“Türkiye’de Hafıza Nasıl Çalışılır?” atölyesi gerçekleştirildi

8 Aralık Cumartesi günü, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü nde 14.00-16.30 saatleri arasında beraberce Derneği nin Beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekânları projesi kapsamında “Türkiye’de Hafıza Nasıl Çalışılır?” başlıklı bir deneyim paylaşım atölyesi gerçekleşti.

beraberce Derneği direktörü Ayşe Öktem ’in moderatörlüğünde gerçekleşen atölyenin konuşmacıları Beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekânları projesi katılımcısı Ali Yıldırım ile Sabancı Üniversitesi’ nden Prof.Dr. Leyla Neyzi oldu.

“Türkiye’de Hafıza Nasıl Çalışılır?” deneyim paylaşım atölyesinin moderatörlüğünü üstlenen beraberce Derneği direktörü Ayşe Öktem, “Çok kültürlü bu toplumda nasıl yaşayacağız? Bu toplumda nasıl hatırlayacağız? Hafıza nasıl çalışılır?” gibi soruları sormak ve bu sorulara cevap vermek için bir arada bulunduklarını ifade etti. Öktem , konuşmasının devamında şunları paylaştı: “Göçün dünyada gitgide büyüğünü görüyoruz. Avrupa’da ve dünyanın çeşitli yerlerinde bugün göçün en büyük sorun olduğunu görüyoruz. Ve görünen o ki göç sorunu önümüzdeki yıllarda da dünyanın en büyük sorunu olacak. Türkiye’de, bu göç yollarının merkezinde yer alıyor. Dolayısıyla birlikte yaşamanın yollarını aramak, bulmak zorundayız.”

Öktem , çok taraflı “hatırlayan” bir toplumda yaşadığımızın altını çizerek konuşmasına şöyle devam etti: “Bu toplumda çok taraflı düşündüğümüz için çok taraflı hatırlıyoruz. Yaşadıklarımıza taraf tutarak bakıyoruz. Böylesi zor dönemlerde ‘öteki’yi de gören, hatırlayan bir yerden hayata bakamazsak sorunları çözemeyiz. Dolayısıyla demin sorduğum sorulara cevap bulmak lazım. Bu konularla ilgilenen, bu konularda çalışmak isteyen herkesi beraberce Derneği’ne bekliyoruz. Kent, hafıza, barış, diyalog gibi konularda bize gelip fikirlerinizi paylaşabilirsiniz. Birlikte bu sorunlara çözüm arayabiliriz.”

Beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekânları katılımcısı Ali Yıldırım şöyle konuştu: “O veya bu şekilde, hepimizin içinden geçtiği tarih derslerinde resmî, egemen bir tarih anlatısı ve de tarih yazımı var. Otoriteyi temsil eden tarih kitapları aracılığıyla bu ötekileştirme, dışlama mekanizması süreçlerini yakalamak, kavramak oldukça güç. Resmî tarihin içinde yer alan zor geçmişleri anlamanın bir yolu tam da sözlü tarih, kolektif bellek çalışmalarında yani bizim konuştuğumuz hafıza çalışmalarında yatıyor. İnsanlar ders kitaplarında yazılanın, anlatılanın çok ötesinde şeyler hatırlayabiliyor. Yani o hatırlama, unutma süreçleri dediğimiz de sanırım tam da böyle bir şey. Çok basit olarak, bireylerin hangi toplumsal olguları ve olayları ne şekilde hatırlayacaklarını belirleyen bir siyasetten bahsediyoruz.

Leyla Neyzi , Türkiye’de sözlü tarih ve hafızaya artan ilginin heyecan verici olduğunu belirterek konuşmasında şunları ifade etti: “Hafıza çalışmalarını 20 sene önce yapmaya başladığımızda o kadar yeniydi ki bu kavramlar, bu çalışmalar… Şimdi her şey çok değişti. O yüzden çok mutlu olduğumu ifade etmek istiyorum. Daha önce Ermenistan’la çalışmıştık. Hatta Ermenistan ve Türkiye arasındaki ilk sözlü tarih çalışmasını gerçekleştirmiştik. O da beraberce Derneği’nin stratejik partneri olan DVV International yani Alman bir sivil toplum örgütü tarafından desteklenmişti. Biraz o deneyimden bahsetmek istiyorum. Bu resmî tarih, okul kitapları ve kişisel tarih arasındaki ilişki ile ilgili. İlk dalga sözlü tarihçiler dediğimiz kişiler aslında biraz daha bu iki ilişkiyi siyah-beyaz düşünüyorlardı. Yani bir resmî tarih var, bir de kişilerin, cemaatlerin tarihi var. Biraz idealist yaklaşımdı bu. Örneğin Ermenistan’a gittiğimizde, Ermenistanlı ve Türkiyeli öğrencilerle, sosyal bilimcilerle çalıştığımızda biraz şunu gördüm. Belki, biz de çok iyi niyetli olarak siyah-beyaz düşünmek istiyorduk. Fakat sonradan bu meselenin ne kadar gri bir alan olduğunu gördük. Şu açıdan söylüyorum: Hiçbirimiz iktidardan uzak değiliz. İlkokuldaki kendinizi düşünün. İlkokulda birinci sınıfta, ikinci sınıfta hepimiz bir şekilde iktidarı içselleştiriyoruz. O yüzden o resmî tarih dediğimiz veya milliyetçilik dediğimiz şey ile kişisel hafıza ya da grup hafızası dediğimiz şey birbirinden düşündüğümüz kadar ayrı şeyler değil. Birbirine çok geçmiş şeyler. İşte bu yüzden de mesela Türkiyeli öğrenciler ve sosyal bilimcilerle Ermenistanlı öğrencilerin ve sosyal bilimcilerin aynı dili konuşması çok zor. Bizim deneyimimiz şöyle ilginçti: Ermenistanlı gençler ile Türkiyeli gençler birbirleriyle kaldılar, birlikte sosyalleştiler ve projeler yaptık. Ve şunu gördük ki uzun zaman bu gençler birbirleriyle tarih konuşmadılar. Geçmişle ilgili konuşmadılar. Ailelerinin tarihini paylaşmadılar. Daha çok günlük hayatta sosyalleştiler, genç oldular, müzik dinlediler, dans ettiler, yemek yediler… Fakat birçok şeyi konuşmadılar. Bunların konuşulması için çok zaman geçmesi lazım. Ve biz de birçok projede şunu görüyoruz: Aslında yapmaya çalıştığımız şey çok zor. Biz bile -sosyal bilimciler- o kadar mesafe alamıyoruz. Özellikle Türkiyeli bir sosyal bilimci ile Ermenistanlı bir sosyal bilimcinin bile aynı dili konuşmasının ne kadar zor olduğunu gördük.”