Türkiye, son 10 yıldır ciddi bir göç dalgasıyla karşı karşıya. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün son verilerine göre, Türkiye’de 3,5 milyondan fazla Suriyeli mülteci yaşıyor. Ancak bu sayının sadece kayıtlı Suriyelileri yansıttığını belirtmek gerekir. Bu soruna dair çok sayıda çalışma ve proje yürütülüyor. Literatürde mültecilerle yapılan birçok çalışma olmasına karşın, yerel halk ile yapılan çalışmalar görece daha az sayıda kalıyor. Sunduğumuz bu çalışma, 18-25 yaş arası, yükseköğretime devam eden genç kadınların gözünden Türkiye’nin aldığı bu göçlerin nasıl algılandığını anlamayı amaçlamaktadır. Bu sınırlı araştırma, Türkiye’de yaşayan 12 genç kadın katılımcı ile yapılan derinlemesine görüşmelere dayanıyor. Katılımcı sayısı, zaman, maliyet ve COVİD-19 pandemi sürecinin getirdiği zorluklara bağlı olarak sınırlı kalmıştır. Bulgularımıza göre, yanlış bilgi ve söylentiler, dil engelleri, ekonomi, medyanın etkisi ve kültürel farklılıklar, genç kadınların bu konuya olan yaklaşımlarını etkileyen ana faktörler olarak karşımıza çıktı.
Anahtar kelimeler: mülteci, göç, kadın, uyum
TDK’ya göre göç, ekonomik, toplumsal, siyasi sebeplerle bireylerin veya toplulukların bir ülkeden başka bir ülkeye, bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitme işi, taşınma, hicret, muhaceret anlamlarına gelmektedir (TDK,2021). Göç, insan ve toplum yaşamında geniş anlam ve etkileri olan toplumsal bir olgudur. İnsanın zihninde yaşanan bir değişim ile başlar ve onu takiben mekânsal yer değiştirme ile devam eder. Varılan yere uyum tamamlandığı zaman göç de tamamlanmış olur. Vardığı yerle uyum sağlayamamış birey, aile ya da grubun tekrar yer değiştirme olasılığı yüksektir. Dikkat edilmesi gereken nokta, eyleme dönüşmeden önceki davranış sürecidir. Eğer eyleme dönüşme süreci gerçekleşmezse göç gerçekleşmemiş olur. O nedenle tüm göç eylemlerinin ve süreçlerinin temelinde, bireyin ya da ailenin davranışı yer almaktadır (Çakır, 2011, 131).
Göç vasfı taşıyan her bir eylem biricik özellikler taşımaktadır. Bundan dolayı göç ile ilgili kavramsal sınırları bilmek önemlidir. Göç edilen bölge ve sınırları dikkate alarak göç türlerini, iç ve dış göç olarak tasnif etmek, işin başlangıç noktasını oluşturur. Öte yandan ortak nedenler ve ortak sonuçlar açısından ele alarak doğal (coğrafi) çevrenin yarattığı itici faktörlerin etkisiyle oluşan, “İlkel” (primitive), “Zoraki” (forced), “Yönlendirilen” (impelled), “Serbest” (free) ve “Kitlesel” (mass) göçler şeklinde çeşitli başlıklar altında incelenebilmektedir (Petersen, 1958 akt Aydemir ve Şahin, 2018:126).
İnsanlar farklı sebeplerle bireysel ya da kitlesel olarak bir coğrafyadan başka bir coğrafyaya göç etmişlerdir. Yapılan bu göçler toplumları, başta sosyo-ekonomik ve siyasi olmak üzere farklı birçok şekilde etkilemiştir (Ünal, 2014: 68 akt Çimen ve Quadır, 2018: 1252). Küreselleşmenin de etkileri göz önünde bulundurulduğunda yaşanan problemler, sadece göç edilen bölgenin problemi değildir. Gidilen bölgeyi de güvenlik ve istikrar açısından çok önemli şekilde etkilemektedir. Ayrıca hem niteliksel hem de niceliksel sebeplere bağlı olarak uyum problemleri de çığ gibi büyümektedir. Geçirilen zaman, yaşanan olaylar göz önünde bulundurulduğunda her uyum süreci kendine has özellikler taşır.
