyle oluşan, hızlı kentleşmenin ve sanayileşmenin sonucunda tarım alanları hızlı bir şekilde yok olmuş; dolayısıyla tarım ve hayvancılıkta hızla azalmıştır. Sonuçta da bir zamanlar tarım ve hayvancılık ürünleri ihraç eden ülkemiz artık bu ürünleri ithal eder duruma gelmiştir.
İnsanlar zamanla meydana gelen beslenme problemlerini gidermek ve özellikle hayvansal protein açığını gidermek için alternatif besin maddeleri aramaya başlamıştır. Tam bu noktada tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de balıkçılık önem kazanmaya başlamıştır.
Ülkemizde balıkçılık son 30-40 yıldır çok büyük bir gelişim göstermiştir. Örneğin; DİE (Yeni adıyla TUİK) tarafından ilk istatistiki kayıtların yayınlandığı 1967 yılından itibaren onar yıllık üretim periyotlarına baktığımızda; 1967 yılındaki toplam balık üretimimiz 158.920 ton iken, bu miktar 1977 yılında 261.680 ton, 1987 yılında 585.850 ton, 1997 yılında 500.260 ton, 2007 yılında ise 772.323 ton olmuştur.
Üretimdeki bu artış 1980’li yıllara kadar yatay bir seyir izlerken 1980’li yılların başından itibaren teknolojinin hızla gelişmesi, yeni ithalat rejimiyle birlikte ülkemize de girmeye başlaması, av filosunun ve filodaki av gücünün artması sebebi ile yıllık su ürünleri üretim artışı 2-3 katına çıkmıştır. Bu artışa birçok faktörlerin etki etmesinin yanında en büyük etken ise balığın yerini, miktarını ve hatta türünü tespit edebilen balık bulucuların (sonar ve ekosounder) balıkçılıkta kullanılmaya başlanması ve büyük balıkçı donanımlarının oluşmasıyla başlamıştır.
Stok yönetimimizin olmaması ve gelişen teknolojinin kontrolsüz bir şekilde balıkçılıkta kullanılmasıyla birlikte avcılık yolu ile hızla artan su ürünleri üretimimiz son yıllarda düşüş trendine girmiş ve giderek azalmaya başlamıştır. Toplam üretimdeki düşüşün yanı sıra bazı türler nerede ise yok olma derecesine gelmiştir. Bu türlere en güzel örnek uskumrudur. Bir zamanlar bol miktarda avlanıp çirozu yapılan uskumruyu artık Norveç’ten ithal etmekteyiz. Son birkaç yıla kadar Uskumru ve kalamar ile sınırlı olan ithalatımız son birkaç yılda hızla artmış ve bu türlere barbunya, tekir, orfoz, lahoz, somon, ahtapot, mezgit, kalkan, hamsi, karides ve son olarak da lüfer katılmıştır.
Üretimdeki bu düşüşe sebep olan en büyük etkenin başında her türlü av yasaklarına uyulmamasından ileri gelmektedir. Artık balık stoklarımız yok olmak üzeredir. Çünkü balıklar yeni bir nesil için yumurtlamadan avlanmaktadır. Herkes sorunun sebebini bilmekte ancak kimse kendi çıkarları uğruna elini taşın altına sokmamaktadır.
Yukarıda bahsi geçen av yasaklarının başında trol ile balık avcılığı da gelmektedir. Buradaki asıl konumuzda budur. Yıllardır gerek üniversitelerimizde olsun ve gerekse basın-yayın yolu ile olsun trol ile balık avcılığının zararları hep anlatılır. Gerçekten trol ile balık avcılığı, denizlerimizdeki balık popülasyonunun yok olmasındaki en büyük etkenlerden birisidir. Çünkü trol ile balık avcılığı sonucunda balık yuvaları, yumurtaları ve özellikle trol ağının arka kısmındaki kör ağ nedeniyle yavru balıklar tamamıyla yok olmaktadır.
Trol ile balık avcılığının bu gibi zararlarına karşılık acaba gırgır ile yapılan balık avcılığı gerçekten masum mudur? Gırgır ile yapılan avcılığın hiç zararlı yanları yok mudur?
Gırgır ile yapılan balık avcılığı ile, trol ile yapılan balık avcılığını aşağıda bir örnek ile açıklayacağım. Ancak hangisinin daha çok zararlı olduğunun yorumunu sizlere bırakıyorum.
Ülkemiz denizlerinde kullanılan gırgır ağlarının uzunluğu ortalama 800 kulaç (1200 m.), derinliği ise 80 kulaç (120 m.) civarındadır. Bundan daha küçük ve daha büyük derinlik ve uzunluğa sahip gırgır ağları mevcuttur.
Yine ülkemiz denizlerinde kullanılan trol ağlarının ise ağız genişliği ortalama 5 m., ağız yüksekliği ise 2 m civarındadır. Bunun arkasında ise balıkların bir araya toplanmasını sağlayan ve genellikle kör ağ denilen ağdan yapılmış torba kısmı mevcuttur.
Örnek olarak 1000 m uzunluk ve 120 m derinliğe sahip bir gırgır ağının tam bir daire şeklinde açılıp, denize bırakıldığını düşünecek olursak, burada oluşan silindir şeklinde bir alan oluşacaktır. Bu silindirik alanın içerisinde ise her boyda ve hatta cinste balık olacaktır. Silindirin hacim formülünden hesap yaparsak bu alanın 10.000.000 m3 (on milyon metreküp) olduğunu görürüz. Yani yukarıdaki boyutlara sahip bir gırgır ağı bir atımda 10.000.000 m3 hacmin içerisindeki irili ufaklı bütün balıkları yakalayabilmektedir. Bu işlem de 2-3 saat gibi kısa bir sürede yapılabilmektedir. Şayet burada bir hamsi ağı ile lüfer ya da istavrit gibi daha büyük balıklar avlandığını, 120 m derinliğe sahip bir gırgır ağı ile daha sığ sularda balık avlandığını düşünürsek sonucun ne kadar vahim olduğunu açıkça görebiliriz.
Acaba 5 m ağız genişliği ve 2 m ağız yüksekliği olan bir trol ağı ile 10.000.000 m3’lük hacme sahip alanı trol ağı ne kadar mesafe çekilirse taramış olacağını hesap edersek; sonuçta 1000 km gibi bir mesafe ortaya çıkacaktır. Bu da yaklaşık kara yolu ile İstanbul-Adana arası bir mesafe anlamına gelir. Acaba bu 1000 km mesafeyi bir trol teknesi kaç günde tarayabilir?
Sonuç olarak; yukarıdaki hesaptan da anlaşılacağı gibi gırgır ile balık avcılığı kurallara ve yasaklara uyulmadığı takdirde hiç de masum değildir. Çünkü bir gırgırın birkaç saatte yaptığı işi trol birkaç günde ancak yapabilir. Birde avlanacak balığa uygun göz açıklığına sahip ağ kullanılmaz ise; balığı her zaman değil, bir defa avlayacağımız ortadadır. Balıkçılığın geleceği ise ağı boş atıp, boş çekmekten ileri gidemez.
Bu makalenin yayınlanmış halini BURADAN indirebilirsiniz.