Asya, Avrupa, Afrika ve Ortadoğu gibi önemli geçiş bölgelerinin kavşak noktasında bulunan Türkiye, özellikle Ortadoğu’da meydana gelen iç çatışmalar ve siyasi çalkantılar nedeniyle her yıl binlerce göçmenin sığınacağı bir liman haline gelmiştir. Suriye’de 2011 yılında “Arap Baharı”nın etkisiyle başlayan ve hâlâ devam etmekte olan etnik ve mezhep çatışmaları yoğunlaşarak iç savaşa dönüşmüş, yaklaşık 4 milyon Suriyeli ülkelerini terk ederek sınır komşuları Irak, Lübnan, Ürdün, Mısır ve Türkiye’ye sığınmıştır (Çetin ve Uzman, 2012 akt Çimen ve Quadır, 2018:1252).
Mülteci, sığınmacı ve göçmen kavramları birbiriyle karıştırılmaktadır. Birbirinin yerine sıklıkla kullanılsa da aslında aralarında belirleyici farklar bulunmaktadır. Bu yüzden öncelikle bu kavramların açıklanması ve ortak bir zemine oturtulması yarar sağlayabilir.
Genellikle çatı bir kavram olarak kullanılan göçmen terimi: Bireyin, zorlayıcı dış faktörlerin müdahalesi olmaksızın kendi özgür iradesiyle ve ‘kişisel uygunluk’ sebepleriyle göç etme kararını aldığı tüm durumları kapsar niteliktedir. Dolayısıyla bu ifade, maddi ve sosyal koşullarını iyileştirmek, kendileri ve ailelerine ilişkin beklentilerini geliştirmek amacıyla başka bir ülkeye veya bölgeye hareket eden kişiler ve aile fertleri için geçerli kabul edilmiştir. Birleşmiş Milletler göçmeni, sebepleri, gönüllü olup olmaması, göç yolları, düzenli veya düzensiz olması fark etmeksizin yabancı bir ülkede bir yıldan fazla ikamet eden bir birey olarak tanımlar. (Göç Terimleri Sözlüğü, 2013, syf: 37)
Sığınmacı (asylum seeker): Zulüm veya ciddi zarardan korunmak amacıyla, kendi ülkesi dışında bir ülkede güvenlik arayışında olan ve ilgili ulusal ya da uluslararası belgeler çerçevesinde mültecilik statüsüne ilişkin yaptığı başvurunun sonucunu bekleyen kişidir. Olumsuz bir karar çıkması sonucunda bu kişiler gittikleri ülkeyi terk etmek zorundadırlar ve eğer kendilerine insani ya da diğer gerekçeler temelinde kalma izni verilmemişse bu kişiler düzensiz veya kanuna aykırı davranışlarda bulunan herhangi bir yabancı gibi sınır dışı edilebilirler. (Göç Terimleri Sözlüğü, 2013, syf:74)
Mülteci (refugee): Irkı, dini, tabiiyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti ve siyasi görüşleri yüzünden haklı bir zulüm korkusu nedeniyle, vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve söz konusu korku yüzünden, kendi ülkesinin korumasından yararlanmak istemeyen kişi. (Göç Terimleri Sözlüğü, 2013, syf:65)
Geçici Koruma: Çatışma veya yaygın şiddet ortamlarından kitlesel olarak kaçıp gelen kişilere, öncesinde bireysel statü belirleme işlemine tabi tutulmaksızın devlet tarafından geçici koruma sağlama konusunda geliştirilen düzenleme.
Uluslararası Koruma: Bir göç hareketi olarak değerlendirilmekle birlikte, taşıdığı özel nedenlerden dolayı diğer göç türlerinden ayrı ele alınan bir yer değiştirme biçimidir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 14. maddesinde, “Herkesin zulüm karşısında başka ülkelere sığınma talebinde bulunma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkına sahip olduğu” ifade edilmiştir.
Her ne kadar aynı gibi gözükse de aslında farklı olan bahsettiğimiz bu tanımlar göç kavramının çok boyutlu ve karmaşık yapısını bir kez daha ortaya koymaktadır. Ortak unsur olan ve basit gibi görünen bu yer değiştirme eylemi arka planda toplumların kültürel, ekonomik, demografik yapısını; gelişimini ortaya koymaktadır. Ayrıca statik değil dinamik bir süreçtir. Bir ülke ve toplum için göçün konusu yalnızca toplumsal, siyasal, kültürel, ekonomik, yönetsel ve hukuksal yönlerden ibaret değildir. Göç, bireylerin ve toplumların temel insan haklarından (yaşama hakkı ve can güvenliği) yoksun kalması gibi kapsamlı ve insani niteliği olan bir olgudur (Akıncı vd. 2015:62).
Birleşmiş Milletler verilerine göre 2016 yılı itibarıyla 244 milyon insan, başka bir deyişle dünya nüfusunun yüzde 3,2’si, uluslararası göçmen konumundadır. Bu raporda en dikkat çekici husus, zorla yerinden edilmiş insanlara, görece daha yoksul ülkelerin kapılarını açmış olmasıdır. Bunlardan bir kısmı istihdam ettiği mülteci sayısına göre şöyle sıralanmıştır. 2016 yılı ortası itibarıyla 2,8 milyon (bütün ülkeler arasındaki en yüksek sayı) mülteciye Türkiye ev sahipliği yapmıştır. Türkiye’yi sırasıyla Pakistan (1,6 milyon), Lübnan (1 milyon), İran (978.000), Etiyopya (742.700), Ürdün (691.800), Kenya (523.500), Uganda (512.600), Almanya (478.600) ve Çad (386.100) izlemektedir. (Aydemir ve Şahin, 2018:134).
“2022 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı” Resmi Gazete’de yayımlandı. Programda, son göç istatistikleri de yer alıyordu. Buna göre, Türkiye’deki yabancı kişi sayısı Eylül 2021 verilerine göre 5,4 milyondu. Geçici koruma altındaki Suriyeliler 3,71 milyon, ikamet izniyle bulunanlar 1,22 milyon ve uluslararası koruma başvuru sahipleri ise 350 bin kişiydi. Suriye’den Türkiye’ye zorunlu ve kitlesel göç ile gelenlerin sosyal statülerinin evrilme sürecini ise “misafir kardeşlerimiz”, “muhacir kardeşlerimiz”, “sığınmacı”, “mülteci”, “yabancı” gibi göç literatüründe göçmenlerin sosyal statüsünü niteleyen kavramların dönüşümü ile izlemek mümkün olmaktadır. Türk Hükümeti, yasal bir geçerliliği olmayan mültecileri “misafir” olarak tanımlayan başlangıçtaki tutumunu, Ekim 2011 tarihinde, mültecilerin çok daha net bir yasal statüye kavuşmalarını sağlayan, “geçici koruma” statüsüne dönüştürmüştür. Bu statü, 1994 Yönetmeliği’nde sunulanın çok ötesinde bir koruma rejimi ve hükümetin uluslararası hukuk çerçevesinde tanımlanan “geri-göndermeme” ilkesini ve Suriyelilere sağlık ve barınma imkânları gibi her türlü temel insani hizmeti sağlamayı, kendiliğinden kabul etmesi anlamına gelmektedir (Kirişçi, 2014:21). Nisan 2011 tarihinde, 250-300 kişi ile başlayan göç dalgası, kısa sürede hızla yayılmış ve oluşturulan kampların dışındaki mülteci sayısı, kamplardakileri kat kat aşmıştır. Başlangıçta mülteci krizini diğer ülkelerden yardım almadan yönetmeye çalışan Türk Hükümeti, mülteci sayısındaki ani ve önemli artışı sebebiyle 2012 yılında uluslararası yardım çağrısı yapmak durumunda kalmıştır (Aydemir ve Şahin, 2018:132).
2011’de sıfır olan geçici koruma kapsamındaki Suriyelilerin sayısı, “Arap Bahar”ı ile hızlı bir yükselişe geçmiştir. Grafikte de görüldüğü üzere özellikle 2013 yılından sonra mülteci sayısında ciddi bir artış olmuştur.
Ülkemizde kayıtlı göçmenler olduğu gibi kayıtdışı göçmenlerin de olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Yıllara göre yakalanan göçmen sayısında özellikle 2019 yılındaki ciddi artış tabloya yansımıştır.
İllere göre dağılımda ise İstanbul birinci sıradadır.
YÖNTEM
Türkiye’de yapılan göç konu başlıklı çalışmalara literatür taraması yöntemiyle bakıldığında, mültecilerin penceresinden bakan birçok çalışma bulunurken yerli halkla yapılan çalışmaların daha az olduğu göze çarpmıştır. Özellikle kadınlar üzerinden birçok görüş dile getirilirken, direkt kadınların fikrini içeren çalışmaların yok denecek kadar az olması bu çalışmanın çıkış noktasını oluşturmaktadır. Bu çalışmanın amacı, yaşanan sorunları genç kadınların gözünden görmek, onların duygu ve düşüncelerini ortaya çıkarmaktır. Bu, Türkiye’de yaşanan kitlesel ve zorunlu göçün uyum ve toplumsal bütünleşme sürecini, kadınların gözünden ele alan nitel bir çalışmadır. Nitel araştırmalar, durumları ve olayları katılımcıların bakış açılarından anlamaya çalıştığı için böyle bir çalışmada önemli bir avantaj sağlamaktadır. Ayrıca nitel araştırmalar, arkadaki gizli anlamların ve oluşan örüntülerin ortaya çıkarılmasına, çalışılan konunun derinlerine inilmesine yardımcı olur. Bu yüzden bu çalışmada nitel araştırma tekniği kullanılmış, açık uçlu 6 soru sorulmuş, derinlemesine görüşme tekniğinden yararlanılmış ve betimsel analiz yapılmıştır. Araştırmada kavramsal çerçeve dahilinde literatür taraması yapılmış ve bu verilere yer verilmiştir.
Maliyet, zaman ve Covid-19 pandemisinin getirdiği kısıtlardan dolayı bu araştırmada, sadece büyükşehirlerde yükseköğretime devam eden, 18-25 yaş arası 12 genç kadın öğrenciyle derinlemesine görüşmeler yapılmıştır; Türkiye genelindeki aynı yaş grubunu temsil iddiası yoktur.
KATILIMCI | BÖLÜM | YAŞ |
K1 | Psikoloji | 23 |
K2 | Felsefe | 18 |
K3 | Matematik Öğretmenliği | 20 |
K4 | Tıp | 25 |
K5 | Hukuk | 22 |
K6 | Edebiyat Öğretmenliği | 22 |
K7 | Moleküler Biyoloji ve Genetik | 24 |
K8 | Hukuk | 25 |
K9 | Psikoloji | 21 |
K10 | Bilgisayar Mühendisliği | 21 |
K11 | Sınıf Öğretmenliği | 23 |
K12 | Sosyoloji | 18 |
Yapılan görüşmelerden çıkan ortak sonuçlardan biri medyanın, insanların üzerinde ne kadar etkili olduğudur. Görüşülen bütün katılımcılar, direkt kötü bir olay yaşamasa dahi izlediği, duyduğu haberlerden çok etkilendiğini belirtmiştir. Medyanın, karar alma ya da fikir oluşturma süreçlerinde etkili bir kontrol aracı olduğunu söyleyebiliriz. Kadınların korkmasında ve mülteci sorununa bakışında, medyanın etkili rol oynadığı katılımcılarımız tarafından da dile getirilmiştir. Çıkan haberler, az sayıda örneği temsil etse de genele yaygınmış gibi ifade edildiğinden düşünme sürecini zorlaştırmaktadır. Katılımcılar, neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt ederken zorlandıklarını, çok fazla bilgi kirliliği, görüntü kirliliği olduğunu dile getirmiştir. En son çıkan “ Ülkemize sadece erkek mülteciler geliyor! ” başlıklı haberler, kadınların tedirgin olmasına sebep olmuştur. Hissettikleri ya da düşündüklerinin doğruluğundan emin olamayan kadınlar, “ Gerçekten öyle mi hissediyorum, yoksa hissettiriliyor muyum? Bunun ayrımını yakmakta zorlanıyorum. ” ifadelerini kullanmışlardır. Medyanın yönlendirmesi, bu göç dalgasının herkesin istediği şekilde ülkeye girebildiği, kontrolün yapılmadığı bir süreç olduğu algısını doğurmuştur.
“Arada sırada şunlar duyuluyordu haberlerde: Suriyeli biri bir kadına tecavüz etmiş, bir çocuğu dövmüş. Bu gibi şeyler duyunca da ister istemez insan bir soru soruyor kendine ‘geldiler ve sürekli bizim insanlarımıza zarar mı verecekler?’”
“Haberlerde duymuştum: Afgan ya da Moğolistanlı bir çocuk, sonuçta Türkiye’de yaşayan bir göçmen, Alman erasmus öğrencisi bir kızı camiinin duvarında itiyor(…). Alman bir kıza -daha üst vatandaş olarak gördükleri için diyorum- bu yapılıyorsa bize neler neler yapılmaz.”
“Çünkü çok daha fazlasını haberlerde görüyorum şu kadın tacize uğramış, şu kadın öldürülmüş falan diye; özellikle Afgan göçmenler, Suriyeliler…”
Medyanın etkisinin yanında tespit edilen bir diğer sorun, yetkililerin açıklamalarının durumun kontrol edildiğine dair ikna edici olmaması ve konunun karşıt görüşler tarafından politikleştirildiğiydi. Katılımcıların açıklamalarından yola çıkarak, yapılan haberlerin ideolojik kesimler tarafından farklı farklı aktarılmasının daha fazla karışıklığa sebep olduğu söylenebilir. Katılımcılar, uygulanan politikaların yansıtılandan farklı olduğunu, amaçlananın da aslında aktarılandan farklı olduğunu hissetiklerini dile getirmişlerdir.
“Türkiye’nin bu göçlerle ilgili benimsediği bir siyasi tutum var. ‘Biz diğer ülkelere göre daha vicdani bir politika izliyoruz!’ şeklindeki açıklamalar, üzerine hiçbir şey düşünmeden ilk baktığında güzel gibi geliyor ama işte altını eşelediğinde şunu fark ediyorsun: Aslında Türkiye’nin diğer ülkelerle yaptığı bir göçmen alım anlaşması var ve Türkiye bunun karşılığında para alıyor. İşte bunun iş anlaşması gibi bir politika olduğunu fark ediyorsunuz. Tabii bu bana biraz iki yüzlü geliyor.”
“Sağcı, solcu ya da siyasetçi kesimlerce konu hep bir taraflara çekilmeye çalışılıyor.”
Katılımcılarımızın neredeyse hepsi ülkemize yapılan göçlerin ekonomiyi etkilediğini ifade etmiştir. Öncelikle akıllardaki en büyük soru mültecilerin ekonomik anlamda Türkiye’ye iyi gelip gelmediğidir. Bir kısım ucuz işgücünü karşıladıklarını, diğer kısım ülkede işsizliğe yol açtıklarını dile getirmiştir. Özellikle gençler, yapacak iş olmamasını, olduğundan ucuza çalışmak zorunda kalmalarını büyük oranda mültecilerin varlığına bağlamaktadır. Herhangi bir beceri gerektirmeyen işlerde, ek gelir elde etmek isteyen öğrenciler çalışabilecekken yerlerinin doldurulduğunu ifade etmektedirler.
“Burada aslında temelde zaten iş dağılımının ve iş bulma olasılığının darlığı mevcut; bu insanların da bu duruma ortak olarak iş dağılımı ve işgücünü daha çok ucuzlattığını düşünüyorum.”
“Türk vatandaşı onu yapamıyor, iş yok deniyor; çünkü daha az bir paraya başkası çalıştırılabiliyor. Bu nedenle hoşuma gitmiyor.”
“Ekonomiye olumlu katkıları olmuş olabilir ama yine de genel olarak bize zararları oldu bence.”
Kültürel uyumun, göç eden için de göç alan yer için de çoğu zaman sorun olduğu söylenebilir. Çalışma grubundaki genç kadınlar, kültürel olarak farklılıkların sorun yarattığını düşünmekteler. Mültecilerin uyum sağlaması beklenirken aslında kendilerinin uyuma zorlandığı, tüm katılımcılar tarafından dile getirilmiştir. Konuştukları dilin anlaşılamaması belirsizliğin yarattığı bir başka korku unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu şekilde “bizden değil”, “öteki” kavramları devamlı pekiştirilmektedir.
“Bazen kendimi asimile ettiriyormuş gibi hissettirdiği için rahatsız oluyorum.”
“Bazen metrobüste telefonlarını hoparlöre alıp konuşuyorlar; onlar farklı. Yani bizim normalimizle onların normali farklı olduğu için metrobüste hoparlöre alıp çok yüksek sesle konuştukları zaman ister istemez içimde kötü bir duygu oluşuyor. Keşke bizim değerlerimize sahip olsalardı, onların da suçu değil.”
“Her ülkenin bir kültürü var. Benim Çin’e gitmek istememin ana sebebi Çin’in benimkinden bambaşka bir kültürünün olması; Hindistan’a gitmek istememin sebebi de bu. Kendi kimliğimizi kaybediyormuşuz gibi geliyor bana. Çünkü onlar bizim kültürümüze çok fazla adapte olmuyorlar, senelerdir burada yaşamalarına rağmen.”
“Belli yerlerde sadece o kültürlerin insanlarından bulunan mahaller varsa zaten ülke değişmeye başlıyor ve o kültürle kaynaşmaya başlıyor demektir. Ben böyle bir hibridizasyon istemezdim. Hani daha farklı bir hibridizasyon isterdim; daha farklı bir değişim isterdim. Değişim ile ilgili bir sorunum yok ama var olan değişimi yaratan kesim ile ilgili evet sorunum var; bu kültürel bir değişim.”
Çalışma grubundaki tüm genç kadınların kendilerini ülkelerinde güvende hissetmediklerini, korktuklarını, endişelendiklerini ifade etmeleri çok çarpıcı bir noktadır. Üzerinde durulması gereken diğer nokta ise, Türkiye’de kadına değer verilmediğini, mültecilerden önce de aynı duyguları hissettiklerini belirtmeleridir. Gelen mültecilerin de kadına bakışının çok değer atfeden bir noktada olmadığını düşünen genç kadınlar, kendilerini korumak için davranışlarını ve kılık kıyafetlerini giderek yaygınlaşan genel kabule göre ayarlamak/kısıtlamak zorunda hissetmekteler.
Geçim kaynağı olmayan, uyum sürecinde problem yaşayan, iş bulmakta zorluk çeken mültecilerin yasadışı kaynaklara yönelme ihtimalinin artmasıyla da güven ortamı giderek zarar görmektedir.
“Şu an bir tedbir alınmadığı için, onların eğitimine yönelik çok büyük bir çalışma yapılmadığı için gelecekte toplumun sağlığını, düzenini sarsacak durumlara da sebep olacaklarını düşünüyorum.”
“Bilmediğin bir şeye karşı bir güvensizlik aslında. Çünkü tanımıyorum, kültürünü bilmiyorum. Dilimi biliyor mu? Onu bile bilmiyorum. Dolayısıyla ben derdimi anlatabilecek miyim? Hiçbir fikrim yok. Bir insanın bilmediği şeye karşı yaşadığı güvensizliğin de getirdiği bir korku oluyor.”
“Geçim kaynağı olmayan insanın kendini doyurmak ve barınmak için gelire ihtiyacı var. O geliri legal yoldan yani belli bir iş karşılığı edinemiyorsa, ikinci yollara başvuracak. Bu da hırsızlık ve benzeri gibi olaylar olacak. Bu kadar çok göçmenin birden ülkeye gelmesi ve bunun artarak devam etmesi biraz ürkütücü oluyor.”
“Sokakta yürürken kesin göçmen diyebileceğim birini gördüğümde yolumu değiştiriyorum.”
“Ya bizim ülkemiz için her ne kadar aksini söyleyenler de olsa, ben ülkemde bir kadın olarak kendimi güvende hissetmiyorum.”
Bu genel değerlendirmeler bağlamında mülteci göçünün, kadınların gözünden olumlu olumsuz etkilerini, sonuçlarını görebilmek, anlayabilmek için bu çalışma yapılmıştır. Varılan temel nokta uyum sürecinin hem bireysel hem devlet tarafından farklı etkileri ve sonuçları olduğudur. Sorunu tespit edip çözüm üretebilmek için iki noktadan da değerlendirilmesi önem taşımaktadır. Göç eylemiyle birlikte farklı kültürlerin karşı karşıya gelmesi söz konusu; hayatını devam ettirme isteği ve uyum sağlama süreci, her iki farklı kültür için de zorluklar taşımaktadır. İki farklı kültürün birbirini tanıma imkânı bulamayışı ve gerek medyanın gerek yetkililerin söylemleri uyum sürecini zorlaştırmaktadır. Çatışma ortamının çözülmesi giderek önem arz eden bir konu haline gelmiştir. İletişim engellerinin aşılması, göçün toplumsal sonuçlarının tespit edilmesi, gerekli teknik ve hukuki altyapının sağlanması gerekmektedir. Devlet ve birey arasındaki iletişim kanallarının sağlıklı bir şekilde oluşturulması da bir an önce yapılması gerekenlerdendir.
Genç kadınlar için mülteciler büyük oranda ülke ekonomisi için sorun teşkil etmektedir. Medyanın etkisiyle ya da yaşadıkları olaylarla toplumun ahlak ve huzurunu bozabilme ihtimalleri üzerinde endişe taşıdıkları söylenebilir. Genel olarak yaşadıkları ülkede kendilerini güvende hissetmiyor olmaları, yoğun mülteci alımıyla daha da pekişmektedir.
Ülkemiz Anadolu, Mezopotamya, Ege ve Karadeniz coğrafyasının içinde bulunmaktadır. Tarihsel süreçte bu coğrafyalar çeşitliliğin ve medeniyetin gelişimde en önemli kilometre taşlarıdandır. Türkiye’nin aldığı göç dalgalarına çözüm üretirken coğrafyamızın kadim tarafını gözden kaçırmamak oldukça önemlidir. Başka bir deyişle, devşirdiğimiz metotların ülkemizde uygulanabilirliğinin sorgulanması gerekmektedir.
Diğer taraftan göç konusuna yönelik bakış açısını biyolojik perspektife göre düzenlemekte fayda olabilir. Nihayetinde göç olgusunun aynı zamanda canlılığın bir davranış formu olduğunu söyleyebiliriz. Dünya tarihinde de insanlık farklı sebeplerden göç etmek durumunda kalmıştır. Bu göçler sonucunda önemli bazı değişimler yaşanmıştır. Kimi zaman bu değişimler dünya refahına hizmet etmiş kimi zaman da yıkım ve savaşları tetiklemiştir. Dolayısıyla göç olgusunun canlılığın bir stratejisi olduğunu göz önünde tutarak insanlığın kaçınılmaz bir parçası olduğunu kabullenmek faydalı olabilir.
Bir diğer husus ise ülkemizdeki göçmenlere yönelik bakış açısıdır. Halihazırda ülkemizde 200 binin üzerinde Suriye kökenli Türk vatandaşı olduğunu ifade edebiliriz. Bunların önemli bir kısmı 18 yaşının altındaki gençlerden oluşuyor. Sonuç olarak bu kişilerin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduklarını ve Türk hukukuna tabi olduklarını unutmamak gerekir. Bu bakımdan kutuplaşmanın beslenmesi ilerleyen yıllarda toplumda bazı yapısal sorunlar oluşturabilir. Oluşacak sorunların çözümü ise çok zor ve toplumsal refahı tehdit edici olabilir.
Göç olgusunu faydaya çevirebiliriz. Dünyamızın ana lokomotifi sayılan Amerika Birleşik Devletleri’nin bir göçmenler ülkesi olduğunu hatırlamak bu konuya yaklaşımımızı değiştirebilir. Göç alan toplumlar önemli bir güce de sahip olabilmektedirler. Bu güç çoğunlukla çalışacak nüfus ve yenilikleri doğuracak çeşitlilik ortamı olabilir. Doğada en zengin bölgelerin kenar etkisine sahip yerler olduğu bilgisiyle bu durumu, her açıdan zenginleşmek için bir fırsat olarak görebiliriz. Fakat bu fırsatı yok edecek en kötü koşul ayrımcılık atmosferi olacaktır. Ayrımcılığın yarattığı yıkıcı koşullar, entegrasyonu zayıflatıp alt türleri kendi içlerinde habitatlaşmaya zorlayabilir. Bu durum da birkaç yıl sonrasının yapısal sorunlarına zemin hazırlayacaktır. Ayrıca ülkemizde var olan göçmenlere yönelik aşırı korumacı ve kollayıcı veyahut toptan dışlayıcı bir tavır sergilemenin, ayrımcılık atmosferini besleyen iki önemli unsur olduğunu vurgulamakta fayda vardır. Bir uyarı olarak da bu iki tutumun herkesce hissedildiğini belirtmek gerekir. Bu sebeple medya ve politikacıların bu atmosferi besleyen tutumlarına dikkat etmeleri gerekmektedir.
Bu bakımdan, “Türkiye Cumhuriyeti, burada yaşayarak buraya değer katacak herkesin yurdudur!” şeklinde kapsayıcı bir motto benimsenebilir. Bu motto sayesinde göçmenlerde zedelenmiş vatan duygusu “Türk olma” olgusuyla onarılabilir. Vatandaşlık ödevlerini yerine getirmeyen göçmenler ise kendi doğalında ortaya çıkabilir.
KAYNAKÇA
Akıncı, B. vd. (2015), ‘’ Uyum Süreci Üzerine Bir Değerlendirme: Göç ve Toplumsal Kabul’’, Göç Araştırmaları Dergisi , Cilt: 1 • Sayı: 2 • Temmuz-Aralık 2015 • ss. 58-83
Aktaş, V. vd. (2018), ‘’ Investigating Turkish university students’ attitudes towards refugees in a time of Civil War in neighboring Syria’’ , Current Psychology (2021) 40:553–562
Aydemir, S. ve Şahin, M. (2018), ‘’Zorunlu-Kitlesel Göç Olgusuna Sosyolojik Bir Yaklaşım: Türkiye’deki Suriyeli Sığınmacılar Örneği’’, Dini Araştırmalar, Ocak – Haziran 2018, Cilt : 21, Sayı: 53, ss. 121 – 148
Çakır, S. (2011), “Geleneksel Türk Kültüründe Göç ve Toplumsal Değişme”, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi , Sayı 24, Aralık 2011, 129-142.
Çimen, L. ve Quadır, S. (2018), ‘’ Üniversite Öğrencilerinin Suriyeli Sığınmacılarla İlgili Tutumlarının Sivil Katılımları Bağlamında İncelenmesi’’ İnsan Ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 2, 2018 ss: 1251-1273
Deniz, T. (2014), ‘’Uluslar Arası Göç Sorunu Perspektifinde Türkiye’’, TSA / YIL: 18 S: 1, Nisan 2014
Karkar, M. (2020), ‘’Turkish Youth Attitudes Towards Syrian Immigrants’’, Bahçeşehir Üniversitesi Küresel İlişkiler Yüksek Lisans Programı, ss:1-39
Seyidov, I. (2021), ‘’ Understanding Social Cohesion from the Perspective of the Host Community: Turkey Example’’ , Journal of Economy Culture and Society, 63: 111-125
Akkayan, T. (2002) , ‘’Türkiye’de İç Göçler ve Sorunlar’’, Ankara Üniversitesi Basımevi, Yıl : 2002- Sayı : 15, ss:29-61